15 Temmuz kahramanlık destanının sene-i devriyesini yaşadığımız Pazartesi günü; elimizde bayraklar, kalbimizde kabaran öfke ve aşkla meydanlarda şehitlerimizi anma, gerçekleşen törenlerde hepimiz ruhumuzu arındırma ve temize çıkarma adına o tarihten bu yana hainlere gereken cezayı verememiş olmamızın utancını, hüznünü, öfkesini bir kez daha yaşadık. Kalbimizi acıtan en çok bu idi. Şöyle bir kafasını kaldırıp da baksa şehidin biri; yaladığı çanağın sahibinin kendisini kurtarmasını bekleyerek menfezlerde kuyruğunu kıstıranın hâlâ hayatta oluşuna, bu katliama tiyatro diyen ama tiyatronun âlâsını icrâ eden palyaçoların hâlâ bu ülkede ekmek yemesine, o hokkabazların dizilerini izleyip, filmlerine para verip de 15 Temmuz günü de meydanları ağlama duvarı sanıp, günah çıkartmaya gelmiş olanların hâline bakıp için için kan ağlayarak (o da kalmışsa) başını gerisin geri toprağa koyacaktır. O gece şehitlik mertebesine ulaşanlar biliyorlardı ki; bu gece Bedir gecesi. Tüm samimiyetlerin ölçüldüğü, hesaplaşmanın kaçınılmaz olduğu günün geldiği, rahat koltuklardan sıyrılıp kara toprağa düşme vaktinin hasıl olduğu gecenin bu gece olduğunu idrak etmişler, kefenlerini giyerek meydanlara koşmuşlardı. Biliyorlardı ki; artık siyah ile beyaz birbirinden ayrışacak, griler toz duman olacak, İslam sancaktarlığını yapan bir ülkenin hak ettiği ünvana kavuşmasını bu gecenin sabahında elde edecekti.
    
Ne yazık…Öyle olmadı Halil Abi, Erol Abi, Cennet, Zeynep, Kübra Abla…

Her metre karesine 5 hain düşen bir ülkenin kaderini Monşerler, Misterler, Misisler’le tayin etmeye çalışmanın sancısı, acısı bizi yakarken, bir de bu dehşetengiz geceyi tiyatro addedip, şehitlerin kanına da domates suyu diyecek kadar aklı tatile göndermiş güruha kendimizi anlatma ve sizi kutsama çabası içerisinde yol alıyoruz.

Geçen 3 yıl içerisinde ne mi değişti Halil Abi? Anlatayım;
                      
Çok acımız var. Rüzgârda fönü bozulan saçlar, kırılan tırnaklar, çanta ile uyumlu olmayan ayakkabılar, pardesüyle rengi tutmayan eşarplar, son model olmayan telefonlar, arabalar, çatlatıp öldürecek kadar görkemli olmayan mobilyalar, üstünde 50 çeşit nimet olup 51.’ncisi istenen sofralar, mağaza mağaza gezerken çekilen sıkıntılar ve dökülen kutsal ter…Allah’ım, bizi bu kadar büyük acılarla sınama. Altından kalkamayız, helâk oluruz dediğimiz çok acımız var.

Oysa o gece yavrularını son kez öpüp eşine son kez sarılan sendin değil mi? Allah’ın, sana samimiyetinin derecesini göstermesi için rahat koltuğunu terkedip meydanlara inen, Müslüman’ım demekle yetinmeyip, Mümin olduğunu âleme haykıran, Ebu Tâlip’in imanını red edip sadece sevmekle kalmayarak ölmeye de hazır, tüm rahatının sana rahatsızlık verdiğini kabul ederek köprülere koşan sendin değil mi? Tartalım önceliklerimizi de, seni öyle konumlandıralım. Kırılan tırnağının acısını dert edinmiş biri şehit komiser Demet’in annesinin acısını kaç kilo tırnakla tartacak? Ya da;

Modelini beğenmeyip de gece gündüz bilmem kaç beygire denk araba kovalayan biri şehit Dursun’un,  Suat’ın,  Muhammet’in eşinin acısını kaç model acılarla yarıştıracak?

Sen mertebenin en yücesinde konumlanırken,  biz hangi ücrâda kendimize yer tutalım şimdi?

Hangi rahat köşeden vatanı savunalım,  hangi şatafatın arasından Cennet’e göz kırpalım? Hepimiz adına öyle bir mücadele verdin ki,  bize savunacak dava kalmadı da kendimize soğandan,  patatesten davalar yarattık.

Yok,  biz anlamadık 15 Temmuz’u.

Ülkede hâlâ bu katliama tiyatro diyenler ekmek yiyebiliyorsa,  Mister dört nal kılıklı herifler siyaset yapabiliyorsa,  menfezlerde köpek besleyebiliyorsak,  tası tarağı toplayıp terkedelim ülkeyi. Biz bu işi kotaramayacağız. Hâlâ ülkenin kaderini bu tiplere teslim ediyorsak, kefenini giyip meydanlara inin çağrısını yapan bir adama hâlâ ders verme adına şamar atabiliyorsak,  bekâ derdi yerine birbirimizi faka bastırma derdiyle bir başka partinin kucağına teslim ediyorsak; bir daha darbe teşebbüsünde bulunulduğunda meydanlarda Halil’i,  Erol’u,  Demet’i,  Ayşe’yi göremeyeceğiz.

Film,  fırıldağı iyi çevirenler;

İnsana ve dünyaya tiyatrolarının sahnesinden bakanlar, 

Ölümün sahtesine dizilerinde klark çekerek inandırmaya çalışanlar, 

Ölümün tekrarını çekemeyecek olanlara klaket şaklatıyorlar.

…Ve benimle aynı davayı savunduğumuzu söyleyen kardeşim,  şehidine küfretmesi için hâlâ kendi cebinden bu ithâl parazitlere para ödüyor.

Yok yeaaa; Erdoğan’a ders vermek için şamar attığını sanan,  patates krizine girenlerle aynı safta yer alan,  burjuva dertler edinip istikameti ıskalayan,  şehidine,  değerlerine gece-gündüz küfreden kanalların karşısında oturma organını dinlendirip eğlence saati adı altında türlü ahlâksız dizilere çekirdek çitleyerek eşlik eden biriyle aynı safta yer almadım,  almayacağım.

Bizim niceliğe değil,  niteliğe ihtiyacımız var. Şerefli ve şuurlu bir azınlık,  şuursuz ve amaçsız bir çoğunluktan daha evlâdır. Bu vatan şamarla,  patatesle,  soğanla kazanılmadı ki onlarla kaybedilsin.

Her evden bir Halil,  bir Erol,  bir Tayyip,  bir Ayşe,  bir Demet çıkartmak boynumuzun borcu olsun. Zira onlara çok ihtiyaç olacak efendim. Patates isteyen çamura,  şehadet isteyen er meydanına lâyıktır.