Sizi bilmem ama ben bağımlılığın ne kadar önemli bir konu olduğunu bilen biriyim. Şimdi sizin aklınıza hemen alkol ya da sigara bağımlılığı gelmiştir. Ama ben bunların hiç birinden bahsetmeyeceğim. Özellikle traji komik ve ilginç bağımlılıklardan sizlere bir kaç örnek sunacağım.

Lise yıllarında derslerden kaçıp kıraathanelerde arkadaşlarla tavla v.b. oyunlar oynar kahve içerdik. Bizim bir bağımlı arkadaşımız vardı Cengiz, ondan ne çektiğimizi bir biz bir de Allah bilir. Adam ne zaman kahve içse fincanı hemen ters çevirir, sürekli fincanın dibini yoklayıp soğuyup, soğumadığını kontrol ettikten sonra, fincanı topluluktan birimize uzatıp: “Oğlum şu benim falıma sevabına bir bakıver.” derdi. Biz bu inekten yakamızı kurtaramayacağımızı bildiğimiz için fincanın içine bakıp deli saçması bir sürü senaryolar uydururduk. O zamanlar öyle kafe falan yok. Kız arkadaşlarla grup olarak çıktığımız zaman ya pastaneye giderdik veya parklarda oturup muhabbet ederdik.

Hiç unutmam 19 Mayıs etkinliklerinden dağıldıktan sonra pastaneye gidip oturduk. Kız arkadaşlar farklı farklı içecekler söylediler biz de büyüklere özentimiz olduğundan orta şekerli kahvelerimizi ısmarladık. Yanımda oturan Fevzi arkadaşım kulağıma eğilip: “Oğlum biz hatamı ettik ne?” dedi. Bende onun kulağına fısıldayarak: “Ne oldu ki? Ne hatası söylesene?” Fevzi: “Ya şimdi bu inek yine fincanı ters çevirip fala bakın diye tutturacak. Kızlarla muhabbet edeceğimize bu ineğin falına mı bakacağız?” dedi. Ben Fevziye peki ne yapacağız diye sormaya kalmadı kız arkadaşlardan Ceren bize dönüp: “Ne öyle kulaktan kulağa fısılda şıp duruyorsunuz? Toplumda böyle hareket etmenin ayıp olduğunu bilmiyor musunuz?” dedi. Oysa Ceren’in bilmediği çok önemli bir konu vardı ortada. Birazdan arkadaşımızın bu bağımlılığından nasibini alacaktı. Fevzi iki eli ile yüzünü ovuşturduktan sonra Cerene cevap verdi: “Yok ya önemli bir mevzu yok zaten birazdan sizde konuya vakıf olacaksınız.” dedi. Tabi bizim Cengiz arkadaşımız her zamanki gibi kahvesini bitirip ters çevirince Fevzi tekrar kulağıma eğilip: “Eyvah oğlum kâbus başlıyor. Acaba fincanı kime uzatıp falıma bak diyecek bu zevzek?” Ben kızlar tedirgin olmasın diye Fevzi’nin ayağına hafif bir tekme attım. Parmağım ile sus işareti yaptım. Bu arada bizim Cengiz fincanı kaldırıp tam Turgut’a uzatacaktı ki Serpil atıldı: “Ooo Cengiz seninde mi fal merakın var?” dedi. Cengiz hafif sırıtarak: “Evet ya ne zaman falıma baktırsam söylenenlerin çoğu çıkıyor. Bizim Remzi benim hep falıma bakardı ama o bu gün burada yok.” dedi ve Serpil Cengiz’in sözünü tamamlamadan: “Önemli değil Cengiz ben de çok iyi kahve falına bakarım. Ver istersen ben bakayım.” dedi. Cengiz sanki büyük bir hazine bulmuş gibi neşeyle fincanı Serpile uzatıp: “Neyse halim güzel çıksın falım.” diyip fincanı Serpil’e verdi. Serpil fincanı eline alıp sağa sola çevirip: “Hııım!... Oooo! Ohh, oh, oh bu da ne böyle?” diyince bizim meraklı Cengiz: “Ne görüyorsun Serpil söylesene meraktan çıldıracağım yaa!” Serpil iyice fincanın içine bakıp konuşmaya başladı: “Cengizciğim sana çoook uzun bir yol görünüyor arkadaşım.” Cengiz merakla masanın üzerine doğru iyice eğilip Serpil’e: “Nereye gidiyorum Serpil o da görünüyor mu?” Serpil gizemli ve ciddi bir tavırla: “Tabii görünüyor Cengizciğim. Hemde açık ve net bir şekilde.” Serpil çok biliyormuş edası ile fincanı yanında oturan Ayşegül’e uzatıp: “Bak Ayşegül, şu uzayıp giden çizgiyi görüyor musun? İşte bu uzun bir yolculuğu simgeliyor.” Ayşegül’de anlıyormuş gibi: “Aaaa evet ya doğru söylüyorsun Serpil.” Diyince herkes merakla fincana bakmak istedi. Fincan neredeyse tüm masayı dolaştı. Herkes Serpilin sözünü doğrular gibi: “Evet, yaa doğru. Çok uzun bir yol görünüyor diyince Cengiz iyice meraklanmış heyecanla: “Yaa tamam anladık uzun bir yol görünüyor ama nereye gidiyorum onu söyle Serpil arkadaşım!” Serpil yine gizemli bir tavırla dudağını bükerek: “Cengizciğim söylemeye dilim pek varmıyor ama; nasıl söylesem ki!?” diyince Cengiz artık patlama noktasına gelmişti. Tabi bu arada bizde merak etmiyor değildik. Acaba Serap bu yolculuğun nereye olacağını söyleyecek diye derken Serap: “Cengizciğim gerçekten çok üzgünüm ama bu yolculuk!” dedi ve yine durakladı. Cengiz artık kabına sığmıyor yerinde duramıyordu. Serpile: “Haydi, be kızım meraktan kalbim yerinden fırlayacak söyle artık nereye gideceğimi!” Serpil ağzını araladı, dudağını hafif ısırdı ve: “Arkadaşım gerçekten çok üzgünüm ama galiba bu uzun yolculuk ahrete!” Masada ki herkes gülmemek için kendini tutmuş Cengiz’in hal ve hareketlerine odaklanmıştı. Cengiz’in bir anda yüzü düşmüş, yerini büyük bir endişe ve korku kaplamıştı. Biraz durduktan sonra, ağlamaklı bir sesle kendini toparlayıp: “Peki bu yolculuğun zamanı belli mi Serpil?” diyince ben ve Fevzi koptuk adeta gülme krizine girmiştik. Cengiz dayanamayıp: “Ayıp yahu sözde arkadaş olacaksınız. Benim daha ne kadar yaşayacağım belli bile değil siz halime gülüyorsunuz.” dedi ve tekrar Serpil’e dönüp: “Serpil ciğim ne olur bana ne kadar ömrüm kaldığımı da söylermisin?” Serpil hiç ciddiyetini bozmayıp, fincanı yine sağa sola çevirdikten sonra Cengiz’e: “Bir ay mı desem, on gün mü desem... Yok, yok bir kaç ay sanırım.” Serpil Ayşegül’e yine fincanı uzatıp: “Sende bir bak Ayşegül, öyle değil mi? Sanki bir kaç ay gibi bir zaman sonra bu yolculuk.” Ayşegül de anlıyormuş edası ile: “Evet ya doğru kız pek de vakti kalmamış zavallının.” Cengiz iyice moda girmiş ciddi, ciddi bir kaç ay sonra öleceğine inanmıştı. Masadan bir ok gibi fırlayıp kalktı ve pastaneyi terk etti. Bizde hep birlikte gülüp eğlendik. Meğer Serpil Cengiz’in kahve falı bağımlılığını bildiği için böyle bir oyun oynamış tabi bize bunu açıklayanca günün eğlence konusu olmuştu. Ancak bu şakanın daha sonra nasıl bir acı ile sonuçlanacağını biz hiç tahmin edememiştik ama ertesi gün Cengiz’in okula gelmeyişi neticesinde acı gerçeği öğrendik. Cengiz bizden ayrıldıktan sonra eve gidip annesinin kullandığı bir tüp ilacı içip intihar etmeye kalkıştığını ve daha sonra acilen hastaneye kaldırılıp midesinin yıkatıldığı haberini almıştık. Bu haber bizde gerçekten büyük bir şok etkisi yaratmıştı. Öte yandan Serap yaptığı bu şaka karşısında kendini suçlu hissetmiş o gün hiç durmadan iki gözü iki çeşme ağlamaktaydı. Biz sınıf olarak Cengiz’i hastanede ziyaret ettik. Serap Cengiz’e şaka yaptığı anlatmasına rağmen o hala işin ciddi olduğunu fincanda görünen yolun ecel yolu olduğuna kendini şartlamış gibiydi. Aradan bir hafta geçmişti. Cengiz iğleşip kendine gelmiş okula gelmişti. Ama o eski Cengiz değildi sanki. Ders dinlemiyor uzun, uzun dalıp, dalıp bir yerlere gidiyor, zaman, zaman kendi, kendine bir şeyler mırıldanıyor ve garip davranışlar sergiliyordu. Bu durum bizi endişelendiriyordu. Hiç unutmam Cumartesi günüydü. (Bizim zamanımızda Cumartesi günleri üç ders görürdük) derslerimiz bitmiş paydos olmuştu. Cengiz öğretmen masası üzerine çıktı, bütün sınıf merak ve endişe dolu gözlerle onu izliyordu. Ve Cengiz sınıfa hitaben: “Arkadaşlar sizlerle kaç yıldır arkadaşlık yaptım. Şimdi artık ayrılık vaktidir. Sizleri üzüp incitmiş olabilirim. Bunun için hepinizden helallik almak istedim.” diyince, ben, Fevzi ve Serpil atılıp, yaptığı bu davranışın yanlış olduğunu söylemeye çalıştık bir şakayı insan bu kadar ciddiye almamalı dediysek Cengiz adeta kendini kaptırmıştı. İlle de helallik almak istiyordu. Bizde bütün sınıf gönlü hoş olsun diye, “helal olsun Cengiz” demiştik. Araya Pazar girmişti, biz Cengiz’i göremedik. Pazartesi oldu Cengiz okula gelmedi. Sınıfta bir panik havası esmeye başladı. Cengiz neden okula gelmedi yoksa yine intihar mı etti? Şüpheleri ve dedikoduları sınıfta yayılmaya başladı. Sonun da ben herkesi yatıştırmak amacıyla: “Arkadaşlar telaşa mahal yok ders bitiminde hep beraber Cengiz’in evine gidip durumu öğreniriz.” Herkes sakinleşti. Biz son dersin geçmesini iple çekmeye başladık. Neyse paydos zili çalar çalmaz defterini, kitabını, çantasını kapan soluğu Cengiz’in evinin kapısı önünde aldı. Cengizlerin evi eski Rus yapısı bir bina idi. Kocaman bir bahçe kapısı vardı iki kanatlı. Kapı kanatlarından birinde ise insanların girebileceği kadar küçük bir kapı yer almaktaydı. Kapıyı açıp bahçeden içeri girdiğimizde Cengizlerin evinin bahçeye açılan kapısında bir kalabalık gördük. Hepimiz yıldırım çarpmış gibi dona kalmıştık. Fevzi yanıma yaklaşıp: “Eyvah oğlum bu Cengiz yine bir delilik yapmış galiba!” dedi. Bende konuşacak hiç hal yoktu. Bacaklarım eksi 40 derecede kalmışım gibi titriyor kelimeler adeta boğazımda düğümleniyordu. Hele Serpil’i görmeyin Ayşegül ile Meralin kolları arasında yere yığılacakmış gibi hali vardı. Kapı önünde biriken topluluktan biri bize yaklaşıp: “Ne o çocuklar Cengiz için mi geldiniz?” diye sorunca biz hepten bitmiştik. Ben sanki sınıftaki arkadaşlardan daha mı cesaretliydim bilmem, hemen atılıp: “Evet, kendisini çok merak ettik. Bugün okula gelmeyince bir bakalım demiştik.” Adam serinkanlılıkla normal bir şeymiş gibi bize: “Çocuklar geç kaldınız Cengiz’i az evvel yolcu ettik.” Demez mi? Benim bacaklarım tutmaz olmuş hemen oraya çömelip iki elim ile yüzümü kapatırken, Serpil’in yere yığıldığını fark ettim. Kız bayılmıştı. Orada ki topluluğun hepsi bize yönelmiş, Serpil’i ayıltmak için evden su, kolonya getirip Serpil’i ayıltmaya çalışıyorlardı. İçlerinden birisi nihayet bize sordu: “Çocuklar Cengiz’i ne kadar çok seviyormuşsunuz? Bravo size. Böyle güzel bir arkadaşlık bağına ilk kez tanık oluyorum. Doğrusu beni bile duygulandırdınız.” Diyince yine ben devreye girip: “Bu ne rahatlık böyle ağabey, bizim canımız yanıyor sen neden söz ediyorsun. Tabi ki arkadaşımızı çok seviyoruz. Biz üzülmeyeceğiz de kim üzülecek?” dedim ve beni bir ağlamak tuttu. Benimle beraber bütün sınıf ta ağlamaya başlamıştı. Cengizlerin evinden ağabeysi Mahmut’un bize doğru yaklaştığını gördüm. Benim hıçkırarak ağladığımı görünce beni teselli etmeye geldiğini sandım. Mahmut ağabeyi yanıma gelip eliyle omzuma vurarak: “Ne bu kadar üzülüyorsunuz oğlum? Topu temeli Cengiz iki günlüğüne bizim köye gitti. Cengiz babaannesine çok düşkündür. Babaannesi hastalanmış onu görecek iki gün köyde kalıp dönecek. Haydi, toparlanın ve kendinize gelin. İki gün sonra arkadaşınıza kavuşursunuz merak etmeyin.” Deyince bizim ne sevinmeye nede toparlanmaya halimiz kalmıştı. Böylesine bir sarsıntı yaşayacağımız hiç aklımızın ucundan geçmemişti doğrusu. Ben Serpil’in yanına gelip artık kendine gelmesi için dil dökmeye başlamıştım. Neden sonra Serpil biraz kendine gelmiş, bana dönüp: “Bir daha hayatım boyunca böylesine bir şaka yapmayacağım Yusuf” dedi. Aman siz, siz olun sakın her hangi bir şeye bağımlı olmayın!...