Size 1972 yılında psikolog Walter Micheal’in geliştirdiği Marshmallow(şekerleme) testi’nden bahsetmek istiyorum. Test çok basit; 4-6 yaş arasındaki çocuklar teker teker bir odaya alınıyor ve önlerine bir şekerleme koyuluyor. Şekerlemeyi koyan kişi çocuğa; “Şimdi odadan çıkacağım, ben geri dönene kadar bu şekerlemeyi yemezsen sana dönüşte bir tane daha vereceğim” diyor ve odadan çıkıyor. Çocukların büyük kısmı deneyi uygulayan kişi odadan çıkınca şekerlemeyi yiyor. Az miktarda çocuk ise sabrediyorlar. Deneyi uygulayan kişi kısa bir süre sonra geri dönüyor ve o şekerlemeyi yemeden sabredebilen çocuklara bir şekerleme daha veriyor.

Test sonrasında Walter Micheal teste tabi tuttuğu çocukları yıllarca izlemeye devam ediyor ve çok önemli bağlantılar yakalıyor. Buna göre hazzı erteleyebilen çocukların gelecek hayatlarında diğer çocuklara oranla çok daha başarılı oldukları görülüyor. Şekerlemeyi yemeden bekleyebilen çocukların çok daha yüksek eğitim seviyesine ulaştıkları, kötü alışkanlıklarının çok daha az olduğu, insani ilişkilerinin ve sağlıklarının çok daha iyi olduğu görülmüş. Yani hayattaki başarı daha büyük bir amaç uğruna mevcut zevklerini erteleyebilmene, hedeflerin için fedakârlık yapabilmene bağlı. Araştırmacılar bu özelliklerin sonradan kazanılabilen ve geliştirilebilen özellikler olduğunu söylüyorlar.

İnsan beynini ele aldığımızda kabaca iki bölümden oluşuyor. Bir tanesi bütün memeli hayvanlarda bulunan duygu merkezi diye kabul ettiğimiz beynimizin iç kısmı “Limbik Sistem”. Diğeri ise beyin kabuğu yani “Korteks”. Korteks sadece insanlarda kalın bir şekilde bulunuyor ve korteksin özellikle “Frontal Lob” diye tabir edilen ön kısmı bizi diğer canlılardan ayıran bölüm. Limbik sistem bize korkularımızı, şehvetlerimizi yani duygularımızı veriyor. Frontal Lob ise dürtülerimizi kontrol eden, ahlak kurallarını veren bölge. Frontal lobumuz alnımızın arkasında bulunur ve burası hasar gördüğünde hayvandan çok farkı olmayan, ahlaki duyguları önemsemeyen, dürtüleriyle hareket eden insan çıkar ortaya.

Bir insanı bir hayvandan ayıran en önemli özellik insanın gelecek planı yaparak daha üst bir hedef uğruna hazzı erteleyebilme becerisidir. Hiçbir hayvan ilerideki bir meseleyi algılayıp şu anki hazzı erteleyemez. Siz hazzı anında yaşama programlı bir insan yetiştirirseniz, “ben çektim çocuğum çekmesin” derseniz, daha bir şey istemeden onun önüne her şeyi yağdırırsanız, günümüzde çokça görülen en ufak bir olumsuzluğa bile tahammülü olmayan mızmız, şımarık ve sorumluluk almayan çocuklar yetiştirirsiniz.

Bir Müslüman için yaşamımızdaki en önemli hedef “Allah’ın rızasını kazanmak” olmalıdır, bu cennete girmekten bile daha büyük bir hedeftir:

Allah, mümin erkek ve kadınlara altından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetleri ve Adn Cennetleri'ndeki güzel meskenleri vadetmiştir. Allah’ın rızası ise hepsinden daha büyüktür. Bu, kurtuluşun en büyüğüdür. (9/Tevbe 72)

En temel yaşamsal ihtiyacımız yemek ve içmektir. Oruç ibadetinde bir insan, yemeğe erişebildiği halde en üst hedef olan Allah’ın rızasını kazanmak için özgür iradesiyle iftara kadar sabretmekte dürtülerini kontrol etmektedir.

Yine her türlü imkânı ve potansiyeli olduğu halde, Allah’ın rızasını kazanmak için iffetini koruyan, kendisini eşine saklayan bir genç, şehvetini kontrol etmektedir.

Bunlar gibi meydan okumalar iradeyi güçlendiriyor. İrade güçlendikçe iç kontrol artıyor ve iç kontrol arttıkça beşerlikten insan olmaya doğru basamakları tırmanıyoruz. İrade, akıl ve vicdan geliştikçe insan daha da insan oluyor. Frontal lobumuz, yani insanlara has bölgemiz hayvanlarla paylaştığımız limbik sistemi ne kadar kontrol edebiliyorsa işte o kadar insanız.