Başkanlık sitemi nedir diye sorar ve bunun cevabını merak ederseniz, internette sayısız tanım bulabilirsiniz. Bulacağınız tanımlar içerik itibariyle birbirine benzer olacaktır. Sonuç itibariyle bu sitemin ne demek olduğunu öğrendik varsayalım. 

Ne işimize yarayacak? Gerçekte bizi ilgilendiren esas mesele sitemin başkanlık, yarı başkanlı, aristokrasi, demokrasi, sultanlık, krallık vesaire olması değil, adı ne olursa olsun uygulanan ve uygulanacak sitemin bireye ve topluma kazandıracağı değerlerin içeriği ve uygulamasıdır. Ülkemizde bir parlamenter yönetim siteminden, başkanlık sitemine geçişin bir öz eleştirisi yapılacak olursa , burada ülke ve millet olarak kazanım ve kaybettiklerimizi masaya yatırmamız gerekir. Yapacağımız değerlendirmenin müspet ve menfi sonuçları bize değişimin olumlu yada olumsuzluğu hakkında bilgi verecektir. Peki değişime giden süreç bu yoldan mı geçti? Hayır, birey ve toplum olarak, hiç kimse bu şekil bir değerlendirme sonucu yeni sisteme karar vermedi. Karar veren biz olmadık ama oy veren biz olduk. Şimdi adına ne derseniz diyin ama gerçek şu ki, değişimin yegane sebebi, var olan bir şeyin hantallık ve yetersizliğinden kaynaklanır. Bu anlamda değişim kaçınılmazdır. Bu bilgiler doğrultusunda başkanlık sitemine bir tanımlama yapacak olursak bunun adı ülkenin idari, siyasi, sosyal, ekonomik sorunlarının çözümü ve çağın gereklerine cevap verecek şekilde yeniden dizayn edilmesidir diyebiliriz. Çünkü yıkılan, yok edilen, bir şey yok. Buna karşılık var olan ama yetersiz olan bir sisteme işlevlik kazandırmak için ortaya konan bir azim ve kararlılık var. Tek ihtiyacımız olan bekleyip görmek. Her değişim ve her yeni başlangıç içerisinde umut barındırır. Beklenen süreçte hep daha iyi şeylerin olacağı , olumsuzlukların ve kötü gidişatın sona ereceği, refah ve aydınlık günlerin geleceği hayal edilir. Hiç kimsenin elinde sihirli bir asa yok ki , dokunduğunda her şey bir anda değişsin. 

Toplum olarak geleceğe umutla bakmak huzur ve refah içinde yaşama arzumuz belki en doğal hakkımız ama buna karşılık her şeyi devletten beklemek gibi kötü bir alışkanlığımızda var. Kimse bunu inkar edemez. Peki bizim devletimiz adına yapacağımız hiçbir şey yok mu? Tabi ki olmalı ama herkes bu soruyu kendine sormalı diye düşünüyorum. Bugün içinde bulunduğumuz ekonomik sorunların tamamından sadece bizleri yönetenler sorumlu değil, bizlerde sorumluyuz. Şöyle ki en basitinden ürettiğimizden çok tüketiyoruz. Burada Mahatma Gandhi’nin bir sözü aklıma geldi: “Dünya herkesin ihtiyacına yetecek kadarını sağlar. Fakat herkesin hırsına yetecek kadarını değil.” Bu ifade bir anlamda insanının dünyaya, dünyanın da insana bakışını tanımlamaz mı? Bizimde bu anlamda ülkemize bakmamız gerektiğine inanıyorum. Dünya da hiçbir ekosistem durup dururken kendine sorun çıkarmaz. Sorunların yegane sebebi insan faktörü ve onun doyum bilmeyen aymazlığıdır. Ülke sorunlarına çözüm noktasın da bize düşen görev çok geç olmadan ülkemizin gerçekleri ile yüzleşmek olacaktır. Amerikan Bilim Geliştirme Derneği tarafından yayınlanan bir makalede şu ifadeleri okumuştum; bir insan eğer havayı soluyabiliyor ama suyu içemiyorsa, geri kalmış bir ülkede yaşıyor demektir. Yok eğer suyu içebiliyor ama havayı soluyamıyorsa, kalkınmış bir ülkede yaşıyor demektir. Her iki durum dada mağdur olacak olan biz insanlar olacağız. Ülkemiz sorunlarına çözüm bulmada bize düşen yegane görev öncelikli olarak ülkemiz sorunlarını bilmektir. Bilinmeyen bir şey hakkında fikir yürütmek ve çözüm üretmek imkansızdır. Dolayısı ile ülkemiz sorunlarını öğrenmemiz sorunların çözümü adına olumlu bir gelişme olacaktır. Yoksa ister yöneten olun, ister yönetilen, bu böyle olmadıkça durumda bir değişiklik olmayacağı gibi birey ve toplum olarak bu gidişatın sonuçlarına katlanmak zorunda kalacağız. Şunu unutmamak gerekir; toplumsal değişim ancak bilimsel gelişimle olur. Doğrular okuyucuya hatalar bana aittir.