Değerli okuyucular, bugün içinde bulunduğumuz durum hepinizin malumu, siyasi ve sosyal ilişkilerden, beşeri düzeydeki ilişkilere kadar bir aile birimi içinde veya toplum içerisinde, birbirimizden izole edilmiş, özgürlüklerimiz sınırlanmış olarak yaşamımızı sürdürürken, yarın ne olacağız endişesini taşımaktayız. Yine hepinizin bildiği gibi dünyada 200’den fazla ülke bu salgın belası yüzünden milli sınırlarına çekildi. Ekonomiler, salgın bahanesi ile çökertilmeye çalışılırken, diğer taraftan 8,5 milyar olan dünya nüfusunun bir bahaneye dayalı olarak azaltılmasının pimi çekildi. Ulus devletler siyasi ve ticari ilişkilerini asgari düzeye indirdi. Tüm bu ülkeler de üretimler durduruldu. İnsanlık bir açlık ve sefalete doğru sürüklenmekte. Tabii gönlümüz her şeyin biran önce normale dönmesinden yana ama acaba öylemi olacak veya bu bir başlangıç mı daha sonra bizleri nelerin beklediğinden hiç bir fikrimiz yok.

Gerçek olan şu ki insanlık bugüne değin; monarşi, demokrasi, liberalizm, komünizm ve kapitalizm gibi siyasal ve sosyal düşünce ve hareketlere tanıklık etmiş olmasına rağmen ortaya konan bu değerlerin hiçbiri, insanlığa hak ettiği, onur, sevgi, mutluluk hoşgörü, adalet gibi insani değerleri veremedi. Bu değerlerin daha da yozlaşmasına vesile oldu. Hal böyle iken bu durumu gören ve dünyanın geleceğini yeniden şekillendirme yoluna giden üst akıl tabir ettiğimiz oluşum dünyanın bundan sonraki yönetimi ile ilgili çareler ararken, dünyanın bir şirket gibi tek merkezden yönetilmesinin daha uygun olacağı kararını mı verdi? Tabi bu benim şahsi fikrim değil, ABD’nin ünlü bir siyaset bilimcisi olan Robert D. Al Gore mi, yoksa George W. Bush mu başkan olacak derken, bu her iki adayın başkanlık seçim öncesi ABD’nin geleceği ile ilgili yazdığı makalesinde aynen şunları ifade ediyordu; bu seçimdeki ABD başkanı adayları farkında olmadan yeni bir imparatorluğun başkanı olacak, henüz olmayan bir imparatorluğun başkanı. Die Welt Gazetesinde de yayınlanan bu makalede, ABD’nin Ticaret Cumhuriyetinden, Uluslararası bir medeniyete dönüşmekte olduğuna dikkat çekiyordu. Bu ise yazılı olmayan bir dünya hükümeti var sayımını ortaya koyuyor. Yani yeni dünya düzeni veya global iktidar sitemi.

Soru? Acaba bizim siyasetçilerimiz veya siyaset bilimcilerimiz ülkemizin geleceğini nasıl görüyorlar. Biz bu değişen dünya düzeninin neresinde yer alacağız? Şimdi dünyada ve ülkemizde yaşanan Coronavirüs olayını bir virüsün Çinin Wuhan kentinde bir laboratuvardan kaçarak insanlığın baş belası olduğunu mu düşüneceğiz? Yoksa yeni dünya düzeni düşüncesine sahip olanların bunda hiç mi payı olmadığını kabulleneceğiz. Burada konu virüsten açılmışken birazda ondan bahsetmek istiyorum. ABD’de Nano teknolojisine Başkan Bill Clinton tarafından bundan yıllar önce başlatıldı ve ABD’nin en çok desteklenen projelerinden biri oldu. Bugün ise aynı konuda ABD, Çin, AB ve Japonya olmak üzere bir çok ülke birbiri ile kıyasıya yarış içindeler. İşin ilginç yanı Ulusal nano teknoloji planı bulunmayan ülkelerden biri de bizim ülkemizdir. Peki bu teknoloji dünya ve dünyanın geleceği için neden bu kadar önemli? Bu teknoloji 21’inci yüzyılın endüstriyel devrimi olacak. Zira nano bir teknik ölçü birimi olup, herhangi bir fiziksel büyüklüğün milyarda biri anlamına geliyor. Bu teknoloji sayesinde insan, insan gözünün görebileceğinin çok ötesindeki maddeleri görerek bu maddeler üzerinde teknik çalışmalar yapmaya imkan buluyor. Bu teknoloji ile ülkeler sivil, askeri, bilim, sağlık stratejilerini belirler hale geldiler.

Burada diğer bir soru, hangi ülke, ne ile ilgili çalışma yapıyor ve bu çalışmalar hangi aşamada. Bu çalışmalar gizli tutuluyor. Sağlık alanında nano teknolojisi, mikro biyoloji, aşı geliştirilmesi, tıbbi görüntüleme ve adını sayamayacağım daha bir sürü uygulamalara imkan verirken, bu teknoloji sayesinde öldürücü virüslerde üretilebiliyor. Bu alanda çalışmaları ile ünlü dünyaca tanınan Kimyager Prof. Charles M. Liber’dir. Bu zatı muhterem bir kaç ay önce ABD’nin gündemindeydi. FBI tarafından tutuklanıp, hapse atılmış. Daha sonra kefaletini ödeyerek serbest kalmıştı. Peki neden tutuklanmıştı? Çünkü işin merkezinde Çin’in Wuhan kenti ve Wuhan Teknoloji üniversitesi vardı. Bu dahi bilim adamı, uzun zamandan beri Çin’in Wuhan Üniversitesinden almış olduğu yüksek maaş ve primleri yanlış beyan etmiş, daha doğrusu vergi kaçırmıştı. Bu bilim adamının Çin’de proteinlerin ilk doğrudan elektriksel tespitini ve bireysel virüslerin seçici elektriksel algısını tespit etmiş olması artık günümüzde savaşların biyolojik savaşlara dönüşeceğinin bir göstergesi olabilir mi? Zira bu savaşın, kimin tarafından, hangi amaçla, hangi ülkelere yönelik olarak başlatıldığı bilinmiyor. Yani ortada suç yok, suçlu yok, sadece ölen masum insanlar ve ülkelerin ekonomik kayıpları var. Bu salgının nasıl ve ne zaman biteceği ise bu salgını ve saldırıyı başlatanın insafına kalmış gibi görünüyor. Bu insafsız virüs bütün insanlığı, evlerde yaşamaya mahkum ederken, kendisi, dünya ülkeleri arasında serbestçe dolaşıyor. Benim amacım ise sadece ve sadece insanlık adına ülke insanımıza, ülkemiz ve dünya sorunlarına bakışlarında bir farkındalık oluşturmak. Eskiden dışarda hayat güzeldir tabiri kullanılırdı. Şimdi ise, Evde Kal Hayatta Kal şekline dönüştü. Bir süre daha evde kalmaya devam edeceğiz. Bütün değerli okuyucularıma sabır ve sağlıklar diliyorum…