Korkuyorum.

Gelecek neslin yanlış insanlara dönüşmesinden, madde bağımlısı olmasından, ahlâk ve ruh dengesinin bozulmasından; toplumsal değil, bireysel düşünmesinden, maalesef ki yanlış siyasetçi, yönetici, ya da bürokrat olmasından korkuyorum.

O kadar da pesimist düşünmüyorum ama tanık olduğum bazı sosyal yozlaşmalar, beni çığırımdan çıkarıyor.

“Eveleme geveleme, çıkar ağzından baklayı be adam!” diyorsanız eğer, şöyle izah edeyim;

Geziyordum Çankaya’da.

Ayakkabı boyacısı bir çocuk, Karum’un önünde, sandığının üzerinde oturuyor.

Çağırdım yanıma. Yerinden ok gibi fırladı. Para vereceğimi zannetti zağar.

Gelirken, bi’çırpıda “cıgarasını” geriye doğru fırlattı. Gördüğümü fark etse de, nezaketen yanımda tüttürmek istemedi galiba.

 

Başını okşadım. Adını sordum; “Hasan’dır abey” dedi, şiveli şiveli.

Yaşı 15’miş. Ailesinin durumu pek iç açıcı olmadığından, çoğu kez okulu kırıp, ayakkabı boyacılığı yapıyormuş. Sigaraya da henüz sekizinde alışmış. Çevreden özenerek başladığını söylüyordu. Gözlükleri, numarası git gide değişen gözlerine fayda etmiyor, kaymasına engel olamıyordu. Biraz geri zekâlıydı sanırım.

Çünkü davranışları, soru sormaları, tuhaf şımarık halleri hiç de on beş yaşındaki çocuğunki-ne benzemiyordu. Acıdım haline. Tütünün zararlarından falan bahsedeyim derken, yanımıza ellilerde bi’abi yaklaştı. Kendi elindeki sigarasına aldırmadan, “nasihat” kervanımıza katıldı. Çocuğun, “ama sen de içiyon abey” diye çıkışmasına amcamızın, “ben dudak tiryakisiyim bana bakma, içime çekmiyorum ki” yönünde-ki ambalajlamasına hep birlikte şahit olmuştuk.

 

Neyse, ayaküstü hoşbeş ederken Hasan’la,

saçları alaca boyalı, file çoraplı, dar minili, dudakları pekmeze bulanmış, kulakları, çenesi, kaşları küpeye dolanmış bir kız, beraberinde fi-no niyetine gezdirdiği uçarı bir herifle önümüzden geçti.

Onların durumu daha vahimdi:

İkisinin de elinde birayla, parmak uçlarına tutuşturdukları sigaraları vardı.

Bir an durdular, tam dibimizde öpüşüverdiler. Kendilerine yöneltilen bakışlara aldırmadan…

Gamsızca, şuursuzca, zavallıca…

Hasan’ın bakışları, daha da ahmaklaşmıştı. Sesli düşündü o an;

Vay anasını beee! Millet neler götürüyo, bizde tık yok, anasını satim!

Özendiği şeye bakın! Özenti yaratan tiplere bakın!

Bunlar birer örnekti. Sanki “özgür”&teknolojik gençliğin içinden cımbızla çekilmiş iki ayrı numuneyle baş başaydım. Hem üzüntü, hem de şaşkınlığımdan, n’apacağımı şaşırmıştım.

“Biri yer, biri bakar, kıyamet ondan kopar” derler ya.

Bizim yaşadığımız da o hesap, anlayacağınız, memleket olarak.

Şimdi gel de bunlardan “gelecek” bekle.

Soruyorum sana vatandaş;

BU ÜLKE KİMLERE EMANET?