Ülkemizdeki Müslümanların büyük çoğunluğu, kâinatta açıklayamayacağımız olaylar olduğunu ve bunun Allah'ın varlığına delil olduğuna inanırlar, bu anlayış boşlukların tanrısı (God Of The Gaps) anlayışıdır. Onlara göre Allah sadece şapkadan tavşan çıkartır gibi yaratır. Bu görüşte olan insanlar bilime de mesafeli bakarlar. Rabbim yaratmış işte kurcalamayın deyip geçerler, süreçleri önemsemezler, ilgilenmezler.  Hatta süreci anladığında imanı sarsılanlar bile vardır.

Ateistler ise bu boşlukların giderek dolacağını iddia ederler. Onlara göre bilim bir gün her şeyi açıklayacak, böylece hiç boşluk kalmayacak, ateizm tam egemen olacaktır. Onlara göre her şey kör tesadüfler sonucunda oluşmuştur. Tabiat kanunları her şeyi açıklamaya yeter.

Oysaki Tabiat kuralları adı verilen “kanunlar, yasalar” kendi başlarına bir şey var etmeye muktedir olgular değil, “sünnetullah” yani Allah’ın evrenin işleyişine dair koyduğu kuralları, adetleri ve işleyiş prensipleridir.

İslam inancına göre ise tesadüfe yer yoktur, Allah bütün sürecin yaratıcısı ve hakimidir:

Gaybın anahtarları Allah katındadır; onları ondan başkası bilmez. Karada ve denizde olan her şeyi o bilir. Onun bilgisi olmadan bir tek yaprak bile düşmez. Yerin karanlıkları içinde bir dane, yaş veya kuru herhangi bir şey yoktur ki apaçık yazılı bir kaydı olmasın. (En'am suresi 59)

Evet İslam’a göre bir yaprak bile Allahtan habersiz kımıldayamaz, dolayısıyla tesadüfe yer yoktur.
Müslümanlar olarak bizim görevimiz ise bu yaprağın "nasıl" kıpırdadığı öğrenmek için elimizden geleni yapmak olmalıdır. Çünkü Kur’an’a göre Allah’a yalnızca ilim sahipleri hakkıyla saygı duyarlar:

İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kulları içinden ancak bilginler, Allah'tan (gereğince) korkar. Şüphesiz Allah daima üstündür, çok bağışlayandır. (Fatır suresi 28)

Esasen Allah’ın varlığı ile ilgili gerçek deliller, anlayamadığımız şeylerde değil, anlayabildiğimiz şeylerdedir. Bilim yapıyor olmamız, kâinatı anlayabiliyor oluşumuz, hatta matematiğin evrene uyumu bile Allah’ın varlığının delillerindendir.

Allah birçok ayette Kur’an ve kâinat üzerine derin derin düşünmemizi yani tefekkür etmemizi emreder:

Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler. (Ali İmran 191)

Bilim "nasıl" sorusuna cevap verir ve bir şeyin nasıl oluştuğunu açıklar. Ama bir şeyin nasıl oluştuğunu bilmemiz onun bir tasarımcısı olmadığı anlamına gelmez;
Lüks bir araba markasının bir modelinin motorunun nasıl çalıştığını tamamen kavradığınızı düşünün. Bu motorun işleyişini öğrenmiş olmanız bu motoru tasarlayan mühendisleri ve araba fabrikasını yok sayabileceğinizi göstermez. Aksine bu emeği öğrendikçe bunu tasarlayıp üretenlere olan hayranlığınız ve saygınız artar.

Gelmiş geçmiş en büyük bilim adamı kabul edilen İsaac Newton yer çekimi kanunu keşfettiğinde, işte ben güneş sistemindeki gezegenlerin nasıl hareket ettiğini buldum demek ki Allah’a ihtiyaç yokmuş demedi. Kâinatı bu şekilde tasarlayan Allah’a daha büyük hayranlık duydu ve daha çok ibadet etti. (Bknz:Principia).

Johannes Kepler gezegenlerin elips şeklinde hareketini bulup bunları matematiksel olarak tanımladığında bunların matematiğe uymasına çok büyük şaşkınlık ve hayranlık duydu, yaratıcıya olan imanı arttı.

İşte ben de big bang teorisini, kâinatın büyüklüğünü, canlıların tekamülünü, genel göreliliği, DNA’yı, kuantum fiziğini, atom altı parçacıklardaki standart modeli ve bunlar gibi nice Allah’ın kâinat kitabı ayetlerini öğrendikçe bilgim artıyor. Bilgim arttıkça Allah’ın sanatına daha iyi tanıklık ettiğimi hissedip ona daha büyük hayranlık duyuyorum.

Ben imanımı “boşlukların tanrısı” üzerine temellendirmiyorum. Bilim beni hayran bırakan şeyler sunuyor ve ben bunları kapasitem dahilinde anlayabiliyorum. Anladıkça inancım daha fazla artıyor ve Allah’ın yaratma sanatına şahit oldukça “suphanallah” diyorum.