Çalışmak, dinimizin emrettiği, şart koştuğu temel bir  husustur.  Emek sarfetmeden, ter dökmeden kazanılanlar bir değer ifade etmiyor. Allah;“İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır” buyuruyor. İnsanın tasarrufunda olan şeyler emek mahsulü olmalıdır. Emeklerinde karşılıksız bırakılmaması gerekir. İşçinin ücretini alın teri kurumadan veriniz, prensibi önemli bir uyarıdır.

Çalışma işçi ile işveren arasında bir hadisedir.  Biri sermayeyi diğeri emeğini ortaya koyacak, alın teri, göz nuru ve kol kuvveti birleşerek, iş ve iş hayatı temin edilecektir. İnsanların muhtaç oldukları iş kollarını açmak Müslümanlar üzerine farz-ı kifayedir. Toplumun ihtiyacı olan meslek ve sanat kollarını kurmak, ihtiyaç duyulan fabrikaları açmak varlıklı insanlara düşen görevdir. Bir gurup bu hizmeti görürse, diğerleri sorumluluktan kurtulur. Düşünelim ki; Uçak sektöründe hep dışardan ithal ediyorsak, ülkemizde bunu üretemiyor, dışa bağımlı kalıp, ülkemiz parasını yabancılara aktarıyorsak, bu meslekle iştigal eden bütün insanlar bundan sorumludur. Mutlaka üretilmelidir. Bu her iş ve meslek için aynıdır.

Çalıştırılan insanlar rahat ve huzur ortamında çalışmalıdırlar. Bir işçi sürekli huzursuz ve mutsuz olursa, verimli olamaz. Onun da evinin ihtiyaçlarını karşılamaya, hatta tatil yapmaya ihtiyacı vardır. Çalışan insanlara köle gibi davranmamak, onların onur ve itibarlarını korumak, iş sahiplerinin görevleridir. Çalışan insanlar arasında ücretler dengeli olmalı, aralarında büyük farklar olup, birbirlerine karşı kindar hale gelmemelidirler.

İşçi kendisine emanet edileni, korumak ve kollamak ile sorumludur. İşçilere güçlerinin üzerinde yük yüklemek olmaz. Hak ettikleri kazancı vakit geçirmeden, hatta terleri kurumadan vermek gerekir.

Gücüyle çalışan işçi,

Beyniyle çalışan usta,

Hem gücü, hem de beyniyle çalışan sanatkardır. Diye güzel bir söz vardır. Y.Emre ise; “Dağ ne kadar yüce olursa olsun, üstünden aşan bir yol bulunur.” Derken, zorluklara göğüs gerilmesini tavsiye eder.

19. yüzyılda İngiltere´de işçiler günde 15 saat çalıştırılır ve hiç tatil yapmazlardı. İlk defa tatil hakkı tanınca, üst sınıflar hiç memnun olmadılar. Yaşlı bir düşes şöyle dedi: “Yoksulların tatil neyine, onlar çalışmak için yaratılmıştır.” Derken, İslam bu olaydan 12 asır önce işçi haklarını teminat altına almıştı.“Altını ve gümüşü yığıpta onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu? İşte onlara elem verici bir azabı müjdele!”(Tevbe:35)  Kur´an-ı Kerim, stokçuluğu ve tembelliği bu ayeti kerimeyle yasaklıyor. Rızık telaşı dünyaya aşırı muhabbetten doğar.  

Hz.Peygamberimiz, alışverişte pazarlık yapılırken müdahale edilmemesini, ucuza temin etmek için kimsenin aldatılmamasını hatırlatır. Bir gün Medine pazarında, ıslak buğday satan adama “Bizi aldatan bizden değildir” buyurarak ikaz etmiştir. Ticarette müşteriyi etkilemek için yemin etmek uygun görülmemiştir.  Bir gönül ehli rızkı şöyle tanımlıyor;

Anadan doğunca  çulun, Var mıydı paran pulun,

Mevlâm yarattığı kulun,  Verir rızkını koymaz naçar.

Belh´li Şakik, ticaret yapmak için uzun bir yolculuğa çıkar. Kısa bir müddet sonra geri dönüp İbrahim b.Ethem´e uğrar. İbrahim b.Ethem, niye döndün diye sorar. O da; yolculuğumda bir handa, topal bir kuş gördüm. Bu nasıl geçinir, nasıl karnını doyurur, diye merak ettim. Baktım ki, bir başka kuş ona yiyecek taşıyor. Kendi kendime dedim ki; bir topal kuşun dahi karnı doyarken, ben niçin uzak diyarlara yolculuk ediyorum, dedim ve geri döndüm, deyince; İbrahim b. Ethem; Yazık sana Şakik, başkalarının yardımıyla yaşayan topal bir kuş olmaya razı oluyorsun da, hem kendisi hem de  başkalarına faydası dokunacak çalışkan bir kuş olmaya niçin razı olmuyorsun? Sen “veren elin alan elden üstün olduğunu” bilmiyor musun? Deyince; Şakik, nasihati kavrar, özür dileyerek, tekrar yola koyulur.

Bir kimseye bir balık verirsen o gün karnını doyurursun. Ama balık tutmayı öğretirsen her gün karnı tok olur. Bu prensip insanları işe ve çalışmaya teşvik eder.

Bugün uluslar arası ekonomik alanda büyük gelişmeler kaydediliyor. Maddi sermayenin yerini bilgi sermayesi, elektrik enerjisinin yerini nükleer enerji almış, kıtalar arası haberleşme yerine, gezegenler arası ulaşım ve iletişim gelişmiştir.

Kurduğumuz imparatorluklarla maddi güç ve hakimiyet sağladık ama, fikri ve ilmi hakimiyeti kuramadık. Yer altı ve yer üstü zenginliklerini hep yabancılar bulup işlettiler. Topraklarımızdaki zengin kaynaklara bile onların izni olmadan dokunamadık.

Biz  önce kendimize sormalıyız;

Helalinden kazanmaya gereken önemi veriyor muyuz? Fakir ve muhtaçları sevindirebiliyor muyuz? Mahallemizdeki hastaları ziyarete gidiyor muyuz? İlaç alamayacak derecede fakirleri bulup araştırıyor muyuz? Fakir ve zeki bir çocuğu keşfedip okutabilmek için harekete geçiyor muyuz? Haksızlığa uğrayan birini gördüğümüzde ona yardımcı olabiliyor muyuz? Kazandıklarımıza hükmedebiliyor muyuz? Yoksa kazandıklarımız mı bize hükmediyor. Kısaca yaptığımız işleri Allah rızası için yapabiliyor muyuz? Şayet evet diyorsak, bilin ki bahtiyarız. Şayet, dar gelirli biri isek, Aldığımız ücreti hak ettiğimize inanıyor muyuz? Aldığımız maaşı helal ettirebilmek için gerektiği kadar çalışıyor muyuz? İhtiyaçları karşılamak için gayri meşru yolları düşünüyor muyuz? Ve halimize şükredebiliyor muyuz? Bunlara da evet diyebiliyorsak, gerçekten bahtiyarızdır.

 

-------------------------------------

İmamı Azam Ebu Hanife ticaretle meşgul olurdu. O günkü deyimle Bezzaz idi, yani kumaş alır satardı. Havf b. Abdurrahman adında bir ortağı vardı. Ortağına bir gün mal gönderdi. Sonradan bu malda kusur olduğunu anlayarak, o malı satmamasını tembih etti. Fakat ortağı buna dikkat etmeyerek malı satmış, bedeli olan 35.000 dirhemi de Ebu Hanife´ye göndermişti. Ebu Hanife müşteriyi arattı, bulamadı. Bu parayı sevabı müşterisine ait olmak üzere fakirlere dağıttı. Dikkat göstermediği için ortağından ayrıldı.

İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır kuralı, ticaretle meşgul olup, insanların ihtiyaçlarını karşılayan ticaret erbabını da ihtiva eder. Yine peygamberimiz; “Doğru ve güvenilir bir tüccar kıyamet gününde şehitler ve peygamberlerle birlikte olacağını” (et-Tergib ve´terhib c.4,s76) müjdelemesi küçümsenecek bir hadise değildir.  “Tartı ve ölçüde haksızlık etmeyin, tartıyı ve ölçüyü doğru tutun.(Rahman;7) emri, tüccarların dürüstlüğünü ve güvenilirliğini vurgular.

Sen çalış ben yiyeyim anlayışında olan, hiç kimse bereket kapısını bulamaz. Hz. Peygamberimiz; “Çalışmaktan dolayı yorgun olarak akşama giren, günahları bağışlanmış olarak akşama girmiş olur” (et-Tergib ve´terhib terc.c.3,s.537)

Hz. Peygamberin eli nasırlaşan bir çiftçinin elini tutar, tokalaşmak ister. O çiftçi elini Allah Resulüne vermek istemez. Bu durum sonra şöyle açıklığa kavuşur. - Ey Allah´ın Resulü benim çalışmaktan patlamış ellerimi sizin güzel teninize değirip, sizi rahatsız etmek istemedim, demesi üzerine, sevgili Peygamberimiz; “Allah ve Resulünün sevdiği el budur” dediği, başka bir rivayette ise, “ben böyle bir el ile değil tokalaşmayı, o eli öperim” dediği nakledilir.

 

İmam-ı Şibli hazretleri der ki; “ Dörtbin hadis öğrendim, bir tanesini kendime rehber edindim. O da şu hadistir; Dünya için çalış, orada kalacağın kadar. Ahiret için çalış, orada kalacağın kadar. Allah´a ibadet et, ona olan ihtiyacın kadar. Cehenneme hazırlan, ona olan kabre kadar.”

Yıldırım Beyazıd, muhafızlarıyla çıktığı bir yolculuk sırasında, ihtiyar bir adamı bahçede çalışırken gördü. Selam verip, ne yaptığını sorar. İhtiyar; Meyva dikiyorum, der. Bu meyvaları yemek sana nasip olacak mı? Diye sorar. O da; Hiç sanmıyorum, ömrüm yetmez, der. O halde niçin uğraşıyorsun? İhtiyar; bizden öncekileri dikti biz yedik. Şimdi de biz dikelim, evlatlarımız yesin. Bu cevaba hoşlanan padişah ihtiyara bir kese altın verir.  İhtiyar; Allah´a şükürler olsun, bizim ağaçlar şimdiden meyva verdi. Der. Bu cevaptan hoşlanan padişah ihtiyara bir kese daha altın verir. İhtiyar. Ağaçlar yılda bir meyva verirken, benimkiler iki defa meyva verdi. Padişah tekrar bir kese daha uzatır, yanındakiler buradan kaçalım. Bu ihtiyar bizi beş parasız bırakacak diye espiri yaparak, ayrılırlar.

Sevgili peygamberimiz; “Ahiretin ihyası, dünyanın imarı ile mümkündür. Allah kulunu helal kazanç talebinden yorgun düşmüş görmeyi sever” (Tac.II/35) En kötü şartlar altında çalışmak başkalarına yük olmaktan iyidir. Hiçbir kimse kendi elinin emeği ile kazandığından daha hayırlı bir lokma asla yiyemez. Servet bir Müslüman için en güzel arkadaştır. Yeter ki, o servetinden fakire, yetime ve yolcuya vermiş olsun.

Kur´an´ın inmeye başladığı dönemde iktisadi ve ticari hayatta bozukluklar vardı. Kur´anın ilk ayetleri önce bu tabuları yıkmak için hükümler getirmiştir. Aslında Kur´an bir ekonomi kitabı değildir. Ama sönmeyecek ışığı ile iktisadi alandaki dertlere şifa olabilecek evrensellikte bir kitaptır.

Hicretten sonra Hz. Peygamber Müslümanları ticaret yapmaya teşvik etti. Çünkü o dönemde Medine´de ticaret Yahudilerin tekelindeydi. O günün Müslümanları kendilerini sömüren Yahudilere rakip çıktılar. Muhacir ve ensar Hz. Peygamberin tavsiyeleri ile hilesiz ve dürüstçe yaptıkları ticaret sonucunda, ticari hayatta söz sahibi oldular. O günün Yahudilerini ticari piyasadan sildiler.

İnsan, boş durmamalı, bir işe yaramalıdır. Yapılacak yığınla iş varken, bir mü´minin tembel tembel durması hayra alamet değildir. Müslümanın özelliği, çalışarak yorulmak olmalıdır. Zaten insan, zorlukla mücadele ederek, şahsiyetini bulur. İnsan ya dünyasına, ya da Mevlâ´sına doğru koşar. Ömrünü kimi kasasını, kimi ahiretini kazanmak için harcar. Şüphesiz ki, bu koşu bir gün bitecek, yolun sonuna varılacak. İşte o günde, hangi sevginin gerçek olduğu anlaşılacak. Çünkü insan ile birlikte mezarına sadece Salih ameli girecektir.

 

Bir ülkede akla ve ilme değer verilmezde, yalnız zenginlik ve paraya değer verilirse, bilinmelidir ki, o yerde, keseler şişmiş ama kafalar boşalmış demektir. Çünkü, zenginlik hizmet için kullanılması gereken bir araçtır. Tapılacak bir mabut değildir. En nihayet topraktan gelen insan yine toprak olacaktır. O kimsenin fazileti ve merhameti baki kalacaktır.

İlim tahsili ve çoluk çocuğunun rızkını temin için uzun yollara giden bir kişi, Allah yolunda cihatta gibidir. Yani bugün doktora yapmak için, yüksek öğrenim yapmak için gurbete çıkanlar yaşadığı yerden başka vilayetlere veya başka ülkelere giden gençlerimizle, yine rızık davası için uzak diyarlara yolculuk yapan işçilerimiz, iş adamlarımız, bu işlerini doğru dürüst yaptıkları sürece, Allah yolunda cihatta gibidirler. Başlarına bir kaza gelip ölseler, şehit hükmündedirler. Allah resulü bu uğurda gayret sarfedenleri bu şekilde tanıtıyor. Ama bugün bir çok Müslüman adeta tembellik abidesi olmuş. Bu halini birde dine mal etmesi yok mu? Bakın böylelerine cevabı M.Akif veriyor;

Çalış dedikçe şeriat çalışmadın durdun,

Onun hesabına birçok hurafe uydurdun,

Sonunda birde tevekkül sokuşturup araya,

Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya.

 

Bütün peygamberler bir meslek sahibidir. Hz.Adem (a.s) çiftçilik, Hz. İdris (a.s) terzilik, Hz.Nuh (a.s) marangozluk, Hz.Davut (a.s) demircilik, Hz.Yusuf (a.s) idarecilik, Hz.Süleyman (a.s) hasırcılık, Hz.İbrahim (a.s) dokumacılık, Hz.Zekeriya (a.s) çobanlık, Hz.Peygamberimiz ise, hem çobanlık hem de ticaret yapmışlardır.

Özetleyecek olursak; rızık peşinde koşmak sadece çalışmayla olur. Çalışan insanları Allah´ın çok sevdiğini, onların dünya ve ahirette kıymetli olduklarını anlıyoruz. Mehmet Akif´in dediği gibi, başka çıkar yol yoktur.

Allah´a dayan sa´ye sarıl, hikmete râm ol,

Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.

Allah bizleri hiç ölmeyecekmiş gibi dünyasına, yarın ölecekmiş gibi ahiretine çalışan bahtiyar kullarından eylesin.