Yaşadığımız dünya biz insanlara sunmuş olduğu imkan ve nimetlerin yanında, içerisinde kötülük unsurlarını da barındırmaktadır. Bir taraftan bu imkan ve nimetlerden sınırsıza istifade ederken, diğer taraftan kötülüklerle de mücadele etmek durumundayız. Covid-19 ile mücadelemizde işte bunlardan biridir. Yaşadığımız çağın insanlığa musallat ettiği bu kötülük virüsünün neler yaptığını hepimiz görüyor, duyuyor ve okuyoruz. Sorgulanması gereken ise; ülkemiz insanları olarak bize önerilen mücadele yöntemlerini nasıl ve ne kadarını uyguluyoruz. Dünyada var olan ve yaşayan her canlı ki bunlardan biriside insan. Yaşam sürecinde az veya çok acı ve ıstırap verici eylemlerle karşı karşıya kalır. Bu eylemlere kısaca değinecek olursak ilk akla gelenler; kaza, savaşlar, ölüm, hastalık, açlık, yoksulluk, sosyolojik eylemler kapsamında, hakaret ve haksızlığa maruz kalmak, hor görülme, dışlanma, korkmak, üzülmek, maddi ve manevi kayba uğramak ve daha bir çok psikolojik vakaları sayabiliriz. Bu gibi sorunlar bizleri her zaman ve her yerde bulmaktadır. Covid-19’un bulduğu gibi. Hayatın akışı içerisinde tezahür eden bu dramatik olayların çoğu bireyin ve toplumun hem sosyal hem de psikolojik dengelerini bozarak, birey ve toplumda daha farklı dengesizliklere neden olur. Yani bu gibi durumlarda bir kısım insanlar hemen ümitsizliğe ve karamsarlığa düşer ve bir çıkmaza saplanıp kalırlar. İşte tam bu aşama da insanın inancı ve kendine olan güveni her türlü olumsuzluk karşısında kendisine yeniden toparlanma gücü verir. İnsan bu saye de hayatla uzlaşı ve barış içerisinde varlığını devam ettirme imkanına sahip olur.

Esas itibariyle inançlı bir toplumuz. İnanç, inanan insanın tüm zaman ve tavırlarına yansıyan yerleşik bir tutumdur. Zamanda ve mekanda farklılık arz etmez. Bu yansıma inancın ve bağlılığın güçlü bir ifadesi olarak kişinin beşeriyetin da farkındalık ve pozitif bir değer yaratır. Bu değerin ülkemiz insanınca yaratılıp yaratılmadığı sorgulanmalıdır. İnanç sahibi her insandan pozitif etki artı değer beklemek, çok fazla iyimser olmak anlamına gelir ki, buda inandırıcı değildir. Zira insan tabiatı iyilik ve kötülük yapıcı güçlerin bir bileşkesidir. İnsanı var olan ve insan eliyle üretilebilen kötülüklerden tamamen arınmış olarak kabul etmek imkansızdır. İnsan karar ve davranışları itibariyle zaman zaman kötülük üretme çemberi içerisine girmektedir. İnsanca olan, işlenen eylemin ve yapılan kötülükten pişmanlık duyularak geriye dönüştür. (Buda yine sorgulanması gereken bir meseledir.)

Ülkemiz insanını ve toplumumuzu bu bakış açısıyla değerlendirmeye tabii tutarsak, öngörülen yasal tedbirlere neden riayet etmediğini daha iyi anlarız. Toplum olarak inançlı olmamıza rağmen bu konuda zafiyetlerimizin olduğunu da kabul etmemiz gerekir. Zira inancımızla eylemlerimiz arasında tutarsızlıkların olduğu da aşikardır. Bir virüsün yayılmasını önlemeye yönelik devletin uygulamalarına katılmıyor, kendimizde var olup olmadığını kesin olarak bilmediğimiz bir virüsün, taşıyıcısı olabileceğimiz gibi, bu virüsün esas muhatabı olarak başkalarına bulaştırma potansiyeli taşıyor olabiliriz. İnançlı kişinin bu tür davranışı İslam anlayış ve ahlakına terstir ama yapılıyoruz.

Yaşamak, hayatta olmak, güvende olmak, insanın temel iç güdülerindendir. Tehdit altında olmak ve yaşamak zorunda bırakılmak, kişinin bütün yaşam azmini ve etkinliklerini zaafa uğratır. İnanan insanın ümit ve güvenini besleyen, korku ve çaresizliğini azaltan bilgilenmenin yanında, manevi dayanak sadece yüce Yaratıcıya sığınmaktır. İnananlar olarak Allah’ın yardımına mazhar olmak istiyorsak, yardıma muhtaç olanlara da yardım elimizi uzatmalıyız. Bu konuda toplum olarak ne kadar sorumluluk sahibi olduğumuzu da ayrıca sorgulamalıyız.

Bizleri içinde bulunduğumuz durumdan kurtaracak yegane çare, yine bizleriz, bizler muhatabı olduğumuz bu virüsün etkilerden kendimizi izole ederek koruduğumuz gibi nesillerimizin de korunmasına vesile olacağız. Kurallara uyarsak uyumlu, uymasak sorumlu oluruz. Dolayısı ile mücadelemiz virüsten etkilenmemek için değil, ondan tamamen kurtulmak için olmalıdır.