Deprem insanlık tarihi boyunca çok büyük can ve mal kaybına yol açan ve yol açmaya devam eden bir doğa olayıdır. Ne yazık ki ülkemiz ve çevresi aktif tektoniği ile yıkıcı depremlerin yaşandığı bir bölgedir. Bu deprem coğrafyasın da yaşamaya ve var olmaya devam ettiğimiz sürece öngörülebilen, fakat kesin olarak zamanı ve şiddeti bilinmeyen periyotlar da bu doğa olayı ile ülkemizin farklı bölgelerinde yer alan, kasaba, şehirlerde yüzleşmeye mecburuz. İnsan oğlu, insanlığın var oluşu tahmin edilen 5 milyon yıldan beri geçirmiş olduğu evrimler neticesinde elde etmiş olduğu bilim ve teknoloji sayesinde uzaya gitmeyi başarmış olsa da, doğanın bu yok edici faaliyetine karşı henüz kesin bir başarı elde edememiştir. Yapılan teknolojik araştırmalar ve bilimsel çalışmalar deprem olgusunun önceden yer ve zamanı ile şiddetinin tespitinin belirlenmesinin insanlık adına bir çözüm olacağı düşünülse de, bu çalışmalardan vazgeçilmiştir. Zira böyle bir tespitin yapılmasının vereceği sosyoekonomik zarar, olası bir depreminkinden çok daha fazla olacağı tahmin edilmektedir. Dolayısı ile bu çalışmaların devamının bir anlam ifade etmeyeceği kanaatiyle bu çalışmalara ara verilmiştir. Burada şu soruyu sormak mantıklı olabilir; peki ne yapmalıyız? Adeta ülkemizle özdeşleşmiş bu doğa olayına karşı hiçbir şey yapmadan teslim mi olmalıyız? Yoksa önlem mi almalıyız? Öncelikli olarak şunu bilmeliyiz ki, dünyamız kendisini sürekli olarak yenilemekte olup, insan oğlunun kendisinden almış olduğunu bir şekilde geriye almaktadır. İnsanlık doğayla yapmış olduğu mücadelede hiçbir zaman başarı elde edememiştir. Buna rağmen bizler doğanın öz kaynaklarını kontrolsüz ve bilinçsizce tüketmeye, yok etmeye devam etmekteyiz. İnsanlığın bu tutumu yer kürede bir çok ve birbirinden farklı doğa alaylarının meydana gelişinin asıl sebebidir. İnsanlık bu hasmihane tutumundan vazgeçmediği sürece dünyanın çeşitli bölgelerinde ve de ülkemizde zincirleme doğa olayları olmaya devam edecektir. Esas itibariyle doğa olaylarının insanlığı cezalandırma gibi bir niyeti olmadığı gibi, depreminde ülkemizde can ve mal kaybına yol açması gibi bir niyeti olamaz. Zira depremler insan öldürmüyor, tam tersi insanların yapmış olduğu yapılar öldürüyor. Sebep yanlış yerleşim tercihleri ve yapılarının kalitesizliği yanında toplumsal duyarlılığın olmamayışı. Ayrıca ülkemiz insanının bilgi ve aklı beraber kullanma gibi bir beceriye sahip olmamalarını da buna ilave edebiliriz. Deprem bir felaket olabilir ama ondan daha büyük felaket cehalettir. Bizler deprem bölgesinde yaşadığımızı biliyoruz. Olan depremleri de yaşamasakta görüyor ve duyuyoruz. Bütün bunlara rağmen depreme karşı ilgisiz ve bilgisiz bekliyoruz. İlgilenmeden bilgilenme kendiliğinden oluşmuyor. Sonuç başımıza her ne geliyorsa kişisel ve toplumsal eylemlerimizin sebep ve sonuçları itibariyle gerçekleşiyor. Yaşadığımız bölge depremsellik açısından riskli bir bölge olup, bu bölgenin zemin yapısını, yapı teknik ve teknolojisini iyi bilmemizin yanı sıra, olası bir depremde bireysel ve toplumsal olarak nasıl davranmamız ve ne gibi önlemler almamız gerektiği konusunda bilinçlenmeliyiz. Bu anlamda devletin yapması gerekenler olduğu gibi, birey ve toplumunda üzerine düşeni yapması gerektiğine inanıyorum . Araç alırken kaportaya, ev alırken görselliğe bakarsak sonucuna da katlanmak durumundayız. Oysa araçta esas olan motor, yapıda esas olan depreme dayanıklılık önemli değil midir? İlçemizin toplam yapı stokunun 4/3 risk altındadır. Başka yerde olan burada olmaz zihniyetinden vazgeçip, ivedilikle beşeri hayatımızın vazgeçilmezi olan konutlarımızı ve binalarımızı olası deprem etkilerine karşı çek ettirmeliyiz. Olası bir depremin bölgemizde yaratacağı maddi ve manevi kayıpların sebebi deprem olmayacak, bizlerin ilgisizliği ve bilgisizliği olacaktır.