Okumak çok geniş bir kavramdır: "Bir şeyleri biriktirip sonra da başkalarına aktarmak. Öğrenmek, zihinde toplamak, algılamak, iyice anlamak ve bunları sonra başkalarına aktarmak, tebliğ etmek. Kitap gibi yazılı metinleri okumak. Dünyayı anlamak anlamında hayatı okumak." Nitekim Kuran ilk gelen suresi Alak´ın ilk ayetinin ilk sözcüğü Ikra´dır.Allah Kuran´da, üç kitaptan söz eder: Evren kitabı, insan kitabı ve Kuran kitabı. İlk emri de ´oku´dur. Demek ki sadece Kuran kitabını okumak yetmiyor bazen. Evren ve insan kitaplarını da bilmek gerekiyor. Çünkü bu kitaplar ve bu kitaplara konu edilenler birbirinden ayrı ve farklı değiller. Bunlar ayrı şeyler, farklı kavramlar ve ayrı meseleler olarak düşünülemez. Bu kitapların tamamının ve daha bildiğimiz bilmediğimiz her şeyin yaratıcısı ise Allah´tır. Allah´ın yarattığı her varlığı kapsayan ilkeler, düzen ve uyum ise ´evren yasalarıdır´. Yani Sünnetullah.
"Levh-i Mahfuz"un Allah katında yazılı büyük bir kitap veya kütüphane olmayıp her şeyin Allah tarafından eksiksiz bilindiğinin ve olan bitenlerin kayıt altına alındığının ifadesidir diye düşünüyorum.
İmamı Azam "Kuran, manadan ibarettir" der. Ve Kuran´da sadece Arapça değil İbranice, Aramice, Süryanice, Naptice, Habeşçe, Kıptîca, Farsça, Zencice, Rumca gibi başka dillere ait sözcükler de kullanılır. Böyle olması da Allah´ın ayetlerindendir; beyyinelerinden, kanıtlarından, tanıklarından, belgelerindendir. Keza Arapça bilmek, bir bilimdir; Kuran bilmek de bir bilimdir. Kuran´da asıl olan ise Kuran´ın, bir surenin veya bir ayetin ne demek istediğidir, ne anlatmaya çalıştığıdır. Kuran´daki sözcüklere takılıp kalındığında bazı bilginlerin kullandıkları kavram devreye girer ve "Kuran yorulur". Yani Kuran anlaşılmaz hale getirilir. "Kuran´da geçen kelimelerin bazıları sözlüklerde olmayabilir." der Musa Carullah.

KURAN´IN İLK METİNLERİ NEDEN HAREKESİZ YAZILDI?
Burada hemen şu soruyu sormamız gerekiyor: Allah Elçisi, kendisine gönderilen sureleri, ayetleri yazarken neden sadece harfler olarak yazdı ad harfleri harekelendirmedi? Bu soruları sormaz, üzerinde düşünmez ve nedenlerini, niçinlerini araştırmaz isek Kuran hakkında sağlıklı bilgi edinebilir miyiz?
Bugün biliyoruz ki, Kuran´da geçen her sözcük harekesiz iken otuz ayrı anlam taşımaktadır. Oldukça düşündürücü değil mi?

"ALLAH HANGİ DİLDE KONUŞUR?
Bazı insanlar var ki; Elçi, Tanrı gibi kelimelere takılıp kalıyorlar. Oysa elçi kelimesi, resul kelimesinin, Tanrı da Allah kelimesinin Türkçesi. Allah, sonsuz Rahmeti gereği her millete kendi dillerinde Elçiler ve kitaplar göndermiştir. Bunun anlamı da; Arapça bilmeyenler de meallerini okuyarak Kuran öğrenme ve anlama Hakkı´na en az Araplar kadar sahiptirler demektir. Çünkü Kuran´ın orjinal hali Rabçadır. Ancak, Kuran´ın gönderildiği Elçi Arapça konuştuğu için kendisine vahyedilen ayetleri kendi konuştuğu dil olan Arapça olarak yazıyor ve tebliğ ediyordu. Türkçe veya Çince konuşuyor olsaydı Elçi, o zaman da Türkçe veya Çince yazacak ve tebliğ edecekti.
Bazı Kuran kavramlarının, kelimelerin peşine takılıp kalmak ve Kuran´ın her kelimesini mutlaka Arapça olarak söyleyelim demek doğru değildir. Kaldı ki Kuran´da yalnız Arapça değil yukarıda işaret ettiğimiz gibi o zamanki Arapların kullandığı on kadar dilden kelimeleri Yüce Allah Kuran´da kullanmıştır. Zira insanları olduğu gibi tüm dilleri yaratan Allah´tır. Keza Allah nezdinde bütün diller aynıdır. Allah ne Arapça konuşur ne de Türkçe. Ama Allah, her konuşanın ne dediğini duyar, bilir ve anlar. Arapça dahil hiç bir dil kutsal değildir. Allah katında bir dilin öteki dilden en ufak üstünlüğü ya da bir farkı yoktur. Zira tüm dilleri,insanların tanışıp anlaşmaları için Bizzat Allah´ın Kendisi yaratmıştır.
Kelimelere takılıp kalmak yerine Kuran ne diyor? diye sorup, anlamaya çalışmak daha iyi değil mi? Nitekim İmamı Azam " Kuran manadan ibarettir" demiştir. Asıl mamadır. Kuran´ın ne dediğidir.
Bir hatırlatma:
Elçi´nin tebliğ ettiği Kuran´ı kabul etmeyen müşrikler de "Tanrı" demiyorlar, "Allah" diyorlardı ama çoğu iman etmediler. Hatta Elçin´in canına kastettiler, onu yurdundan sürgün ettiler.

"KURAN´I YORMAK"
Gerçeği söylemek gerekirse, Kuran´ı gerçekten "yormak", zaman üstü mesajlar taşıyan Tanrı kelamını bir kaç ritüele indirgemektir aslında. Kimse kimseye ibadet et ya da etme demiyor, diyemez de, deme hak ve yetkisi de yoktur. Herkes inandığı, kabul ettiği ve doğru bildiği gibi ibadet de eder, kılık kıyafetini de tanzim eder. Bunlara herkesin saygı duyması gerekir. Ancak Kuran´ı bir ibadet ve dua kitabı olarak algılamak ve takdim etmek ise, Kuran´ı yormanın da ötesinde "boğmak" ve nefes alamaz hale getirmektir.
Lütfen bir düşünelim! Kafamızı kuma gömmekten usanmadık mı?
14-15 asırdır Müslümanlar ibadet ve dua etmiyorlar mı? Ediyorlar. Peki Müslüman toplumların dünkü ve bugünkü hali pür melali nedir? Zerre miktarı da olsa, yapılan ibadetler ve edilen dualar, sosyal, dinsel, siyasal, kültürel, ahlaksal, askeri ve ekonomik alanlarda hayırlı ve yararlı sonuçlara neden olmuyor? Müslümanların; Ortadoğu´nun çektiği çile, acı, gözyaşı, açlık, terör ve savaş nedir?
Hatırlayalım: Sekiz yabancı dil Fatih Sultan Mehmet İstanbul surlarını top gülleriyle döverken, Ayasofya´da toplanan papazlar, asırlardır süregelen "Melekler dişi mi, erkek mi?" tartışmalarını yapmaktaydılar.

VARLIK İÇİNDE YOKLUK ÇEKMEK KADER Mİ?
Allah, rahman ve rahimdir. Bu nedenle kullarına ikramı ve iyilikleri sınırsızdır. Bu cümleden olarak petrol, doğalgaz, altın,gümüş, bakır, krom, kömür, demir ve benzeri pek çok servet kaynaklarını Allah Müslümanların yaşadıkları topraklarda fazlasıyla var etmiştir. Anadolu, Ortadoğu, Akdeniz, Afrika, Kafkaslar ve Orta Asya toprakları bugün dünyanın enerji deposu, enerji merkezi ve aynı zamanda zenginlik kaynağıdır. Gel gör ki, asırlardır bu topraklarda yaşayan insanlar genellikle ekonomik olarak perişan ve açlar, sosyal, kültürel ve dinsel olarak paramparça ve kendi aralarında kin,nefret ve öfke ile dolu olarak kavga halindeler, siyasal sistem ve yönetim olarak tam bir keşmekeş ve hengame içindeler.Daha inandıklarını söyledikleri Kitab´ın bu meselelerdeki mesajlarını bile anlayabilmiş ve idrak edebilmiş değildir. Güç olarak yani askeri bakımdan çok çok yetersiz ve zayıflar. Ekonomik, sosyal ve bilhassa siyasal istikrar yok. Erken kalkan darbe yapabiliyor. Dış müdahalelere ardına kadar açıklar. Devletlerin çoğunlu kendi kararlarını kendileri veremiyorlar.
Peki bütün bu olumsuzluklar ve sıkıntılar, Müslümanların kaderi mi? Yoksa Müslümanlar yeteri kadar dua etmedikleri ve namaz kılmadıkları için mi bu haldeler?!
Aksine Müslümanlar yeteri kadar dua ve ibadet etmektedirler. Hem de asırlardır.

ALLAH "DİNDE SİZİN İÇİN HİÇ BİR ZORLUK YOKTUR" DERKEN, İNANANLARIN HAYATA ZORLAŞTIRMALARINI NASIL İZAH EDECEĞİZ?
"Allah gösterdiği dosdoğru yolda O´na yaraşır bir gayretle didinin. O sizi seçmiş ve dinde size hiçbir güçlük çıkarmamıştır." (Hacc/78) Allah´ın kelamı çok açık. Ayet açık olmasına rağmen mezhepler ve tasavvuf temelli inanç, anlayış ve kabuller dini anlaşılmaz ve neredeyse yaşanamaz duruma sürüklemişlerdir. Emevi Kralı Muaviye´nin Y. Nuri Öztürk´ün tabiriyle "Arap-Emevi cahiliye dininin üzerine ´İslam´ etiketi yapıştırarak ve adına "ehli Sünnet" dediği akımın zamanla Eşari, Buhari, Nizamülmülk, Gazali ve benzeri düşünürlerin yoğun gayretleriyle, Kuran mesajlarının yerini almasıyla, Müslümanlar ekseriyet itibariyle terk-i dünya ederek bir lokma bir hırka anlayışına dayanan sufi felsefenin etkisine girdiler ve hala da bunun dışına çıkamıyorlar. Allah Kuran´da ´haramları ve helalleri ben´ belirlerim derken, Gazali "Deniz ticareti Müslümanlara haramdır. Çünkü çok karlı bir iştir. Bundan çok para kazanan Müslümanlar ahretlerini unuturlar ve dünyaya dalarlar" fetvasını verebilmiştir mesela. Fazla örnek vermeye sanırım gerek yok.
"Kuran akılla anlaşılır" diyen İmamı Azam, İbni Sina, İbni Rüşd, İbni Haldun, İmam Maturidi gibi bilginlerin görüşlerini azınlıkta kalırken, Eşari, Buhari, Nizamülmülk, Gazali ve benzeri düşünürlerin "Kuran akıl ile anlaşılmaz; ancak ilhamla, rüya ile, evliyanın dedikleriyle anlaşılabilir" olarak özetlenebilecek tasavvuf düşüncesi Abbasi Krallığının da desteğini arkasına alarak galip gelmiştir. Müslümanlardaki düşünce ve dünya görüşüne bağlı eksen kayması sonucunda ise 8. yüzyılda başlatılan tıp, matematik, cebir, geometri, mantık, astronomi, kimya, biyoloji temel bilim dallarındaki muazzam icatlar ve başarılar, ne acıdır ki 12. yüzyıldan itibaren durmaş ve bir daha da belini doğrultamamıştır.

RUHBANLIK VE DİN ADAMLARI SINIFI NEREDEN ÇIKTI?
Allah ruhbanlığı, din adamları sınıfı oluşturmayı yasakladığı halde, kerametleri kendilerinden menkul bir yığın din adamları türemiş ve bunlar insanlara Kuran´ı değil, kültürleri, rivayetleri, Arap, Pers, Mısır, Yunan, Hint toplumlarının örf ve adetlerinden oluşan malumatların bohçasını ´din´ olarak anlatmışlardır. Halen de büyük bir iştahla anlamayı sürdürmektedirler. Din adamlığı; kandillerde ve ölenlerin ardından 7, 40, 52. günlerinde mevlitler okumak, ölülere ve şehitlere mezarlıklarda, kendileri işitmeseler de Kuran okumak mıdır? Okunan Kuran´ın ne dediğini okuyan da ölü de bilmiyorlar üstelik! İsra/70. ayette Allah, "Kuran´ı dirileri uyarmak için gönderdim" derken biz, sanki Allah´a kafa tutarak ısrarla ölülere okuyoruz.
"İnmemiştir hele Kuran şunu hakkıyla bilin Ne mezarlıkta okunmak ne fal bakmak için".
diye haykıran milli şairimiz rahmetli Mehmet Akif Ersoy´a kulak verenimiz var mı?
Din adamlığı; inanan insanların ya vatanlarını işgal etmeye yeltenen düşmanlara karşı direnirlerken, ya mezhep kavgaları sırasında, ya ülkelerinde hiç eksik olmayan şiddet ve terör saldırılarında ya da rejim ile muhalifleri arasında sürgit devam eden çatışmalarda öldükleri zaman, onları Kuran okuyarak mezarlara gömmek midir? Yoksa Müslümanların bir hiç uğruna ölmelerinin önüne geçecek, onları güçlü ve muktedir milletler haline getirecek Kuran bilgileriyle donatmak mıdır?
İnsanı yaratan Allah, insanı yaşatmak ister ve intihar etmeyi bile yasaklarken, kendilerine din adamı(!) etiketi yapıştıranların, bu konuda hiç bir gayret göstermemeleri, üstelik "dinden çıkanı öldürün", "namaz kılmayanı öldürün", "zina edeni taşlayarak öldürün" türünden Kuran´da olmayan hükümleri dinin buyrukları gibi savunmaları Allah´ın iradesine saygısızlık değil de, nedir?
"Dini tekellerine alan adamlarının, haksız kazanç yiyenleri uyarmaları gerekmez miydi?" (Maide/63), "Allah´ın lütfunu, hoşnutluğunu din adamları aracılığıyla kazanamazsınız. Allah lütfunu kesinlikle aracısız bağışlar." (Hadid/29) "Din adamları Kuran´ın Rablerinden indirildiğini çok iyi bilirler! Sakın onların rivayetlerle dolu yaldızlı sözlerine kanarak kuşkulananlardan olmayın!" (Enam/114). (Benzer ayetler Hadid/27, Maide/18, Tevbe/34-35)

DİN "YASA, YAŞAM, DÜNYA" DEMEKTİR
Din sözcüğü Arapça kökenli olup yasa, yargı, dünya, yaşam, ilke, düzen, siyaset gibi anlamlara gelir. Yaygın olarak da Allah´ın insanlar arasından seçtiği elçiler aracılığıyla insanlara gönderdiği emirler, tavsiyeler, yasaklar, sakındırmalar, öğütler, uyarılar, vaadler, müjdeler gibi alt başlıklarda toplanabilecek bilumum mesajlarının ve buyruklarının genel adıdır.
Ancak din, yaşamdan ayrı, yaşamın dışında var olan bir ütopya değildir. Din canlıdır, yaşamla, insanla, toplumla iç içedir, etle tırnak gibidir. Çünkü din insan için vardır. İdda edildiği gibi insan din için var değildir.
İlk insanlardan başlayarak günümüze kadar gelen tüm insanların, toplumların ve örgütlü milletlerin, Birleşmiş Milletler gibi uluslararası örgütlerin kabul ve beyan ettikleri, ortaya koydukları, yarattıkları insanlık yararına ve hayrına olan Milletlerarası İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi her türlü yasalar, ilkeler, kararlar, sözleşmeler ve taahhütnameler de sonuçta dinden bağımsız, müstakil fikirler ve yasalar değillerdir. Geçmişte, günümüzde yapılmış veya bundan sonra yapılacak olan tüm iyi şeyler övgüye layıktır. Keza bir insanın çıkıp güzel ve yararlı bir fikir üreterek, bilimsel ve teknolojik buluş gerçekleştirerek insanların hizmetine sunması, yine bir milletin çıkıp insanların yaşamlarını kolaylaştıracak güzel yasalar hazırlayarak bunları yaşama geçirmesi ve yararlı olan bu yeniliklerden ve kazanımlardan tüm insanların yararlanmaları harika ve takdire şayan bir hizmettir. Mesela "Kuran trafikten bahsetmez. Bu nedenle trafik kuralları din dışıdır!" diyen bir kişinin kırmızı ışıkta durmayarak kaza yapıp ölmesi iyi bir şey midir?
Şimdi kalkıp da bunları din değildir, bunların dinle bir ilgisi yoktur gibi temelsiz gerekçelerle din gerçeğinden soyutlamak ne kadar doğru olur? Düşünmek gerekir.
Zira insanlar dünyaya gelir gelmez her şeyi bilmiyorlardı. Herkesin uyacakları yasalar ve yararlanacakları hazırda duran bilimsel, teknolojik, fikirsel buluşları da yoktu. Avlanma şeklini bile zaman içinde geliştirdiler. Tanrı, her topluma bir elçi ve kitap göndermek suretiyle toplumları aydınlatmış, onların ufuklarını açmış, onlara yol göstermiş ve kılavuzluk eden ilkeler ve yasaları bildirmiştir. "Yemin olsun, doğruya ve güzele kılavuzlamak sadece bizim işimizdir." (Leyl/12) diyerek Kendi yarattığı insanlara beyyineler yani kanıtlar, bilgiler, belgeler ve tanıklar göndermiştir.
Nitekim insanlar da zora ve sıkıntıya düştüklerinde Tanrı´dan yardım ve destek istemişlerdir; istemeye de devam etmektedirler.Bundan sonra da isteyeceklerdir.
"Hani, o yiğit gençler o mağaraya sığındılar da şöyle dediler: "Ey Rabbimiz, katından bir rahmet ver bize ve bizim için bir çıkış yolu lütfet işimize." (Kehf/10)
Günümüzde insan ihtiyaçlarını azami ölçüde karşıladıkları kabul edilen çeşitli yasaları yapan gelişmiş milletlere bakalım. Bu milletler bu yasaları yaparlarken, toplumları için en yararlı sistemleri kurarlarken ellerinde sihirli deynek yoktu ki. Geçmişten edindikleri bilgi birikimine ve deneyimlere dayanıyorlar ve hepsinden önemlisi de kuşkusuz akıllarını kullanıyorlardı.
Bilim, her türlü bilgilerin tamamı, fikirler, düşünceler, teoriler, insanlar tarafından yapılan yasal düzenlemeler zaman içinde tüm insanlık âleminin ortak kültürlerini ve medeniyetlerini meydana getirmektedirler. Her ne kadar kültürler ve medeniyetler toplumlar bazında ortaya çıkarak gelişip serpilseler de, bunlar giderek başka toplumların kültürlerinden ve medeniyetlerinde az ya da çok etkileşime girmektedirler. Böylece un, şeker ve su bir araya geldiklerinde helva yapıldığı gibi, insanlığın ortak değerleri ve kazanımları olan kültürel, bilimsel, teknolojik mirasları ve genelde medeniyetler giderek tüm insanlık âleminin müşterek malı haline gelirler ve bu kazanımlar dileyen herkes tarafından yararlanırlar.
Sonuç olarak iyi ve yararlı olan yasaların altyapısında Tanrı´nın gönderdiği ve adına din dediğimiz mesajlar, ışıklar, yasalar ve çeşitli insanlar ve milletler tarafından bu yasalardan yararlanmak suretiyle aklı kullanarak oluşturulup geliştirilen yasalar yatmaktadır.

"YENİ BİR DİN" Mİ?
Müslümanlar arasında yaygın olarak benimsenen şöyle bir görüş var: "Kuran´ı gönderen Allah´tır amma, Kuran´da dinle ilgili her şey olmadığından, bu eksikliklerin bir kısmını; Kuran dışı vahiy alarak Cebrail´in uygulamalı olarak öğrettikleri ile Kuran´ı açıklayıp tefsir etmek suretiyle hadis ve sünnetiyle Peygamber, bir kısmını ulema içtihat ederek ve en nihayetinde yine de eksik bir şeyler kalırsa, onları da halk, kendi icmaalarıyla tamamlar, ikmal ederler." Bu tanımdan ne anlayacağız şimdi? "İslam, ortakları Allah, Peygamber, ulema ve halk olan bir şirket dinidir!" Bunu mu anlayacağız?
Görünen tabloya göre orta yerde bu şirket dininin sınırlarını çizdiği, ilkelerini koyduğu, emir ve yasaklarını belirlediği, helal ve haramlarını bildirdiği "ÇATI DİN" var. Bu çatı dinde var olan bir takım din emirleri ve yasakları Kuran´da yok.Bunların Kuran´da olmaması, bunların din emri, din kuralı olmadığı anlamına gelmez. Dinin kurucu ortakları olan Allah, Peygamber, ulema ve icma tarafından meydana getirilen emir ve yasaklar da, tıpkı Kuran gibi dindir. Onlara da uymak farzdır. Mesela N. Hatipoğlu, Prof. H. Demir, Cübbeli gibi din adamı uhvanlı kişilerin televizyonlarda söyledikleri veya yazdıkları yazılarında şunları söylüyorlar. "Kuran´da mezhep yoktur. Bu doğrudur ama mezhepler olmasaydı bugün namazı nasıl kılacaktık, orucu nasıl tutacaktık? Yaptığımız pek çok ibadetin nasıl ifa edileceğini bize öğreten mezheplerdir." Bu anlayışa göre "Peygamber hiç bir mezhebe mensup olmadığından dini eksik yaşamış olmuyor mu?"
Halbuki, Allah katında ilahi din sadece Kuran´ın bildirdikleridir. Allah dışında kalanların söyledikleri ve yaptıkları ise insan görüşleridir. Onların Kuran´dan anladıklarıdır. Mezhepler, Kuran´ı anlama, yorumlama ve dönemin ihtiyaçlarının yarattığı sorunları aşma çalışmalarının ürünleridir. Hepsi de yararlı olmak adına yapılan fikirsel girişimlerdir. Ortaya çıktıkları zamanın ihtiyaçlarına cevap vermişlerdir. Oysa, "zamanın, ihtiyaçların ve koşulların değişmesiyle ahkam da değişmektedir." Mezhep görüşleri ortaya çıktıkları dönemlerde insanların sorunlarını çözmelerine yardımcı olmuşlardır. Fakat bunlar dinin kendisi değildir. Sonuçta insan görüşleridir ve olsa olsa kültürel mirasımızdır..
Öyle anlaşılıyor ki, Müslüman dünyasının içinde boğuştuğu sıkıntıların ana nedeni burada bir yerlerde yatmaktadır. İslam denince Kuran ile insan görüşlerini birbirine karıştırmalarıdır. Bu yüzdendir ki, Taliban, El-Kaide ya ad DEAŞ gibi radikal acımasız terör örgütleri, kendilerine dinsel fıkıh kitaplarından referans bulabilmektedirler ve böylece meşruiyet kılıfının içine girebilmektirler. Ne yazı ki böyle bir anlayış İslam dünyasında var.

DİN KONUSUNDA DOĞRU BİLİNEN BAZI YANLIŞLAR
Özellikle mezhep yandaşları, mezhepleri savunan ilahiyatçılar ve bazı din adamları şu iddiayı dile getirirler:
"Kuran´da her şey yok." "Kuran her meseleyi ayrıntılı açıklamamıştır", "Kuran eksik ve yetersiz bir kitaptır", "Bu yüzden Kuran tarafından açıklanmayan hususlar Peygamber, mezhep imamları ve ümmetin icması ile tamamlanmıştır"

"KURAN´DA EKSİK BİR ŞEY YOKTUR"
Bu ve benzeri iddialarla ilgili olarak Kuran ayetleri çok açık cevaplar verir:
"Biz, Kuran´da eksik hiçbir şey bırakmadık." (Enam/38)
"Allah size Kuran´ı, doğru ile yanlışı ayrıntılı bir şekilde bildirmişken, Allah´ın gönderdiği bu Kuran´dan başkasının hakemliğine mi uyayım? Kendilerine kitap verdiğimiz Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman din adamları Kuran´ın Rablerinden olarak indirildiğini çok iyi bilirler. Sakın! Onların rivayetlerle ilgili yaldızlı sözlerine kanarak kuşkulananlardan olmayın!" (Enam/114)
"Biz Kitabı sana, her şeyi açıklayan bir yol gösterici ve bir rahmet ve Allah´a teslim olanlar için de bir müjde olarak indirdik". (Nahl/89)
"Bugün sizin dininizi tamamladım." (Maide/3)
Şimdi bu ayetler Allah´ın kitabında dururken, yukarıdaki iddialar ne anlama geliyor? Bu Allah´a yapılmış büyük bir iftira değil mi? Çünkü "Kuran yetersiz" demek, "Allah, eksik, içinde her hüküm olmayan, Müslümanların dinsel ihtiyaçlarını karşılamayan kitap göndermiştir" demek değil midir, Allah aşkına? Bu sözün başka bir anlamı var mı? Oysa Allah´a Allah´a,yaptıklarına, ilmine veya gönderdiği kitaplara kusur izafe etmek, şirktir. Allah´a ortak koşmaktır.
Unutmayalım lütfen: "Kuşkusuz Allah, kendisine ortak koşulmasını, şirki asla bağışlamaz ve affetmez. Şirkin dışında kalan suçları dileyen kimseler için affeder. Kim Allah´a ortak koşarsa, kesinlikle Allah´a iftira etmiş ve çok büyük, affedilmez bir suç işlemiş olur. " (Nisa/,48 ve 116)

"HEPİNİZ KURAN´DAN SORGUYA ÇEKİLECEKSENİZ!" DİYEN ALLAH EKSİK BİR KİTAP GÖNDERİR Mİ?
Eğer mesele ilahi din İslam ise; bu dinin hükümlerini, emir ve yasaklarını sadece ve yalnızca Allah belirler. Allah, kendisine ait olan bu yetkisini Elçiler dahil hiç kimse ile asla paylaşmaz. Zaten paylaşmamıştır da. (Hakka/44/47)
Allah şöyle dememiştir: "Ey Muhammet! Ben sana bir kitap gönderdim. Bu kitapta bazı hükümler, bir takım ibadetler eksik! Bilerek Ben eksik bıraktım. Ya da unuttum! Her neyse. Bu nedenle Benim eksik bıraktığım kısımları sen tamamlayıver!"
Bilakis "Dininizi tamamladım. Biz Kuran´da hiç bir şeyi eksik bırakmadık" demiştir Allah.
Şayet Elçiye atfedilen rivayetler Allah emri yani din kuralları olmuş olsaydı, Allah "Elçiler dahil hepinizi Kuran´dan sorguya çekeceğim" (Hucurat/44) demezdi. Ya ne derdi? "Kuran´dan ve sünnetten sorguya çekeceğim!" derdi.

KURAN ONLARA YETMİYOR MU?
"Kuran eksiktir ya da Kuran her şeyi açıklamamıştır" sözlerinin geri planında yatan görüş Kuran´ı yeterli görmemektir. Böyle düşünenlere ve inananlara da olmuş ve olacak her şeyi bilen Allah´ın bir cevabı var elbette:
"Bizim sana indirdiğimiz ve kendilerine okunup duran bu Kuran´ı onlara yetmiyor mu?" (Ankebut/51)

"SİZ, ALLAH´A DİNİNİZİ Mİ ÖĞRETMEK İSTİYORSUNUZ?
Kuran´ı yetersiz ve anlaşılmaz olarak gören kimseler, Yüce Yaratıcı´nın tanımıyla "Allah´a din öğretmeye" kalkanlardır:
"Ey Elçi! De ki: "Siz dininizi Allah´a öğretmeye mi kalkıyorsunuz? Allah gökte olanı da yerde olanı da bilir. Allah her şeyi bilendir." (Hucurat:16)

KURAN DIŞI VAHİY Mİ VAR?
Kuran´ın her şeyi açıklamadığını iddia edenler, ´Kuran´daki bu eksiklikleri(!)´ Peygamber´in ´Kuran dışında aldığı vahiylerle tamamladığını´ da savunurlar.
Halbuki aşağıdaki ayetlerde dinin tek kaynağı ve delili olan Kuran´ın sahibi Allah, bu iddiaları yalanlamaktadır:
"Ey Elçi! Rabbinden sana indirileni duyur, tebliğ et. Bunu yapmazsan, Allah´ın şana verdiği elçilik görevini yapmamış olursun. Allah, seni insanlardan koruyacaktır. Allah, inkarcıları doğru yola iletmez." (Maide/67)
"Elçi (Muhammed), kendisine bildirilen hiç bir haberi, vahyi gizlemiyor."(Tekvir/24)
Bu Kuran ayetleri, "Vahyi gayri metlüv"ün, yani Kuran dışı vahyin olmadığının, olamayacağının en kesin delilidir. Bu demektir ki, Allah´ın gönderdiği vahiylerin tümü Kurandadır. Şayet aksi olsaydı, Allah biri kuran´da yazılı, diğeri ise Kuran´da olmayan ve Elçi tarafından yazılmayan iki ayrı din göndermiş olurdu.

EHLİ SÜNNET NEDİR?
Ehlisünnet kavramı tarihte ilk defa Emevi Kralı Muaviye tarafından ortaya atılmıştır. İlahiyatçı Y. Nuri Öztürk, ehlisünneti şöyle tanımlar: "Emeviler cahiliye dininin üzerine ´İslam´ etiketi yapıştırdı ve adına "ehli Sünnet" dedi".
ÖZSÖZ: "Kuşkusuz Biz, bu Kuran´ı sana gerçeği ve doğruyu bildirmek için indirdik. O halde sen, O´nun indirdiği kitabın yolunu izleyerek Allah´a kulluk et". (Zümer/2, Mümin/14)