İlâhî Dinlerin ve Peygamberlerin gönderiliş ve kutsal kitapların indiriliş amacı; insanlara doğruyu, güzeli, iyiyi, Hakkı, hakikati ve adaleti göstererek onlara yöneltmek ve yanlışları da göstererek onlardan uzaklaştırmaktır.

İsterseniz önce doğru ile yanlışın neler olduklarını tarif edelim. Akl-ı selimin ve dinin güzel ve iyi gördüğü şeyler doğru; kötü ve çirkin gördüğü şeyler ise yanlıştır. Doğrularla yanlışların alt-üst edilerek birbiriyle karıştırıldığı bir dünyada yaşamaktayız.

Tabiat boşluk kabul etmez” gerçeğinden hareketle; doğruların bilinmemesi yada ihmal edilmesi nedeniyle, yanlışların doğruların yerini aldığını gözlemlemekteyiz. Bazı insanlar İslam´ı bilmedikleri, ya da Müslümanlık hakkında yalan yanlış bilgi sahibi oldukları için dinde olmayan birtakım şeyleri dindenmiş gibi zannetmektedirler.

Kaldı ki İslam Dini en son ve en mükemmel bir dindir. Kur´an ve Sünnet insanın dünya ve ahirette mutlu ve huzurlu olması için arzulanan hayat biçimini ortaya koymuştur. En son inen ayet-i celile de Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “ … Bugün size dininizi tamamladım. (Böylece) size verdiğim nimetimi de tamamladım. Sizden din olarak da İslam´ı seçmenize razı oldum.” (el- Mâide,5/3)

Kendisinde hiçbir eksiklik söz konusu olmayan Kur´an-ı Kerim, dolayısıyla da İslam Dini elden ele, dilden dile, gönülden gönle ve nesilden nesile devam ederek bizlere kadar gelmiştir. Nitekim bu gerçek anlatılarak Kur´an-ı Kerim´de şöyle buyruluyor: “ Biz Kitapta (Kur´an´da) hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonunda hepsi Rablerinin huzuruna toplanıp getirilecekler.”( el-En´an, 6/38) Bu nedenle Müslüman, dini olduğu gibi kabul etmek zorundadır. Ne bir fazla, ne de bir eksik.

Peygamberler ve kitaplar, Allah´ın yeryüzündeki halifesini, bu ulvi görevi yerine getirebilecek kıvama ve olgunluğa eriştirmek için gönderilmiştir. İnsanın tekâmülü, İslam´ın evrensel ahlaki prensiplerine uymakla gerçekleşebilir. Her fertte aranması/bulunması gereken doğruluk, güvenirlik, ahde vefa, sadakat, nezaket, adalet, hoşgörü ve cömertlik gibi ortak ahlaki değerlerin her devirde geçerliklerini korudukları muhakkaktır.

 Sözlerde ve davranışlarda doğruluğun esas alınmasını telkin eden İslam, sağlam ahlaki karakterin dürüstlükle elde edilebileceğini öngörmektedir. Yüce Allah´ın; “Ey Muhammed! Sen, beraberindeki tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Aşırı gitmeyin, doğrusu Allah yaptıklarınızı görür”  (11/Hud, 112)  buyruğu, huzur ve mutluluğun temini ile iç barışın sağlanmasını dürüstlüğe ve Allah´ın belirlediği sınırların dışına çıkmamaya bağlamıştır. Allah Resulü (sav); “Hûd suresi ve kardeşleri beni ihtiyarlattı” buyurarak doğruluğun en yüksek ve ulaşılması emek isteyen makam olduğuna işaret etmiştir.

 İslam, dürüstlüğü karaktere dönüştüren fertlerden müteşekkil erdemli bir toplum oluşturmayı hedefler. Sözlerinin ve davranışlarının insicamıyla müminlere model olan Allah Resulü (sav), sözle özün birleşerek sadakati/istikameti meydana getirdiğini yaşayarak göstermiş ve müminlere telkin etmiştir.

“Ey Allah´ın Resulü! İslâm hakkında bana bir şey söyleyin ki, sizden sonra artık onu kimseden sormaya ihtiyacım kalmasın” diyen bir sahabiye Hz. Peygamber (sav): “Allah´a inandım de, sonra da dosdoğru ol” (Müslim, İman, 62) buyurarak doğruluğu imanla bir arada zikretmiş ve doğrulukla iman arasında sıkı münasebetin varlığına işaret etmiştir. Mevlana´nın tarihe mal olan; “ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol” sözü bu anlayıştan mülhemdir.

Doğruluğun iyiliğe, süreklilik arz eden doğruluğun da kişiyi sıddik derecesine yükselteceği ve cennete götüreceğini; yalanın günaha, yalanın sürekliliği de kişiyi yalancılar seviyesine düşüreceği ve cehenneme sürükleyeceğini (Bkz. Buhari, Edep, 69) haber veren Allah Resulü (sav); doğru konuşmak, ahde vefa göstermek, emanete riayet etmek, iffetli olmak, başkalarının her türlü kutsalına (ırz ve namusuna) saygı göstermek, gözleri haramdan sakınmak, hiç kimseye zarar vermemek ve kötülük yapmamak hususlarında söz verene cenneti müjdelemektedir. (Ahmet b. Hanbel, Müsned, V, 323) 

Allah Resulünün, doğruluğun ana unsurlarını ihtiva eden bu müjdesi; “Şüphesiz Rabbimiz Allah´tır, deyip sonra da dosdoğru olanlara hiçbir korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de.” (46/Ahkaf, 13)

 “Şüphesiz ‘Rabbimiz Allah´tır´ deyip de sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: ‘Korkmayın, üzülmeyin, size vaat edilmekte olan cennetle sevinin´” (41/Fussilet, 30)  ayetlerindeki istikamet ifadesini açıklamakta, dünya ve ahret huzur ve mutluluğunun yolunu göstermektedir.

İnsanların huzurlu yaşamalarının temel araçlarından birisidir doğruluk. Doğru, dürüst ve edepli insanların yaşadığı bir toplumda sevgi, saygı ve güven vardır. Doğru insanlar hem toplumda sevilip sayılırlar, hem de bu güzel davranışlarıyla yüce Allah´ın rızasını kazanırlar. Kötü ahlak sahibini susturmak mümkün olmaz. Onun için insanın önce güzel bir ahlaka sahip olması gerekir. Çünkü insanın terbiyesi ve asaleti kötülük yapmasına engel olur. Ziya Paşa;

İnsana sadakat yaraşır görse de ikrah,

Yardımcısıdır doğruların Hazret Allah. Der.

Bir kişide birbirinin alternatifi iki kişiliğin bulunamayacağı esasına dayanan dürüstlük, niyet, düşünce, irade, öz, söz, bütün iş ve davranışlar kapsamında ferdi ilişkilerden, içtimai ilişkilere, ticari ve mesleki faaliyetlerden amme hizmetlerine kadar hayatın bütün alanlarını ilgilendiren ve bütün bu alanların düzenlenmesini zorunlu kılan yaşam düsturudur.

Bütün bunlara rağmen ülkemizin her bölgesinde, her bölgenin her ilinde ve her ilin de her yöresinde pek çok batıl inanışın, bidat ve hurafelerin bulunduğu bilinen bir gerçektir. Doğru bilgilenme kanalları ne yazık ki tıkanmış durumda. İnsanlar hazmetmeyi öğrenmeden öfkeyi, zekatı öğrenmeden para kazanmayı, Allah´a verilecek hesabı öğrenmeden hükmetmeyi, Temel bilgileri öğrenmeden tartışmalı konulara dalıyor. Bilmedikleri fikirleri savunmaya kalkıyorlar. Hz. Ömer, “İslamın ticaret hukukunu bilmeyen bizim pazarımıza gelmesin” diyor. İslam bir hayat bilgisidir. Bu bilgiden yoksun olunca, bu hayata nasıl talip oluruz. Bugün pek çok insanın islami bilgisi ne yazık ki ya bir yatıra mum dikmek, ya adakta bulunmak yada yakınlarının arkasından mevlit okutmaktır. Sevgili Peygamberimiz (s.av) bu konuda biz ümmetini şöyle uyarmıştır: “Benden sonra size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılırsanız hiç sapıtmazsınız. Onlar Kur´an-ı Kerim ve benim sünnetimdir.”  (Muvatta, kader 3)

Batıl ve muharref dinlere mensup azınlıklar tarafından bazı sapık inanış ve düşünceler ile aslı olmayan, uyduruk bazı anlayışlar ve bidatler İslam´a sokulmaya çalışılmıştır.

Mü´minler uyanık olmalı, bu tür oyunlara gelmemeli ve dinine sahip çıkmalıdır. Geçmişte bizi biz yapan özelliklerimiz, güzelliklerimiz ve meziyetlerimiz varken, diğer milletlerin akla, mantığa ve dinimize uymayan adetlerini, ahlaksızlıklarını alıp anlatarak onları taklide yeltenmek tamamen yanlıştır

.Kur´an ve sünneti bilen batıl inançları, yanlışları, haramları, yalanlar, kötülükleri, bidat ve hurafeleri bilir ve onlara iltifat etmez. Bir şeyin doğrusu bilinirse, yanlışa düşülmez. Çocuklarımıza, gençlerimize ve insanlarımıza doğrular mutlaka öğretilmelidir. Yanlışlara hiçbir zaman rağbet edilmemeli, uzak durulmalı ve  her zaman doğrulara koşulmalıdır.

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, insanı diğer canlılardan ayıran akli melekelerin önemli göstergelerinden biri durumundaki doğruluğun, İslam dininde müstesna bir yeri ve önemi vardır. Modern toplumlarda bilhassa İslam beldelerinde hâkim olan anlayış, Kuran´ın ve sünnetin getirmiş olduğu evrensel prensiplerle ne derece örtüştüğü iyice düşünülmelidir. Her şey bir tarafa sadece Allah Resulünün doğrulukla özetlenebilecek hayat tecrübesi, insan hayatı için zengin bir sermayedir.

 Doğru insanlar hem toplumda sevilip sayılırlar, hem de bu güzel davranışlarıyla yüce Allah´ın rızasını kazanırlar. Kısacası, Ok gibi doğru olmak gerekir, eğri büğrü olmak mümine yakışmaz. Yüce Allah (c.c) bizleri, doğruluktan, dürüstlükten, haktan, adaletten ve  samimiyetten, hiçbir zaman  ayırmasın.