Kapital neydi? PARA.

Kapitalist? PARACI. PARASAL. PARANIN GÜCÜ…

Dünyanın en kapitalist gününü ´´Sevgililer Günü´´ olarak ilan ediyorum!

Duyduk, duymadık demeyin! Büyük lokma yemeyin!

Pamuk eller cebe!

Düşünsene, tüm dünya aynı anda alışveriş yapıyor.

En sosyalistinden, en liberaline herkes ama herkes…

Aynı gün, aynı saatlerde…

Sevgilisi olan erkekler! Hadi erkekseniz, o gün sevgilinize hediye almayın da göreyim.

Bakın bakalım n´oluyor? Çıngar çıkar çıngar. Yeminle!

Kavgalar, küsmeler, tripler…  Ayrılığa kadar gider bu iş.  Söyleyeyim!

Niye, biliyor musun?

Çünkü bizi böyle şartlandırdılar.

Bilinçaltına bastılar telkini, bastılar telkini.

Nasıl mı?

Sistem, aynen şunları fısıldadı inceden inceden, kulaklarımıza, duymasak da;

“Haydi, harcama yap! Ne duruyorsun kanka?”

“Bugün 14 Şubat! Mutlaka hediye al sevgiline!”

“Öyle ucuz mucuz bir şey de olmasın haa...”

“Mümkünse en pahalısını! En pahalısını! Bugün özel bi´ gün!”

“Hey! Cimri olma dostum!”

“Bugün mutlu olmayacaksınız da ne zaman olacaksınız, hı?”

“Son kuruşuna kadar cebini boşalt! Hadi!”

“Unutma, sevgi (cüzdan) paylaştıkça güzeldir geri zekâlı!”

“Sevgililer günü, sevgilisiz geçer mi salak! Git, açıl ona, duygunu belli et, durma!”

Görüyorsunuz değil mi değerli olurlarım?

Hep, kapitalist düzenin dikte ettiği kurallar bunlar.

“Hediyeleşme” kültürünün, aynı dakikada birilerinin cebini doldurmak üzerine programlanması…

İçler acısı.

Tıpkı, anneler-babalar günleri gibi.

Yakınlarını sadece o gün hatırla, o gün mutlu et, diğer günler salla!

Bu demek. “Özel gün” dediğin hadise işte bu!

Garip!

Anneler ve Babalar gününü kutlayan “medeni (!)” dünya, aynı anne ve babaları huzur evlerine tıkıyor, yaşlandıklarında!

Yetmedi, bu “özel günü” orada kutlatıyor insanlara.

Kendi evlatlarının yüzüne hasret, ziyarete gelen başkalarının evlatlarıyla…

Bu, korkunç bir şey!

Yukarıda bahsettim ya, “kapitalist yaşam normları”…

İşte o, bu oluyor! Eskiyince at. Yenisi gelsin. Berisini salla gitsin!

Kullan-at peçete gibi…

Karşı tarafın ne düşündüğü, ne hissettiği umurunda bile olmasın.

Önemli olan senin mutluluğun!

 

“Sevgili” anlayışımız da böyle oldu;

Baksana ergenlere... Ergenleri geçtim, yetişkinlere...

“Berkecan´ın ayakkabısını beğenmedim, ayrılma kararı aldık.”

“Busenur´un tişörtü çakma çıktı. Yol verdim gitti”.

“Ecem´in telefonu ezikti, o ne öyle tuşlu muşlu… Ben de terk ettim.”

“Haydarcan´ın parası yok… Yüzüne bile bakmam vallahi. Küstüm.”

Örneklerde de görüldüğü gibi kapitalist yapı, uyanıktır hemşerim.

Önce aşk yaşamak için çeşitli kurallar yaratır; “yakışıklı olsun, seksi olsun, parası olsun, son model arabası, telefonu olsun, ‘cix´ giyinsin, cool olsun” gibi…

(Dikkat edin, hep dış görünüşe odaklı kurallar).

Sonra o kurallardan ötürü insanları birbirinden soğutarak, toplumsallaşma ruhundan izole edip, birbirine düşürür.

Birbirine düşenleri yeniden barıştırmak içinse çeşitli “özel günler” icat eder.

Bu özel günler sayesinde de zaten “menfi” anlayış üzerine kurulan ilişkiler, yine maddi unsurlarla yeniden diriltilir.

Böylece ölmekte olan piyasa, yeniden canlandırılır.

Men dakka cukka hesabı!

Tıpkı, pahalı hediyelerin, ilişkilere yeniden balans ayarı verdiği gibi…

Hâlbuki İslamiyet´te yeterince özel gün var.

Hem de bedava! Öyle pahalı hediyeler almana falan da gerek yok!

İki güler yüz, iki hal hatır sorma, muhabbet, hoşça vakitler…

Tamamdır.

Allah, bunlar için her şeyden önce iki bayram birden hediye etmiş sana.

Yılda toplam, 7 gün!

(Gerçi, bu alışveriş çılgınlığı, bayramlara da yansımış ama… Neyse).

Eş, dost, akraba, anne, baba, yaşlı, genç, garip, gurebayı mutlu et, mutlu ettikçe mutlu ol, sosyalleş diye…

Bunun için farz kılmış.

Bitti mi? Muharrem ayında aşure ikramları, ramazanlarda aile davetleri…

Cumalarda toplu sohbet etkinlikleri…

Hep, neye işaret?

Sosyalleşmeye! İnsan yüzü görmeye.

Bakınız, sevgililer gününün diğer bir olumsuz yanı, zinaya da açık davetiye çıkarıyor olması.

Bilinçaltımıza dikte edilen sübliminal mesajlardan birisi de, sözüm ona gayrı meşru ilişkiler üzerinedir.

Gül bile olsa, o hediyenin heyecanından sokağın ortasında şapırt diye öpüşmeler…

Tek taş yüzüğe, bir gece…

Araba anahtarına artık… Tahmin bile edemiyorum.

Eeee? Nerde kaldı mahremiyet, gizlilik, ahlâk?

Geçtim mahremiyeti, peki ya, evlilik bilinci?

Bitti! Tuz, buz oldu.

Avrupalıların bir sözü var; her şeyini feda eden sevgiliyle neden evlenilsin ki?

Haklılar!

Bastırdığın her duyguyu, evlenmeden de açığa çıkardığın ortamda, evlilik neden olsun ki?

Zaten o naneyi yiyorsun!

Toplumumuzda sık boşanma, hatta dost hayatı yani evlenmeden tek çatı altında yaşam geleneğinin neden arttığını şimdi daha iyi anlıyor muyuz?

Bunlar da, aşk ve evlilik bilincine zarar veriyor.

“Seven, sevdiğine, sevdiğini söylesin” hadis-i şerifi bile paklamıyor kalbimizi.

Zengin, sevdiğine, parasının olduğunu söylesin´e dönüştü her şey.

Yani bizim gül gibi Hadisleri terk ettik, yerine Fransız Napolyon´un “PARA, PARA, PARA”sı geldi.

Ha, bir de, “Evlilik aşkı öldürür” var. Bak!

Yapma ya! Niye?

Uyağına bak. Evlilik, aşkın sigortasıdır, demiyor da, “öldürür” diyor.

Yeni bir tuzak kokusu alıyorum.

Aman dikkat! Ölen aşkı yeniden diriltmek için bakalım, nasıl bir gün daha icat edilecek?