Türk Dil Kurumu eski kelimesi için şu tanımları kullanmış; çoktan beri var olan, üzerinden çok zaman geçmiş bulunan, yeni karşıtı…
Önceki, geçerli olmayan…

Eski sıfatı hangi ismin önüne geçse insanda bir memnuniyetsizlik, mutsuzluk, huzursuzluk bırakıyor.
Eski araba, eski ev, eski eşya, eski sevgili vs.…
Bu örnekleri çok daha fazla uzatabiliriz.

Fakat birkaç istisna hariç…
Mesela bir yerde eski dostlar şarkısı çalsa hepimizin içini bir tatlı huzur ve hüzün kaplar öyle değil mi?
Gerçekten eski dostluklar gibisi yok.
Çıkar gözetmeksizin, safça ve sağlam kurulan dostluklar…

Bir de eski zamanlar var ki sormayın gitsin.
Eski zamanlar… Çok güzel zamanlar… Zaten eski olduğu için güzel zamanlar…
Siz hiç ‘‘hey gidi eski kötü günler’’ diye özlem içeren bir cümle duydunuz mu?
Duyamazsınız çünkü eski günlerin kötü olma ihtimali yok…

Çember çevrilir, su musluktan içilir, ağaçlara tırmanılırdı…
Bebekler bezden, silahlar tahtadan, resimler kömür karasından yapılırdı…
Kızlara ninelerinin, erkeklere dedelerinin isimleri konulur, saatli maarif okunurdu…
Komşuda pişen bize, bizde pişen komşuya düşerdi…
Geceler ayaz, sokaklar karanlık, yıldızlar parlak olurdu…
Turşu, salça, mantı evde yapılır, karpuz kuyuda soğutulurdu…

Erik ağacının çiçeği pencere camımıza yaslanır, güz yaprakları bahçemize düşerdi…
Kardan adam yapılır, evlerde soba yakılır, kış gecelerinde masal anlatılırdı…
Merdiven çıkılır, aidat ödenmez, yönetici seçilmezdi…
Evler badanalı, sokaklar lambasız, mahalleler bekçili olurdu…
Ajans radyodan dinlenir, çizgi roman okunur, defterlere kenar süsü yapılırdı…
Hayat, arkası yarın gibiydi, kesintisizdi…
Her gün yaşanacak bir şey vardı…
Herkes kendi düşünü kurar, kendi hayatını oynardı…

Şimdi mi?
Şimdi herkes yorgun ve herkes tek başına…