Her anne-babanın hayâlidir çocuğunu baş göz edip yuva sahibi yapmak.Hâl böyle olunca da çağın getirdiği ya da getirmese de bizim yapmaktan geri kalmak istemediğimiz;Ayşe ne der,Mahmut ne kadar gücenir vesveseleriyle kendimizi yapmaya mecbur hissettiğimiz ve birtakım umursamak zorunda kaldığımız türlü ıncık cıncıklar aile kavramını çökerttiği gibi,dayatılan bazı istekler de türlü düşmanlıklara kapı aralıyor.Daha masa başında ilk kaybedilen topraklar,kaynana ve gelinin arasındaki takı gerginliği ile baş gösteriyor.Burada birbirine bilenen taraflar,ileride kullanacakları kozları şimdiden heybelerine doldurmaya başlıyorlar.Bu saatten sonra sevme ihtimâlleri zerre mümkün olmayan her iki taraf,elleriyle yaktıkları nefret ateşine çocuklarını atıyor ve bir yastıkta kocamak fikri,tek celsede son buluyor. 
    
   Hiç bir âdetimiz İslâm’a kapı aralamadığı gibi,ayinsel düğünlerimiz de bizi oradan kapı dışarı ediyor.Haremlik-selâmlık kurulmayan masalar,zılgıt ve zurna eşliğinde kadın-erkek farketmeksizin tuhaf bir çemberin içerisinde ten tene oluşturulan pozisyonlar,gelin hanımın erkek tarafına binbir hileyle aldırttığı,giyilmediği takdirde evde huzurun kalmayacağına inanılan (bu alınmadığı zaman zaten huzur fitil fitil burundan itinâyla getirtiliyor),tavus kuşundan bozma,adına ‘gelinlik’ denilen,4 kişilik bir aileyi rahat rahat 2 ay geçindirebilecek ücrette,’israf’ kelimesinin bile açıklamakta yetersiz kalacağı pespaye bir moda çukuru da mevcut ki;Allah giyene,alana,aldırana akıl fikir nasip etsin. Tamamen kapitalist sisteme hizmet eden bu tuhaf davranış bozuklukları (gelenek diyemeyeceğim) öyle bir büyülü havada pazarlanıyor ki,insanlar artık yuva kurmak adına değil,bu çılgınlığa dâhil olmak için işe soyunuyorlar.Ahirete doğrudan etki edecek bu birlikteliğin tuhaf kutsama biçimlerine bir de İslamî düğün adı altında ilginç organizasyon çeşitleri mevcut ki;evlere şenlik.3-4 semazen eşliğinde ortaya dikilen sembolik bir Mevlanâ ile ha bire dönen,Mevlanâ’nın düğün gecesi diye atfettiği ölüm gecesini buraya hangi kafayla bağlamış olduğu anlaşılmayan kapitalist fırsatçılar türemiş ki,bu organizasyonda düğünlerinizi icra etmediğinizde kendinizi Cennet’ten kovulmuş hissiyatıyla baş başa buluyorsunuz.Binlerce lira karşılığında tutulan düğün salonları,tarafların bilmem kaç göbek uzaktan akrabasına dizilen bohçalar,tabi bunlar hazırlanırken yaşatılan ve yaşanan stres,sırf olsun diye tamamen gösterişten ibaret olup da bunlar adına bankalardan çekilen krediler evliliğin temeline dinamitleri yerleştirmek için mükemmel sebeplerden ibaret.Bir de borç yüküyle hayata 10-0 geriden başlayan eşler,bu meblağı ödemek için göbek dansı yaptıkları o muhteşem sahnede,şimdi de sıra göbeklerinin orta yerinden çatlayacak kıvamda birbirlerinden yavaş yavaş nefret edecek boyuta evliliklerini taşıyorlar. 

   Binlerce lira değerinde mobilyalara,tatlı kaşığından tuzlu kaşığına kadar tüm ihtiyaç olmayan ama sistemin ihtiyaç diye dayattığı fuzulî eşyalara,içinde belki ömür boyunca hiç yemek pişmeye sıra gelmeyecek onlarca tencere-tavalara,çiçeklisinden böceklisine,renklisinden renksizine 2 züccaciye dükkânını rahatlıkla dolduracak tabak çanaklara kadın zaafı demek isterdim fakat zaafiyetin bile sınırlarını aşmış bu savurganlığa yetişmeye çalışmaya ne ömür,ne para,ne de akıl sağlığı yetecektir.Eşyaya hizmetçilik ederek geçen ömür içerisinde mutfağa uyumlu halı,salona yakışır perde ile bütün derdin bundan ibaret olması,çul çaputla huzurun korunmaya çalışılması,en sonunda tımarhaneden hâllice bir ortamda tencere tava çalarak delirmeye kadar işi götürüyor.Ev toplantıları adı altında bu çer çöplerle birbirlerine üstünlük kurmaya çalıştıkları evcilik hayatı içerisinde hayat akıp giderken,bu modern deliliğin aldıkları akılları küçüle küçüle iflas noktasına geldiğinde ise artık kendisi ve ailesi için yaşamak değil;Ayşe-Fatma-Zeynep ile aynı yatağa giriyor, gece onlarla uyuyor,sabah hangisini kahvaltıya çağırıp da yeni aldığı takımın havasını atmak ya da hangisinin dedikodusunu yapmak amacıyla ve buna da evlilik diyerek kendisini yuvasından yuvarlaya yuvarlaya kapı dışında bir hayata dâhil ediyor.Beylerin yemek-kumanda-yatak arasındaki kutsal üçlemesi de ayrı bir hava katıyor bu eve.Hangi kapıyı çalsanız bu manzarayla karşılaşacağınız klasik bir Türk evlilik hayatı içerisinde,kadın;en güzel yemeği yapabilen,hem dışarıda hem içeride ailesine destek olabilen, erkek; iyi bir işte mükemmel paralarla aldığı araba ve ev ile yeterli beklentiyi karşılıyor.Bunun dışında kalan ne kadar değer varsa umursanmaya lâyık olmayacak derecede evin dışına atılıyor.Hâl böyle olunca da kadının hastalanmak, yataklara düşmek gibi bir durumu söz konusu olduğunda ya da erkeğin işinin iflası, kazancının sıfırı tüketmesi neticesinde bütün bir bina yıkılıp enkazın altında da sadece çocuklar bırakılarak her iki taraf da hayatlarına güllük gülistanlık biçimde devam ediyor. Kadının ve erkeğin ayrıldıktan sonra elini sallasa binlercesine çarpacağı hayat içerisinde çocuğun eli bir anne-babaya bu süreçten sonra asla çarpamıyor. Topluma adapte olmaya çalışan çocuğun hayattaki ilk yenilgisi en güvendiği ortamdan gelince; kuşkucu, karamsar, mutsuz bir birey olarak arkasından daha nice psikolojik sorunları beraberinde getiriyor.

   Eskiden evlenemeyecek durumda olan gençleri yöre halkı eldeki imkânlarla baş göz ederken,şimdi artık alternatifler arasında daldan dala savrulan gençlik,evliliği çağ dışı bir gelenek olarak görmeye başladı.Adına ‘beraber yaşamak’ dediği birlikteliklerle tehlike çanlarının çaldığını,neslin elden kayıp gittiğini gözümüzün önünde çığlık çığlığa haykırıyor ve biz başımızı televizyon dizilerinden kaldırmadığımız,evde İslam lehine konuşmadığımız için ne bu sesi duyuyor,ne de uçuruma yuvarlandığımızı görebiliyoruz.Bu kuruma dâhil olma gerekçelerimiz o kadar değişti ki;erkek çok güzel bir kadına sahip olmak fikriyle,kadın ise cebi dolu,cüzdanı şişkin bir adamla hayatını sürdürebileceğine,dahası mutluluğun bunlarla elde edilebileceğine her iki taraf da kendisini öyle bir inandırmış ki;yola bunlarla çıkıyor,bu niyetlerle adeta bir avcı gibi iz sürüyor,ikisi de birbirini av gibi görürken,biri diğerini yolunacak kaz,diğeri de onu fetiş olarak görüyor.Yolunacak kazın tek bir tüyü bile kalmadığında,diğeri için de fetiş nesnesinin doyumuna ulaştığında da yolun sonu görünüyor ve en fazla olanı 3 yıl içerisinde son buluyor. Mahkemelerin kapıları aşındırılıyor,karşı tarafın donuna kadar ne varsa almayı fetihten sayıyor,3 aylık evlilik süresine bile binlerce lira nafaka bağlama çabasıyla kendimizi garantiye almaya uğraşıyoruz. Ne İslamî ölçüler baz alınıyor ne de vicdanî muhasebeye baş vuruyoruz. Buna bir de ülkede aile bakanlığının yapmış olduğu nefse alengirli gelen açıklamalar da dahil ki, bundan sonra toparlamak zaten mümkün dışı görünüyor.Yaratılışa ters düşen bir inatlaşmayla evlilik kriterlerini ve beklentilerini günden güne saçmalıklardan demet şeklinde bu kurumun bahçesinin tam ortasına dikmeye devam ettiğimiz sürece çok değil, bir 20 yıl kadar sonra 1-5-10 aylık evlilik süresi anlaşmalarıyla insanların bu kuruma dâhil olduklarını görebiliriz.
 
   Eviniz en huzur bulduğunuz alan olmadığı sürece tüm mekânlar sizin gurbetinizdir. Allah evinizin, ailenizin, eşinizin, çocuğunuzun tadını, kimyasını, aklını, kalbini korusun efendim.