1991 yapımı Garip Bir Koleksiyoncu filminde Beşir bir mezarlık görevlisidir ve 22 yıl mezarlığın içinde bir küçük evde kalmaktadır…
Ve bu yıllar içinde tüm cenazelerin resmini çekip koleksiyon yapar; garip bir koleksiyon…
Bir gün doktoruyla mezarlıkta ölüm üzerine konuşmaya başlarlar ve Beşir içini dökmeye başlar…
Hem de ne dökmek…
Türk sinema tarihinin en iyi repliği olan; ölümle, ölülerle ve dünyadaki fanilerle ilgili o efsane konuşma başlar…
“Ne yatarsınız canlar, kalkın. Kalkın da görün dünyadakilerin halini…
‘Bal tutan parmağını yalar’ demiş ya birisi, tutup tutup yalıyorlar parmaklarını…
Her gün, gökten yıldız kayar gibi biri kayıyor da aralarından, ne sizden haberleri var ne de sizin gibi olacaklarından...
Bakmayın üzerinize kapanıp da döktükleri gözyaşlarına, daha mezarlık duvarından çıkmadan kuruyuveriyor gözlerindeki yaşlar…
Ağlarken gülüverirler, ölenle ölünmez diyerek…
Hiç olmadık yerde saatlerce çene çalıp zaman öldürseler de, size bir Fatiha gönderecek kadar zaman bulamazlar…
Bu toprağın üstü varsa bir de altı vardır derler de bazen, altını hiç düşünmeye yanaşmazlar nedense…
Sizler bu duvarın içinde beklerken kopmasını kıyametin, onlar duvarın dışında ölümsüzlüğün sırrının bulunmasını beklerler…
Üç günlük seyahatte bile valizlerini tıka basa doldurup hazırlık yaparlar da, bu kaç gün süreceği belli olmayan seyahatleri için hazırlık yapmaya bile gerek görmezler…
Neden susuyorsun doktor? Berbat bir gece değil mi?
Bu ne iştir ki, kalkıp ‘görmediğim şeylere pek inanmam’ diyorsun, sonra da görmediğin aklımın hasta olduğunu söylüyorsun…
Kafayı ölüme takmış diyorsun!
Ya sen doktor, sen kafayı neye taktın hiç düşündün mü?
Paraya mı? İnsaf edin Allah aşkına!
22 yıldır şu duvarların içine kimler geldi bir bilsen!
Hepsinin resimlerini biriktirip albüm yaptım...
Hani şu ‘Garip Bir Koleksiyon’ dediğin…
Adlarını yazdım, ne iş yaptıklarını yazdım, nasıl öldüklerini yazdım...
Neden mi? Bu garip koleksiyonu karıştıranlar gerçeği görsünler diye...
Görsünler de ölüm diye bir sona, ölüm diye bir başlangıca hazırlıklı olsunlar diye…
Ölüm! Ölüm ufuktaki bir çizgidir doktor, siz bu çizginin görünen tarafına baktınız...
Bense görünmeyen tarafına...
Hak, hak deyip kendinize bile haksızlık yaptınız...
Vur patlasın çal oynasın misali yaşadınız; sorumsuzca, şuursuzca…
Bazen ne geçiyor aklımdan biliyor musun doktor?
Bazen ne derim kendi kendime biliyor musun?
Herkesi toplasam diyorum; dağda, taşta, yolda, belde kim varsa herkesi ve sorsam diyorum: ‘nereye böyle?’
Bu telaşla, bu hırsla, bu aceleyle nereye böyle?
Ne büyük delilik olur değil mi?
Etrafına bir bak hele doktor!
Bir sürü insan göreceksin…
Acıları, sevinçleriyle bir sürü insan…
Bunları düşünmek, bunları söylemek delilikse, ben deliliğimden memnunum doktor…
Git tedavi için boşuna zaman kaybetme…
Git akıllılığının sefasını sür…
Git felekten bir gün de sen çal…
Kaç günü varsa bu feleğin, herkes çala çala ne bittiği var ne biteceği…
Git, ne olur git, yalnız bırak beni…
Sahte bir dost görmek istemiyorum karşımda.”