Ne demiş, Üstat Necip Fazıl?

“Arsızlığa cesaret, zinaya aşk dediler. Bir neslin ahlâkını işte böyle yediler”.

Hıh!

İşte bugün yaşadıklarımız da aynen bu!

Hemen her sahnesinde gayrı ahlaki davranışların alenen sergilendiği dizilerden, sinema filmlerinden tut,  “aşkım beni başkasıyla hayal et” denilen abuk subuk yarışma programlarına…

Rezillik diz boyu!

“Magazin” adı altında bize el âlemin dekoltesini, yılan derisi ayakkabısını, başlarına vura vura öldürülen fokların, aslanların, ayıların kürkleriyle boy gösteren ruhsuzları izletenler, ortak bilincimizi yerle bir ettiler.

Sapkınlığı cesaretlendirici, kitlesel beyin yıkayıcı, küçümseyici, toplumsal normlarımızın içerisine çubuk sokan ne kadar faktör varsa hepsini getirdiler, hayatımızın merkezine oturttular abicim.

Aklımızı başımızdan aldılar.

Sadece aklımızı mı?

Ahlakımızı, insaniyetimizi, toplumsallığımızı ve en önemlisi imanımızı!

“Namus, iki bacak arasında olmaz” dediler.

Çaldılar.

“Sen giyime bakma, insanın içine bak” dediler.

Çaldılar.

“Azıcık modern ol, ne geri kafalısın” dediler.

Çaldılar.

“Din başka, bu başka canııım, kurcalama şimdi oraları” dediler.

Beynimizi kurcaladılar. Çaldılar.

“Bi´kereden bir şey olmaaaaz, rahat ol!” dediler.

Rahat rahat çaldılar.

“Mahalle Baskısı” diye absürt bir kavram geliştirdiler.

Bastıra bastıra çaldılar.

Çaldılar da çaldılar. Gençliğin ahlakını işte böyle çaldılar.

İşte hırsızlıkların iki büyüğü; iman ve vakit hırsızlığı!

Dizilerin hepsine bakın.

Karakterlerin bir tanesine bile “Muhammed” ismi veriyorlar mı?

Şimdiye kadar böyle bir karakter oldu mu?

Yok!

En “dindar” filmlerde bile karakterlere Peygamberimizin adını vermediler.

Ha, çok mu kötü bir durum? Hayır!

Aslında sevindirici bi´ gelişme de, diyebiliriz.

Niye mi?

Allah´ın ve bizim için kutsal nitelik taşıyan bazı insanların isimlerinin, ne tür karakterlere monte edildiğini görünce sevinmiyor da değilim.

Avrupa Yakası isimli bir dizi vardı, bilirsiniz. Meşhuuuur!

İçerisinde de kişiliği bozuk, hayattan kopuk, garip hareketler yapan bir karakter vardı.

‘Keh keh´ güldüğümüz… Bundan on yıl evvel. Hatırladın mı?

Evet! “Gaffur”.  

Peki, ya hepimizin çok sevdiği Hayat Bilgisi isimli dizide nasıl bir karakter vardı?

Sahtekâr, para düşkünü, yalancı, uçkur heveslisi…

Müdür Bey.

İsmi neydi?

“Amil”.  Kimin adıydı?

Veya En Son Babalar Duyar isimli dizideki sahtekâr, yalancı, düzenbaz damat

“Hallederiz Kadir”, hiç mi dikkatini çekmedi? “Kadir”.

Hababam Sınıfı´nın “Hayta İsmail” karakteri? Neden, İsmail isminin başına “laftan sözden anlamaz, uçarı insan” anlamını taşıyan “hayta” lakabı getirilmiş sizce?

Pekâlâ, son zamanların fenomeni küfürbaz, iğrenç, ahlaksız, savurgan, perdelerini kaldırdığında sözde insancıl bir karakterimiz vardı.

Hani sinema salonlarını uğruna dolup taşırdığımız?

Kimdi o?

“Recep İvedik”.

Rahmetli Kemal Sunal´ın canlandırdığı şu bilindik “Şaban”, Halit Akçatepe´nin de “Ramazan” isimli karakterlerinin ne tür özelliklerde olduklarını, anlatmaya gerek var mı?

Maşallah, mevzu üç aylara kadar ulaşmış. Helal olsun!

Ha, sahi “Şaban” denince neden gülüyoruz biz?

Veya birisiyle dalga geçmek için, neden “amma Şaban´sın haaa” diyoruz?

Hiç düşündük mü?

İşte hep, bu tip senaryoların açtığı yaralar bunlar.

Ve bunların hepsi, üzerimize kurgulanan projeler!

Sözde sanat yoluyla kutsal değerlere saldırı…

Böl, parçala, yok et! Vaaav! Akıllıca!

İşte böylesi saldırılarla çaldılar toplumsal şuurumuzu. Değerlerimizi…

Mahvettiler.

Neticede, hissemize düşen pay n´oldu?

Hayvani cinsel dürtülerini kontrol altında tutamayan, sokak ortasında şuppadanak öpüşen, bira kutularıyla gezen, saçı sakalı garip renklere boyalı, dili göbeği pearching´li, iki hoş sohbet edilemeyecek kıvamda, soyutlaşmış “modernizm budalası”, mutsuz bir gençlik modeli…

Yağmaladılar ruhumuzu.

Bozdular, dağıttılar bizi.

Çaldılar. Gençliğimizi bizden çaldılar!