Eğitim-Sen İnegöl Te

Eğitim-Sen İnegöl Temsilciliği Başkanı Metin Erdem, 2009 – 2010 Eğitim Öğretim Yılının başlaması nedeniyle yaptığı değerlendirmede, Türkiye’de eğitim sisteminin tüm düzeylerinde, okul öncesi eğitimden üniversiteye kadar sorunlar ve sıkıntılar yaşandığını, yıllardır kalıcı bir eğitim politikası oluşturulamamış olmasının, hem yaşanan sorunların çözümünü geciktirdiğini, hem de eğitim sisteminin yeni sorunlar üretmesini beraberinde getirdiğini ileri sürdü.

Yıllardan bu yana çözülmeyen ve çözülmediği oranda da gelecek yıllara çoğalarak sarkan sorunların, eğitim sistemini dört bir taraftan kuşattığını ifade eden Metin Erdem, “AKP hükümeti döneminde eğitimde yaşanan yoğun ticarileştirme ve özelleştirme uygulamaları, eğitim alanında yaşanan yoğun siyasi kadrolaşma, eğitim sistemini içinden çıkılmaz bir girdaba doğru hızla sürüklemekte, eğitim ve bilim emekçilerinin tüm çabalarına rağmen, eğitimde uygulanan yanlış politikalar nedeniyle eğitim sistemi ciddi bir çürüme yaşamaktadır” dedi.

OKULLAŞMA ORANI HALA DÜŞÜK

Türkiye’de 2009 yılı itibariye eğitim sürecinde olması gereken nüfusun belli bir bölümünün eğitim hakkından yararlanamadığına vurgu yapan Erdem, eğitimin önde gelen sorunlarından birisi olan okullaşmadaki eksikliklerin, halen çözülmemiş olarak ortada durduğunu, okullaşma oranına Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2009 rakamları açısından bakıldığında, tablonun hiç de iç açıcı olmadığının görüldüğünü, 2009 yılında ilköğretimde net okullaşma oranının erkeklerde %96,99, kızlarda % 95,97 olarak gerçekleştiğini, henüz tüm çağ nüfusuna yaygınlaştırılamadığını söyledi.

DERSLİK, OKUL VE ÖĞRETMEN SAYISI YETERSİZ

Türkiye’de toplam öğrencilerin %75’inin ilköğretimde bulunduğunu İlköğretimdeki duruma son yedi yılda yaşanan rakamsal değişiklikler ışığında baktığımızda tablonun hiç de iç açıcı olmadığının görüldüğünü öne süren Erdem, “Son 7 yılın rakamlarına bakıldığında, artan öğrenci sayısına karşın Milli Eğitim bütçesinin, ortaya çıkan ihtiyacı karşılayacak kadar artmadığı görülmektedir. İktidarı döneminde Türkiye’ye “çağ atlattığını” iddia edenler, borç almak hariç, diğer tüm alanlarda olduğu gibi, eğitim politikalarında da sınıfta kalmıştır. Eğitime bütçeden ayrılan paylar bu durumun en açık kanıtı niteliğindedir. Üstelik eğitimde bütçeden ayrılan payların ortalama %65’i personel harcamalarına ayrılmakta, eğitimin finansmanı öğrencilerin, dolayısıyla öğrenci velilerinin omuzlarına yıkılmıştır.  Bütçe içinde sınırlı, ancak sosyal harcamalar içinde önemli bir paya sahip eğitim harcamaları, sosyal harcamaların her geçen yıl azaltılması, daha doğrusu özel kesime yönelik kaynak olarak aktarılması nedeniyle ya azalmış ya da yerinde saymıştır. Böylece eğitim sistemi içinden çıkamayacağı bir kriz içine itilmiştir” diye konuştu.

ÖZEL EĞİTİME MUHTAÇ ENGELLİLERİN EĞİTİMİ ÖNEMLİDİR

Dünya’da 600 milyon, Türkiye’de ise 8 milyonun üzerinde engelli bulunduğuna işaret eden Metin Erdem, özel eğitim için gerekli bilgi, hizmet ve fiziksel çevre koşullarının özel eğitim kapsamında olan çocuklar için henüz yeterince ulaşılabilir hale getirilmediğini,  özel eğitime uygun nitelikte okul ve kurumların yetersiz kaldığını, Türkiye’de kayıtlı 8 milyon 341 bin 937 engellinin yüzde 36,3’ünün okuma-yazma bilmediğini, İller ve bölgelerde ayrımcılığa dayalı uygulamalar olduğunu, yatırımların eşitsiz ve dengesiz yapıldığını, var olan okul ve kurumların belli illerde yoğunlaşmasının, diğer iller ve bölgelerde yaşayan engellileri ve ailelerini umutsuzluk ve çaresizliğe mahkûm ettiğini kaydetti.

Son bir yıldır yoğun bir şekilde yaşanan kriz sürecinin, toplumun tüm kesimlerini olduğu gibi eğitim ve bilim emekçilerini de derinden etkilediğini anlatan Erdem,  “Bugün kredi ve kredi kartı borcu bulunmayan eğitim emekçisi bulmak neredeyse imkânsızdır. Son bir yıl içinde, çok sayıda okula öğretmenlerin kredi borçları yüzünden icra tebligatlarının yapıldığı bilinmektedir. Öğretmenler borç batağından kurtulmaya çalışırken, hizmetli, memur ve diğer eğitim emekçilerinin durumu ise daha vahimdir. Bugün eğitim emekçilerinin önemli bir bölümü bırakalım ‘insanca yaşamayı’ ay sonunu getirebilmek için ek iş yapmak zorunda bırakılmıştır. Eğitim emekçilerinin aldığı maaşlar, sadece 2002 yılında dört kişilik bir ailenin yapması gereken harcamaların yarısını karşılayabilecek düzeyde olmuştur. 2002 yılında bir eğitim emekçisi aldığı maaş ile aylık giderlerinin %52’sini karşılayabiliyorken, 2002 yılının Kasım ayında iktidara gelen AK Parti iktidarının ilk yılından bugüne tüm halkımız gibi eğitim emekçileri de gün yüzü görmemiştir. Bir eğitim emekçisi 2009 yılında toplam harcamalarının ancak % 46’sını karşılayabilmektedir” dedi.

Eğitimin özelleştirilmesine yönelik uygulamalardan vazgeçilmesi gerektiğine de dikkat çeken Erdem, “Eğitimin özelleştirilmesi, herkesin eğitim hakkından yararlanmasının önüne geçmek demektir. AK Parti hükümetinin özel okullara destek yasasını ısrarla gündeme getirmesi, kamusal eğitim anlayışının özel eğitim anlayışının merkeze alınması çabasıdır. Özelleştirmeye yönelik uygulamaların anlamı, parası olmayanların eğitim hakkının ellerinden alınması anlamına gelir. Özelleştirme uygulamalarına son verilmeli, kamusal hizmet anlayışı geliştirilmelidir. İkili eğitimden tekli eğitime geçilmeli, sınıf mevcutları en fazla 24 öğrencili olmalıdır. Nitelikli eğitim için sınıf mevcutlarının 50 öğrencili değil, 24 öğrencili olması sağlanmalıdır.  Anaokulu ve ilköğretim öğrencilerine günlük ücretsiz süt verilmelidir” şeklinde konuştu.

İKTİDAR ‘ÜÇ MAYMUNU’ OYNUYOR

Hazırladıkları raporlar ve yaptıkları araştırmalara dayanarak, eğitimde özellikle AK Parti döneminde ciddi bir ticarileştirme ve özelleştirme furyasının yaşandığını söyleyebileceklerini, eğitimin finansman kaynaklarına göre dağılımında halkın payının sürekli arttığını, eğitimde maliyetin faturasının her geçen yıl daha fazla oranda velilerin sırtına yıkıldığını iddia eden Metin Erdem,  “Eğitimin sorunları elbette sadece yukarıda sıralananlarla sınırlı değildir. İşin düşündürücü yanı, siyasi iktidarın yıllardır eğitim sorunları karşısında ‘üç maymunu’ oynaması, Eğitim-Sen’in sorunların tespiti ve çözümüne yönelik eleştiri ve önerilerini görmezden gelerek, kendi bildiğini okumaya devam etmesidir. Bir insan hakkı olarak ve kamusal bir hak olarak baktığımızda eğitim hakkının ülkemizde, devletin sorumluluğunda bir hak olmaktan çok, parası olanlar için bir ‘fırsat’ olduğu açıktır. Herkesin, eğitim hakkından eşit ve parasız şekilde yararlanamadığı dikkate alındığında, ülkemizin eşit, parasız, nitelikli eğitim açısından, diğer ülkelerle kıyaslanamayacak kadar geride olduğu söylenebilir. 

Eğitim sisteminde yaşanan sorunlar tüm eğitim emekçilerini olumsuz etkilemektedir. Yıllardır grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı mücadelemizin ne kadar haklı olduğu bugün daha iyi anlaşılmaktadır. Siyasi iktidarlar, kendilerini zorlayacak bir gücü karşılarında görmeyince, sorunların çözümü için adım atmamaktadır. Eğitim sisteminde yapısal değişiklikler gereklidir. Okul öncesi eğitimden başlayarak eğitim yatırımlarına, ders kitaplarının hazırlanmasından eğitim yöneticilerinin belirlenmesine; sınıf mevcutlarından eğitimin bilimsel, demokratik, laik yönünün geliştirilmesine; derslik, okul, öğretmen açıklarından eğitimin genel bütçe içindeki payına kadar, eğitimin hemen her kademesinde köklü bir değişime gereksinim vardır” dedi.

Editör: TE Bilişim