Soykırım, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları başta olmak üzere bireysel sorumluluk gerektiren uluslararası suçların faillerinin daha etkin bir biçimde yargı- lanmasının önünü açmak üzere kurulan sürekli nitelikli Uluslarara-sı Ceza Mahkemesi (UCM) birçok açıdan küresel umudun sim- gesi olarak görülüyordu.

Uluslararası Ceza

Mahkemesi ve yargılama meşruiyeti

Soykırım, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları başta olmak üzere bireysel sorumluluk gerektiren uluslararası suçların faillerinin daha etkin bir biçimde yargı- lanmasının önünü açmak üzere kurulan sürekli nitelikli Uluslarara-sı Ceza Mahkemesi (UCM) birçok açıdan küresel umudun sim- gesi olarak görülüyordu.
Her şeyden öte böylesine sürekli nitelikli bir mahkemenin varlığının caydırıcı bir etkisinin olacağı ve bahsi geçen suçları işleme düşüncesinde olanların artık iki kere düşünmek zorunda kalacağı varsayılmıştı. Ancak daha önemlisi bu tür suçlar için daha önce düşünülen geçici nitelikli (ad hoc) mahkemelerin çözüm getirmediği ve adaletin tesisi konusunda yetersiz kaldığı düşüncesi bu tür bir mahkemenin sürekli olarak var edilmesinin en önemli sebeplerinden biri oldu. Diğer bir deyişle, UCM mahkeme yorgunluğu (Tribunal Fatigue) denilen palyatif çözüm kaynaklı umutsuzluk ve yetersizliğin bir çaresi olarak tasarlandı.

Ancak 2002 yılında faaliyete geçtiğinden beri mahkemenin performansı ile ilgili değerlendirme yapılmasına olanak verecek çok fazla veri gözlemlenmedi. Diğer bir ifadeyle Mahkemenin gerçekten de kuruluş amacına uygun hareket edip edemediğinin tespitinde işe yarayacak bir kriter veya kriterler oluşmadı. Bir yandan mahkemenin tarafsızlığı konusunda şüphelere neden olabilecek herhangi bir şeye rastlanmazken öte taraftan sadece Afrika kıtasına münhasır olaylar konusunda kovuşturma başlatması ve mesela Irak’ta ABD işgali ile bağlantılı suçlar ve İsrail’in Gazze ve Lübnan saldırıları ile ilişkili ihlaller konusunda harekete geçememesi ciddi eleştirileri de beraberinde getirdi.

Mahkemenin meşruiyet iddiasında bulunabilmesi ve içsel olarak evrensel yargı doktrininin bir parçası olan uluslar arası suçlar konusunda küresel bir otorite haline gelebilmesi açısından aşması gereken önemli engellerden bir tanesi de hiç şüphesiz büyük güçlerin, özellikle de ABD’nin mahkemeye yönelik muhalefetinin bertaraf edilmesiydi. Bu sorun bugün için büyük ölçüde aşılmış gibi görünüyor. Mahkemeye taraf olmamasına rağmen Sudan’ın BM Güvenlik Konseyi kararı ile UCM’nin yargı yetkisine girmesi ve bu yetkilendirmede ABD’nin veto hakkını kullanmaması bu noktada büyük önem taşıyor. Sudan’ın Darfur bölgesinde 2003 yılından beri süregiden çatışmalarda işlenen suçlardan dolayı sorumlu tutulan devlet başkanı Ömer en-Beşir hakkında tutuklama kararının çıkması bu durumda ABD’nin de katkısı sayesinde gerçekleşmiş oldu.

Öte taraftan yine Mahkemenin kovuşturması çerçevesinde hakkında tutuklama kararı bulunan Uganda’nın kuzeyinde faaliyet gösteren Tanrı’nın Direnişi Örgütü (Lord’s Resistance Army-LRA) lideri Joseph Kony’nin yakalanması için de ABD geçtiğimiz günlerde 100 kadar komandoyu bölgeye gönderdi. Yakalandığı takdirde Kony doğrudan belki Amerikalılarca mahkemeye teslim edilmeyecek. Ancak çok yüksek bir ihtimalle Uganda yetkililerince UCM’ye teslim edilecek. Dünyanın en büyük terörist örgütü olarak gösterilen LRA’nın liderinin yargı önüne çıkarılmasında yine eğer işler planlandığı gibi giderse ABD’nin dolaylı da olsa katkısı olacak gibi görünüyor. Böylece UCM’nin en büyük eksiği olan bir polis gücünün olmayışı ile ilgili açık veya zaaf, en azından bu örnekte ABD tarafından giderilmiş olacak; hem de söz konusu ülkenin mahkemeye karşı bilinen güçlü muhalefetine rağmen…

Bu gerçekten de oldukça önemli bir gelişme zira doğrudan deklere etmese de artık ABD de mahkemeyi söz konusu suçlar ile ilgili olarak mahkemenin meşruiyetini dolaylı da olsa kabul etmiş oluyor. Bunun nereye varacağı ile ilgili spekülasyon yapmak mümkün değil elbette; ABD’nin veya Rusya’nın yakın bir gelecekte Mahkemeye taraf olacağını beklemek de söz konusu değil. Ama gerek ABD ve gerekse de Rusya artık benzer olaylar söz konusu olduğunda UCM’yi referans alır bir görüntü veriyor. Nitekim Rusya’nın 2008 yılındaki Gürcistan savaşı sırasında meydana gelen olayları mahkeme gündemine taşıdığını bu noktada hatırlamakta fayda var. Yani Rusya Mahkemeye taraf olmuyor; ama Osetlere karşı Gürcistan’ın suç işlediğini ispatlamak için UCM yargısına güveniyor.

UCM’nin meşruiyetini pekiştiren son gelişme de Libya’da patlak veren halk isyanları sürecinde halka karşı suç işlediği iddia edilen ve hakkında tutuklama kararı bulunan Kaddafi’nin oğlu Seyfül İslam’ın mahkemeye teslim olacağını bildirmiş olması. İsyan sırasında komşu ülke Nijer’e kaçan oğul Kaddafi, babasının öldürülmesinin ardından Mahkemeye teslim olmaya hazır olduğunu ifade ederken hiç şüphe yok ki canını kurtarma motifi ile hareket ediyor. Zira Libya yetkililerine teslim edilmesi halinde muhtemelen adil bir yargılama olmaksızın idam edilecek oğul Kaddafi. Ancak sebep ne olursa olsun, merkezi bir polis gücünün olmamasına rağmen hakkında tutuklama kararı bulunan bir zanlının kendi inisiyatifi ile mahkemeye teslim olmaya razı olması UCM’nin meşruiyetinin güçlendiğini göstermesi bakımından büyük bir önem taşıyor.