Ülkemizde İmar ve şehircilik politikaları genelde mimar ve şehir plancısı olmayan siyasiler tarafından belirlenmektedir. Bu politikaların illa da mimar-lar tarafından belirlenmesi de şart değildir. Siyasiler seçilmiş olmanın ve her anlamda halkı temsil etmenin doğal sonucu olarak, her hakkın kendilerinde olduğu düşüncesiyle hareket etmeleri sonucu, gelinen nokta belli ve sonuçları ortadadır. Ortaya çıkan bu sonuçlar itibariyle, bu aşamadan sonra da bu işleri kimin veya kimlerin yapacağının da bir önemi yoktur. Buradaki esas sorunu Meslek Mensupları teşkil etmiyor. Sorunun yegane temsilcisi ve sorumlu-su, her hakkı kendisinde gören siyasi zihniyettir. Mimarın şehircilikte üstlenmiş olduğu misyona, sadece maddiyat anlamında bakanlar, ister siyasiler olsun, ister bürokratlar, isterse mimarlar olsun, sahip oldukları bu zihniyet yapısı ile şehir problemlerine asla çözüm üretemezler. Şehircilikte kar, rant, yatırıma bağlı spekülasyon ve siyasi kararlar gibi seküler anlayışları terk ederek, şehre, şehircili-ğin evrensel değerlerinden bakmak artık günümüz mimarisi ve şehirleşmede hayati önem taşımaktadır. Bundan böyle yerelde ve genelde, gerek ülkemizin ve gerekse yaşadığımız ilçenin istikbaline yönelik mimari ve şehircilik kararlarının, ilim, fikir ve sanat adamlarından kurulu bir üst kurul tarafından alınması, en büyük arzum ve temennimdir. Böylesi bir karar merciinin oluşumu ve hayata geçmesi şehirciliğimizin istikbali açısından tarihi bir adım olacaktır. Böyle bir kararın alınması yüksek idrak ve idareciliği gerektirir. Günümüzde toplumun mimarlığa bakış açısı, salt bir inşaat faaliyeti veya malze-me ve ustalıkla meydana getirilen yapı sanatı ola- rak algılanması, şehirciliğe de bu anlamıyla yansımıştır. Oysa mimarlık, bu anlayışın ötesinde fikir, tasa-rı, biçim verme ve yaşamsal alanlar üretme gibi köklü insani ve evrensel düşünce faaliyetlerinin de adıdır. Şehir (Kent ) kısa tanımıyla insan yerleşkesidir. Bu yerleşkede zaman paralelinde fiziki değişimler olduğu gibi (büyüme ve küçülme) burada yaşayan insanların da beklentileri de değişmektedir. Ülkemiz genelinde ve yaşadığımız ilçede plansız nüfus artışı hem mekan yaratma gayreti içinde olan mimarları hem de mevcut halkın şehirde yaşama beklentilerini olumsuz yönde etkilemekte ve ilçemiz kontrolsüz bir şekilde büyümektedir. Kontrolsüz büyümenin sosyolojik anlamı kaostur. Buna, salt yapısal büyüme olarak bakmak doğru değildir. Bu büyüme beraberinde köysel ve kentsel ya-şam tarzının sosyal ve kültürel farklılıklar dolayısı ile çok yönlü değişen değer ve beklentiler neticesinde, ilçemiz şehircilik anlamında yaşamsal bir atmosfer olmaktan çıkmıştır. Sorun sadece bu da değildir. Günümüz şehircilik ve mimari anlayışı, hak ve hukuk gibi kavramları devre dışı bırakmakta, imar mevzuatı da, bırakın haksızlığı önlemeyi bizzat kendisi haksızlıklara neden olmaktadır. Yerel idarelerce yapılan imar planları, kentlerde yaratılan oldubittileri meşrulaştırmaya yönelik olup, bu plan ve plan değişikliklerine karşı açılan davalar çoğu kez hasır altı edilmekte, kesinleşen mahkeme kararları uygulanmamaktadır. Bu kısır döngü içinde yapılan planlar, toplumun ihtiyaç duyduğu, park ve yeşil alanları konut veya ticari alana dönüştürmektedir. Bütün bunlar, toplumun kamusal hakkını korumakla yükümlü olan yerel idareler tarafından yapıl- maktadır. Planlı kentler, kentli haklarının korundu-ğu kamusal alanların halkın hizmetine sunulduğu yegane alanlardır. Plana ve hukuka inancın yitirildi-ği bir toplumda, toplumsal yaşamın uyum ve ahenk içerisinde, şehirsel mekanda realizasyonu imkansız gibidir. Bunun nedeni maksimum karın ve rantın geçerli olduğu şehirsel ortamda, toplumsal çı- karlara dönük fikirlerin uygulamada gerçekleşme şansının olmayışıdır. Toplum yararına bir şehir planlamasının yapılabilmesi, toprak mülkiyetinin parçalanması oranında başarısızlığa uğradığı gibi dejenere bir şehirsel mimarlık anlayışının da ana kaynağıdır.