Yüce dinimiz İslam, bütün insanları hayra davet etmekte ve bizlerden faydalı işler yapmamızı, iyilik yolunda başkalarına örnek olmamızı, hayra koşmamızı ve hayırda yarışmamızı istemektedir. Hayır aklımıza gelen her türlü iyilik, güzellik, yararlı işler, faydalı tutum ve davranışları içine alan şûmullü bir kavramdır. Hayır, insanların rağbet ettiği, sevip arzuladığı güzel olan şeylerdir. Dilimizde karşılık beklemeden yapılan yardıma da hayır denilmektedir.
Birde hayrat tabiri vardır ki, bununla da Allah´ın rızasını kazanmak için insanların yararına sunulmak üzere yapılan, vakfedilen cami, mescit, okul, kütüphane, hastane gibi eserler kastedilir.
Hayır, bir anlamda şerrin zıddıdır. Yüce Allah, bizleri zaman zaman hayır ve şer ile dener ve imtihan eder. Bu nedenle bu dünyada hayır ve şer ne yaparsak yapalım, yaptıklarımızın karşılığını mutlaka göreceğiz ve hiçbir şey karşılıksız kalmayacaktır.
Yüce Allah (c.c) bu konuda Kur´an-ı Kerim´in şu ayetlerinde: “Namazı kılın, zekatı verin, önceden kendiniz için yaptığınız her iyiliği Allah´ın katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı noksansız görür.” (Bakara,1/110),“Herkesin iyilik olarak yaptıklarını da kötülük olarak yaptıklarını da karşısında hazır bulduğu günde (insan) isteyecek ki kötülükleri ile kendisi arasında uzun bir mesafe bulunsun. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Allah kullarına şefkatlidir” (Al-i İmran,3/30), “Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Haydi hep hayırlara koşun, yarışın! Nerede olsanız Allah hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz Allah´ın gücü her şeye hakkıyla yeter.” (Bakara, 2/148),“Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kimde zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” (Zilzal,99/7-8) buyurmaktadır.
Kur´an-ı Kerim, hayatın gayesinin hayır ve iyilik yarışında bulunma olduğunu bildirmektedir: “İşte onlar iyiliklere koşuşurlar ve iyilik için yarışırlar.” (Mü´minun, 23/61). Yine Kur´an-ı Kerim´den öğrendiğimize göre; kurtuluşa erebilmek için de hayır işlemek gerekmektedir. “Ey iman edenler! Rüku edin, secde kapanı, Rabbinize ibadet edin ve hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz.” (Hac, 22/77).
Yüce Allah insanları hayra davet ettiği gibi, bizden insanları hayra davet eden bir toplumun bulunmasını da emretmektedir. “Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran, 3/104).
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bir Hadis-i Şeriflerinde “Din hayırhahlıktır” (Müslim, iman, 95; Ebu Davud, edeb, 67; Nesai, Bey´at 31) buyurmuştur. Yani dinin özü, insanların hayrını, iyiliğini istemek-tir. İslam´ın hayat anlayışı, iyilik yaparak başkalarına güzel örnek olmayı benimsemektir. “İyilik eskimez, yani iyilik sahibi daima hayırla yâd olunur.” (en-Nebhani, el-Fethu´l- Kebir,1,490) buyuran sevgili Peygamberimizin hayat felsefesi de, hakkı ve hayrı yay-ma felsefesine dayanır. Peygamberimizin yetimleri, yoksulları, darda kalanları, maddi ve manevi yardıma muhtaç olanları nasıl bağrına bastığını, onlarla nasıl candan ve fedakârca ilgilendiğini biliyoruz. O´nun kendisine ikram edilen yiyeceği bile çevresindekilerle paylaşması, eline geçen hemen her şeyi muhtaçlara dağıtması, kimseyi eli boş çevirmemesi ve cömert davranması manidardır. O´nun bu fiili örnekliği, Müslümanlarda kesintisiz hayır işleme bilincini oluşturmuştur. Bunun sonucu olarak camiler, medreseler, hanlar, hamamlar, köprüler, aşevleri gibi hayır kuruluşları ve vakıf müesseseleri ortaya çıkmıştır.
Bu anlayış Müslümanlar arasında, “İnsanların en hayırlısı, insanlara hayırlı olan; malın en hayırlısı, Allah yolunda harcanan, Allah yolunda harcananın en hayırlısı da insanların en çok ihtiyaç duydukları şeyleri karşılayandır.” şeklinde İslam´ın ruhuna uygun bir ilkenin yerleşmesinde önemli bir etken olmuştur. Dünyada insanlara iyilik yapmak ahrette insanı mutlu edecek ve cennete girmesine vesile olacak bir hayrı önceden göndermek demektir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bu konuda: “Mü´min sonu cennet oluncaya kadar işlemiş olduğu hayra doymaz.” (Tirmizi, ilim, 19) buyurmaktadır.
Dünyada insanlar bir yarış içinde bulunmaktadırlar. Bu yarış, güzellikleri ve erdemleri artırma yarışıdır. Bu yarış bazen hayırda, bazen de şerde olur. Hayırda yarış, sadece para veya malını hayırlı işlere sarfetmek şeklinde anlaşılmamalıdır. Kişinin kendisine, aile fertlerine, çevresine, ülkesine ve milletine, daha da öteye giderek tüm insanlığa yaptığı iyilik ve güzellikler de hayır yarış olarak telakki edilir. Hayırda yarışın çeşitli alanları bulunmaktadır.
Bu alanlardan birkaç tane örnek sunabiliriz.
a) İmanda yarış: İmanın güçlü olması, kalbe yerleşmesi ve onun tadına varabilmek için yarışmak.
b) İbadetlerde yarış: İbadetlerin zamanında, tam ve eksiksiz olarak yapılması; riya ve gösterişten, acelecilikten uzak durarak, ibadetin ruhuna uygun olarak ihlas ve samimiyetle yapılması.
c) Ahlâkta yarış: En güzel ahlaka sahip olmak, tüm kötü huylardan arınmak için çaba göstermek.
d) İşte yarış: İşini mükemmel bir şekilde yapmak, elinden gelen bütün hüneri göstermek suretiyle işini sağlam ve zamanında yapmak.
e) İnsanlığa hizmette yarış: İnsanın Allah´ın yarattığı en değerli varlık olduğu gerçeğinden hareketle, ona değer vermek. İnsanı bir velinimet olarak kabul edip, cinsiyet, ırk, fakirlik-zenginlik, sosyal statü, kılık-kıyafetine bakmadan ona karşı gereken ilgi ve alakayı göstermek. Ezilmiş, sahipsiz, yetim ve dul kalmış insanların, ekmek parası bulamayan, ilaç parası bula-mayan kimselerin ellerinden tutmak.
f) Vatana hizmette yarış: Güzel vatanımızın kalkınması, hür ve bağımsız olarak yaşaması, milletler içinde hak ettiği dereceye ulaşması, ülkenin birlik ve beraberliğinin, dirlik ve düzeninin korunması için çalışmak. Yer altı ve yer üstü zenginlerini ülke insanının hizmetine sunmak için gayret göstermek, iş ve üretim sahaları açmak
g) Eğitimde yarış: Sahip olduğumuz yavrularımızı çağın en son imkanlarını kullanarak, gelecek kuşaklara hazırlamak için maddi ve manevi imkanlarını seferber ederek tarihimizde şerefle yerini alan Biruni, İbn Sina, Gazali, Farabi, İbn Rüşd, Mevlana, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre gibi ilim ve irfan adamlarını, keşif ve icatların öncülerini yetiştirmek için çalışmak.
h) Üretimde yarış: Azami derecede verimlilik ilkesine riayet ederek arazilerimizi ihya etmek, bilinçli tarım ve besicilik yapmak, üretim alanlarını çoğaltarak artırmak, hizmette kaliteyi artırmak, ihracatı artırarak memleketin kalkınmasına yardım etmek, bozuk ve kalitesiz mal üretmemek suretiyle güven temin etmek. Bunları daha da çoğaltmak mümkündür. Hayırda yarışı sadece fitre, zekat ve sadaka vermek olarak algılamak bizi yanıltır. Hayır, tariflerinden de anlaşıldığı gibi çok geniş bir kavramdır. Müslüman, lüzumsuz ve gereksiz işlerle ve tartışmalarla uğraşmayacak, zamanını, bilgi ve becerisini memleketin ve insanlığın hizmetine sunacaktır. Çünkü Mü´minin gayesi Yüce Allah (c.c)´ın rızasını kazanmak ve öldükten sonra da hayırla anılmaktır. Bu anlamda tarihe baktığımız zaman, atalarımızın sayısız hayır müesseseleri kurmuş olduklarını görürüz. Camiler, medreseler, darüşşifalar, kervansaraylar, yollar, köprüler bunların başlıcalarıdır.
Ecdadımız bunları yapmakla kalmamış, bu güzel eserlerinin devam etmeleri ve harap olmaması için de, onları ayakta tutacak gelir kaynaklarını bu hayırlı işlere vakfetmişlerdir. Böylece İslam kültüründe muazzam bir vakıf müessesi ve anlayışı meydana gelmiştir. Ölümünden sonra amel defterlerinin kapanmamasını isteyenler, sadaka-i câriye bırakanlardır.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bu konuda: “İnsanlar öldüğü zaman amel defterleri kapanır. Ancak üç şeyden dolayı kapanmayıp sevap yazılmasına devam olunur. Bunlar da sadak-i cariye, kendisiyle faydalanılan ilim ve ana-babasına hayır duâ eden eden evlat, Salih, hayırlı ve yaralı evlat yetiştirmektir.” (Dârimi, Mukaddime,46) buyurmaktadır.