Hicret İslâm tarihinin en önemli olayıdır. İslâmiyet Mekke şehri hudutları dışına hicretle taşmış ve güneş dünyaya Medine ufuklarından yayılmıştır. Kur´an-ı Kerim ayetlerinin bir kısmı Mekke´de bir kısmı da Medine´de nazil olmuştur.  Bu büyük olaya ilk Müslümanlar fazlaca önem verdikleri ve diğer olaylardan daha çok anılmaya değer buldukları için Hz. Ömer´in halifeliği zamanında onu tarih başı olarak kabul etmişlerdir. Hicret, İslâm tarihinde bir dönüm noktasıdır. İslâm´ın sabırdan aksiyona geçişi demektir. Hicret, kötü şartlardan kaçış değil, aksine İslâm´ı öğrenmek, öğretmek, yaşamak ve yaşatmak için yeni şartların ve mekanların aranışıdır. 

Genel anlamda hicret, dini bir kavram olarak, herhangi bir Müslüman birey veya topluluğun, inançları (Müslüman oluşları) yüzünden baskı gördükleri bir yerden başka bir yere göç etmesine verilen isimdir. Hicret olayı Müslümanların gördükleri zulüm yüzünden bir yerden başka bir yere gitmeleridir. Bilindiği gibi İslâm´ın yayılmaya başladığı Mekke döneminde  Müslümanlar sürekli baskı ve işkencelere hedef oldular. Sosyal, ekonomik ve kültürel ambargoya maruz kaldılar. İlk Müslümanlar önce Habeşistan´a, sonra da Medine´ye hicret ettiler. Peygamber Efendimiz (s.a.v) ve Ashâb-ı Kirâm, doğup büyüdükleri ve çok sevdikleri şehirleri Mekke ve Kâbe´den ayrılmak durumunda kaldılar.

Hicretle, 23 yıl süren peygamberlik devrinin 13 yıllık “Mekke Devri” sona ermiş, 10 yıllık “Medine Devri” başlamıştır. Hz. Muhammed (s.a.v) ve diğer müslümanların baskılar yüzünden 622´de Mekke´den Medine´ye göçüne verilen isim. Bu göçün sonucunda Medine´de bir İslam Devleti kurulmuştur.

Hazreti Peygamber (s.a.v), Medine´ye geldiklerinde, burada yaşayan yabancılarla, dayanışma temeli üzerine bir antlaşma imzalamıştı. Bu antlaşma, İslam Dininin Müslüman olmayan topluluklarla barış içinde yaşamaya ve onlarla daima iyi ilişkiler içinde olmaya ne kadar önem verdiğini göstermektedir.  Yine Sevgili Peygamberimiz, Mekke´den gelen göçmenlerle Medine´li Müslümanlar, yani “Muhacirler”  ile “Ensar” arasında kardeşlik kurmuştu. Bu kardeşlik esasına göre, Medineli Müslümanlar mallarının yarısını göçmen kardeşlerine vermişlerdi ki, tarihte bu dayanışma ve yardımlaşmanın bir benzerini daha göstermek mümkün değildir. Böylece, Medine şehrinde ilk İslâm topluluğu, kardeşlik ve dayanışma temelleri üzerinde oluşmaya başlamıştır.

Böylece Hicret, ilk Müslümanların, sıkıntılı günlerden kurtulmalarına ve kardeşlik esası üzerine kurulan toplum hayatına kavuşmalarına vesile olmuştur. Hicret; yardımlaşma, dayanışma, paylaşma, dostluk ve kardeşliğin ifadesidir. Kardeşine kucak açarak onunla evini, iş yerini, yiyeceğini ve varlığını paylaşmaktır. Kardeşini himaye etmek ve sahiplenmektir.  Hicret; Ensar ve Muhacirinin sergiledikleri dostluk ve kardeşliğin, milli birlik ve bütünlüğün en güzel timsalidir. Hicret; ilk müslümanların inançları uğruna gösterdikleri fedakârlığın doruk noktasıdır. Hicret, Allah rızası için; anadan, babadan, evlattan, yardan, diyardan, maldan, mülkten hatta candan vazgeçmenin ibretli ve meşakkatli öyküsüdür. Yüce dinimizin rahmet yüklü mesajlarını bütün insanlığa ulaştırmak için çıkılan yolculuğun adıdır.  Mekke´li müşriklerin baskı, eziyet ve işkencelerine maruz kalan Müslümanlar, hicret sayesinde güvenli bir ortama ulaşmışlar, güçlenmişler ve Hazreti Peygamberin önderliğinde kendi varlıklarını kabul ettirmişlerdir. 

Hazreti Peygamber Medine ve çevresinde bulunan kabilelerle hemen temasa geçmiş ve onlarla antlaşmalar yapmıştır Daha önce Müslümanların varlığını reddeden Mekke´li müşrikler, Hudeybiye antlaşmasıyla bunu ilk defa kabullenmek mecburiyetinde kalmışlardır. Yüce Allah Kur´an´da; imanları uğruna yurtlarını terk eden müminleri şu ayette övmektedir: “İman edip hicret eden ve Allah yolunda cihat edenler ve (hicret edenleri) barındırıp (onlara) yardım edenler var ya; işte onlar hakîkî müminlerdir. Onlar için bir bağışlanma ve bol bir rızık vardır” (Enfal, 8/74)

Biz Müslümanlar için bir milât olan hicret; Allah´a ve O´nun kutlu elçisine gönülden bağlılığın bir ifadesidir. Hakka, hakikate, ilme, irfana ve en önemlisi medeniyete yapılan yolculuktur. Bu konuda Sevgili  Peygamberimiz (s.a.v)  , “Hakiki hicret, kötülükleri terk etmektir.” ve “Hakiki Muhacir, Allah´ın yasakladığı şeylerden kaçan, onları terk eden kimsedir.” buyurmuştur. (İbn-i Mâce, Fitne, 2; Buhâri, İman, 4)

Aslında Medine´ye hicret, medeniyete hicrettir. Zira Peygamber Efendimizin hicretiyle Yesrib, Medine´ye dönüştü. Medine de İslâm medeniyetini üretti. Rahmet Peygamberi (s.a.v), Medine´de kin, nefret ve intikam toplumundan bir sevgi ve merhamet toplumu meydana getirdi. Katı kalpli insanlardan, can taşıyan her varlığa, hatta eşyaya dahi şefkat ve merhametle muamele edecek bir toplum oluşturdu. Hem maddi hem manevi açıdan arındırdı onları. Çıkarcılığı, çapulculuğu ve fırsatçılığı revaçta olan bir topluma, kendisi için istediğini, kardeşi için de istemeyi, diğerkâmlığı ve kardeşliği öğretti. Komşusu aç iken tok gezilemeyeceğini gösterdi. Dürüstlüğü, güvenirliği, aldatmayı, helal kazancı, alın terini, hak ve hukuku, hakkaniyeti, eşitlik ve adaleti öğretti. İyiliği, güzelliği, hayrı, ahlâkı, samimiyeti, olgunluğu ve takvayı gösterdi.

Sevgili Peygamberimiz (s.av), insanlara hizmette emanet ve mesuliyet bilincini, liyakati getirdi. İffetli ve ahlâklı bir toplum kurdu. İlim ve hikmete, hak ve hakikate, bilgi ve öğrenmeye âşık örnek bir nesil yetiştirdi. Fakirler, sahipsiz olmadıklarını; güçsüzler kimsesiz olmadıklarını hep O´ndan, O´nun uygulamalarından öğrendi. Kısacası onlara temiz bir toplumun nasıl oluşması gerektiğini göstererek insan onurunu, insanca yaşamı, Müslümanlığı ve medeniyeti gösterdi.

Bugün bizim için de bir hicret söz konusudur. Fakat bu hicret sadece göç edecek yer ve yurt aramak değil; her durumda daha iyinin, daha güzelin peşinde koşmak, İslâm´ı daha bir samimiyet içinde yaşamaya çalışmaktır. Hicret işte bu yolculuğun adıdır. Hz. İbrahim´in dediği gibi, hepimiz Rabbimize hicret etmekteyiz. Geçici olan bu dünyadan, ebedi olan gerçek âleme doğru göç etmekteyiz. Buradaki hicret, Sevgili Peygamberimizin buyurduğu gibi, Allah´ın yasaklarını terk etmektir.

Hicreti, sonuç ve etkileri yönünden şu şekilde değerlendirmek mümkündür:

1- Peygamber Efendimizin (s.a.v) hicreti ile eski adı Yesrib olarak bilinen Medine şehri “Medînetü´n-Nebî= Peygamber şehri” ünvânını aldı.

2- Medine´de İslâm site devleti kurulmuştur. Müslümanlar Mekke´de iken, kabileler halinde yaşıyorlardı. Hicret sayesinde Müslümanlar barınacak bir yurt buldular. Orada kendi hâkimiyetlerini ve hukukî varlıklarını kurdular. Hicret öncesi varlıkları fiîlî bir varlık iken, Hicret sonrası hukukî varlık oldu. Hicretin altıncı yılında Mekkeliler, daha önceden yok etmeye çalıştıkları Müslümanlarla Hudeybiye anlaşmasını yaptılar, onları hukukî bir taraf/varlık olarak tanıdılar. İşte bu büyük zaferin yolu Hicret´le açılmıştır.

3- Müslümanlar Mekkelilerin işkence ve baskılarından kurtularak İslâm´ı daha rahat yaşama imkânını elde etmişlerdir. Hicretle toplumsal bir güce kavuşan Müslümanlar, dinlerini rahatça imkânına kavuştular.

4- İslâmiyet Medine´de daha hızlı yayılma göstermiş, kısa zamanda Müslümanlar büyük bir güç haline gelmişlerdi. İslâm Medine´de dirildi, güçlendi, genişledi ve zaman içerisinde bütün dünyaya ulaşma fırsatı buldu. Bu bakımdan hicret sadece baskıdan kurtulmak değil,  var olma mücadelesi ve yolculuğudur.

5- Muhacirlerle Ensar kardeş ilan edilmiştir. Böylece Müslümanlar arasında sosyal dayanışma artmıştır.

6- Müslümanların Medine´ye yerleşmeleri Mekkelilerin kullandığı Şam ticaret yolunu tehlikeye sokmuştur.

7- Müslümanlarla Yahudiler arsında savunma ittifakı kurulmuştur. Bu vatandaşlık antlaşması (Medine Vesikası) İslâm tarihinin ilk anayasası kabul edilmiştir.

8- Müslümanlar hicret sayesinde Mekkelilerin işkence ve baskılarından kurtulmuştur.

Ne mutlu hicret edenlere! Ne mutlu yüreklerinde hicret ruhunu taşıyanlara!