Sevgili okurlarım bugün size bir fıkra ile merhaba demek istedim. Yazıma başlamadan önce değerli abimiz, MG rumuzu ile yıllarca Yıldırım Gazetesinde makaleler yazan Mustafa Güngör abimizin bir lafını söylemeden geçemedim. Mustafa abi yaşlılıktan dolayı sürekli orası-burası ağrırdı ve bir gün yine Camiiye giderken dizlerinin ağrıları tuttu. Ben ona hayırdır abi ne oldu diye sorunca:

“Yaşlılık Yusuf... Sakın ha yaşlanma! Yaşlılık bir b.. değil.” dediği dün gibi kulaklarımda. Kulaklarım derken onun da kulaklarını çınlattık Allah sağlık sıhhat versin kendisine.

Evet gelelim şimdi bizim bu günkü fıkramıza: Bir tavuk üretim çiftliğinde bulunan bir horoz varmış, genç haşarı bir horozmuş. Çiftlikteki tavuklara ve hem cinslerine gün yüzü göstermiyormuş. Bitip tükenmek bilmeyen enerjisi ile bütün gün kavgası ve haşarılıkları çiftlik sahibine İllallah dedirtmiş. Adam en sonunda horozu kesmeye karar vermiş. Ama bir türlü de ona kıyamıyor. Ne yapayım diye düşünürken sonunda bir çözüm yolu buluyor. Bunu ayrı bölmeye alıp diğerlerinden tecrit ediyor. Horoz burada yiyor, içiyor, ötüyor. Günler ayları, aylar yılları derken horoz iyice yaşlanıyor. Bir gün horozun sahibi Mahmut ağa’nın bir arkadaşı gelip kendisinden bir damızlık horoz istiyor. Mahmut ağa’nın da canına minnet. Şu bizim haşarı ve iyice yaşlanmış horozu bu adama verip şundan kurtulayım diyor. Hoş sohbet sonrası horozu adamın kucağına tutuşturup yolcu ediyor. 
Adam sevinçle çiftliğinin yolunu tutup hemen horozu tavukların içine salıyor. Bir müddet izleyip ne yapacağına bakıyor. Ama bizim yaşlı horozdan hiç tık yok. Arada bir kanatlarını çırpıp, kısık sesle ötüyor o kadar. Adam kendi kendine: “Her halde burada yabancılık çekiyor. Biraz alışsın açılır.” diyip işlerinin başına dönüyor.

Aradan bir hafta geçiyor ancak bizim yaşlı horozdan hala bir umut belirtisi yok. Adam iyice kızgın: “Sözde Mahmut ağa bana bu horoz öyle haşarı böyle yaman diye ahkâm kesip durdu. Yattığı yerden arada bir doğruluyor, kanatlarını çırpıp, soğuk su içmiş yaşlı dede gibi sesi kısık ötüyor. En iyisi bunu geri götürüp yerine başka bir horoz alayım.” diyip horozu kucağına aldığı gibi Mahmut ağa’nın çiftliğine geliyor. Çiftlik sahibi Mahmut ağa arkadaşını kapı önünde karşılayıp:

“Ne o Rüstem? Bu azgın horoz senin çiftliğini de mi alt üst etti?”
     Rüstem kızgın bir tavırla:

“Ne demezsin.. Çiftlikte tek bir kümes hayvanı bırakmadı.”

Mahmut ağa kendi kendine: “Eyvah Rüstem senin çiftliğini de mi  bir birine kattı bu haşarı horoz.” diye düşünürken, bu arada Rüstem iyice kızmış:

“Ne mahvetmesi birader? Bu sünepe horozu bana kakalamaya utanmıyor musun?”

Mahmut ağa şaşkın:
“Ne yani hiç mi bir şey yapmadı?”

Rüstem: “Dalgamı geçiyorsun birader? Ben yalan mı söylüyorum. Al şunu bana adam gibi bir horoz ver.”

Mahmut ağa Rüstem’in dediğini yapıp başka bir horoz veriyor ve bu yaşlı horozu da tavukların içine salıyor. Bir müddet horozu takip eden Mahmut ağa Rüstem’in yalan söylemediğine kanaat getiriyor. Horoz kümesteki en yaşlı tavukları seçip onlarla dinleniyor. Yorulunca sıcak toprağa göğsünü verip öylece yatıyor, arada bir kalkıp silkiniyor kısık sesle ötüp, yine yatıyor. Mahmut ağa: “Artık bu horozdan fayda yok en iyisi mi bunu keseyim. Zaten iyice de yaşlandı.” diyerek horozu yere yatırıp, bıçağı boynuna doğru yöneltince, horoz kesileceğini anlayıp, Mahmut ağanın yüzüne manalı, manalı bakıp gözünden iki damla yaş döküyor. Bunu gören Mahmut ağa birazda üzülerek:

“Ne yapalım oğlum? Sende yaşlanmasaydın. Kaderine razı ol.” diyerek horozu kesiyor.

Yıllar birbirini kovalıyor Mahmut ağa da yaşlanıp elden ayaktan düşüyor. Her sabah uyandıktan sonra çiftlik evinin kapısı önünde ki sandalyesine oturup hayvanları izliyor. Arada bir uyuklayıp duruyor.  Arada bir de uyanıp gerinip esniyor. Bazen de Mahmut ağanın kendinden hayli genç ve dinamik eşi gelip onu dürtüyor: “Kalk be adam hep şu kapı önünü kesip duruyorsun geç şöyle ötede zıbar  yat!.. Bir işe yaradığın yok. Miskin herif. Bari ayakaltında oturup durma.” diye söylenince Mahmut ağa ona: “Ne itip kakıyorsun kadın. Yaşlılık işte. Ben eskiden böylemiydim. Bir saniye bile durmaz çalışırdım.” diyince eşi dudağını bükerek: 

“Ne yapalım oğlum? Sende yaşlanmasaydın!..”

Bu yazıyı neden yazdım? Yıllardır haberden habere koşuşturup durdum. Fotoğraf makinesi v.s leri taşıdığımız çantamızı omzumuza vurduk mu bir saniye bile durmadan koşuşturup durduk. Ne zaman ki emekli olup bir köşeye çekildik, bütün marazlar biri birinin ardı sıra gelmeye başladı. Önce dizlerde romatizma, şeker, tansiyon ardından çanta taşıdığım omzumda donma. Bayram öncesi İnegöl Devlet Hastanesinde 10 günlük omzumdan fizik tedavi gördüm. Benim ile ilgilenen hemşire Büşra kızıma teşekkür etmek istiyorum. Allah sağlık personelini başımızdan eksik etmesin. Yaşlılık işte insanın elinden gelmiyor zamanı durdurmak. Ömründe Aspirinden başka ilaç bilmeyen ben şimdilerde seyyar eczaneye döndük. 

İşte bunun için bir süre yazılarıma ara vermek zorunda kaldım. Siz, siz olun sakın yaşlanmayın. Yaşlılık gerçekten bir b.. değil...