Hz. Mevlana 1207 yılında Belh şehrinde doğmuştur. Babası Sultan-ül-Ülema diye bilinen Bahaeddin Veled annesi Mümine Hatun ´dur. Bahaeddin Veled ailesi ile birlikte Belh ´den ayrıldıktan sonra Bağdat ´a buradan da Hac için Mekke ´ye gitmiş ve daha sonra Anadolu Selçuklularının en ihtişamlı dönemlerinde Anadolu ´ya geçmiştir. Malatya, Erzincan, Akşehir yoluyla Larende ´ye ( bugünkü Karaman ) geldi. 1225 yılında oğlu Hz.Mevlana ´yı Gevher Hatun ´la evlendirdi. Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad ´ın daveti üzerine 1228 yılında Hz.Mevlana ile birlikte Konya ´ya geldi. Bahaeddin Veled 1231 yılında vefat etti. Hz.Mevlana ertesi yıl babasının müritlerinden olan Muhakkık-i Tirmizi ´ye 9 yıl süreyle müritlik etti. (1232-1241) Bazı kaynaklarda Hz.Mevlana ´nın öğrenimini ilerletmek için Şam ´a gittiği söylenir. Muhakkık-i Tirmizi ´nin ölümünden sonra Hz.Mevlana medreselerde bir süre ders vermiştir. Verdiği dersler Selçuklu Sultanı ve vezirleri tarafından da takip edilmiştir. 1244 ´de Şems-i Tebrizi ile tanışmasıyla Hz.Mevlana ´nın hayatı değişmiş ve sahip olduğu ilmin yanında, O ´nu bir gönül adamı yapmıştır. Şems-i Tebrizi ile yaptığı sohbetler nedeniyle çevresindekileri ihmal eden Hz.Mevlana, müritlerinin ve halkın tepkisiyle karşılaştı. Şems-i Tebrizi bunun sonucunda 1246 yılında Şam ´a gitti. Ancak Hz.Mevlana ´nın ısrarlı davetleri üzerine 9 ay sonra Konya ´ya döndü. Şems-i Tebrizi devam eden tepkiler neticesinde 1247 yılında esrarengiz bir şekilde ortadan kayboldu. Kayboluşuyla ilgili olarak Şems-i Tebrizi ´nin öldürüldüğü ve ayrıca Hz.Mevlana ´nın üzülmesine dayanamadığı için gizlice Şam ´a gittiği yolunda görüşler vardır. Bu olaydan sonra Mevlana kendini tamamen şiire, semaya ve çevresindekileri manevi yönden olgunlaştırmaya verdi. Daha sonraları kendisine sohbet arkadaşı olarak sırasıyla Selahaddin Zerkubi ve Hüsameddin Çelebi ´yi seçti. Hz.Mevlana 1273 yılında Konya ´da vefat etti.
Her yıl 2-9 Aralık Mevlana haftası olarak kutlanmaktadır. Bu hafta vesilesiyle Mevlana´yı, O´nun seslendirdiği hoş görü, sevgi ve barışı konu alan konferanslar programlar yapılıyor.
Hz. İsa kendilerine gökten ekmek indirilmesini isteyen kavmine     “Allahtan sadece ekmek istemeyin, adalet ve sevgi de isteyin”   buyurmuştu. İşte sekiz asır önce yaşayan Hz. Mevlana´yı bugün hala gündemde tutan, insanlığın onun çağırdığı sevgi ve barışa ekmek kadar muhtaç olmasıdır.Kuran-ı Kerim´de “Ey insanlar top yekûn barış içinde yaşayın” (Bakara, 208)  buyurulmaktadır. 
İnsanları Allah´a, Allah´ı insanlara sevdirmeyi amaç edinen Mevlana Kuran´ın çağırdığı bu evrensel barışın, bir sözcüsü, bir gönüllüsüdür. Tıpkı: “Ben gelmedim davi (düşmanlık) için / Benim işim sevgi için / Dostun evi gönüllerdir/Gönüller yapmaya geldim” diyen Yunus gibi. Mevlana´nın gönlünde düşmanlığa, dilinde kırıcılığa yer yoktur. Ona göre sevgi her şeyin çaresidir. O “Sevgiden tortulu bulanık sular, arı-duru olur/Sevgiden dertler şifa bulur/Sevgiden ölüler dirilir/Sevgiden padişah kul olur” der. Hz. Mevlana yaşarken insanların birbirlerinin kıymetini bilmelerini, birbirlerine değer vermelerini arzu eder. “Kör ölür, badem gözlü olur” olmasın ister ve şöyle der: “Gel birbirimizin kadrini bilelim. Yoksa ansızın birbirimizden yoksun kalacağız. İçten pazarlıklar, bencil hesaplar dostluğu bulandırır. Bunları niçin gönlümüzden kovalamayız. Ben ölmedikçe beni sevmeyeceksin anlaşılan. Niçin böyle ölmüş olanları seversin, niçin benim can düşmanımsın. Öyle say ki ölmüşüm, benimle şimdi barış. Çünkü biz Allah´a teslim olmuşuz, ölmeden önce ölün! Emrine uymuşuz. Kabrimi öpmeyi düşünüyorsun, böyle yapacağına; şimdi sağlığımda yüzümü öp!” Hz. Mevlana irşat ve nasihatlerini şiir ve hikâye yoluyla yapmıştır. Onun bu öğüt ve nasihatleri ise Mesnevi denilen meşhur eserinde toplanmıştır.

İşte bu öğütlerden bir demet;

Mevlana Hazretleri müritleri ile bir yere giderken müritlerinden biri yolun kenarında birbirleri ile sarmaş dolaş oynaşan köpekleri göstererek “aman efendim, keşke insanlarda şu köpekler gibi şöyle dost oluverseler” deyince, Mevlana şöyle der: “ Aralarına bir kemik atıver de gör dostluklarını.”

Mevlana, hiçbir şey yapmaksızın Allah´ın rahmetini umanlara şöyle der: “Hiçbir suçlu başkasının suçunu çekmedi, hiç kimse ekmediğini biçmedi, ekmediğini biçmeyi dilemek, ham tamahtır. Oğul o ham tamaha kapılma, ham şey yemek insana hastalık verir. Sen çalışta defineye kavuşma ümidini devam ettir. O gelecekse sen çalışırken de gelir.”

Bir başka beytinde ise dünyaya tamahı şimşeğin ışığına gönül bağlamak olarak gören Mevlana  “Sen hiç sönmeyen Tanrı ışığına gönlünü bağla, şimşek gözündeki nuru alırken, Tanrı´nın ışığı gözlerine nur, gönlüne sürur olur” der. Şu ifadeleri ise tam bizim mirasyediliğimizi hatırlatmaktadır: “Her şeyin değeri ödenen bedel kadardır. Atadan dededen kalan, yolda belde bulunan şeyin değeri olmaz. Zira bir şeyi ucuza alan ucuza verir. Cahil çocuk yolda bulduğu incinin kıymetini ne bilsin. Bu yüzden bir hazine değerindeki o inciyi gider de bir somun ekmeğe değişir. İncinin kıymetini denizin dibine dalan dalgıca, ya da inci satıcısına sor sen. Aslında o çocuk sensin; inci de ata mirası olan dinin. Sen o hazineyi beşiğinde hazır buldun, sahip olduğun şeyin farkında olmayışın bundan.”

Şu sözleri ise ne kadar hikmet yüklü  “Bin türlü emek harcasan, diller döksen, iltifatlar etsen ne teraziyi ne de aynayı doğruyu söylemekten vazgeçiremezsin. Çirkinsen ayna sana çirkinsin demekten utanmaz. Terazi kaç gramlık, kaç paralık bir adam olduğunu söylemekten vazgeçmez. Çünkü ne ayna ne de terazi kendisi için tartmaz. Eğer terazide mal sevgisi olsaydı doğru tartamazdı. Sen Peygamber ve velileri de hizmetleri karşısında ücret istemedikleri için o ayna ve o terazi bil. Sana ne söylerlerse candan kabul et.”
Zıtların ahengini ise şöyle anlatır: “Ne mutlak iyi var ne mutlak kötü. Bu dünyada iyilik de kötülük de görecelidir. Zehir senin için memat, yılan için hayattır. Çiftçi yağmur bekler, tuğlacı ister ki güneş daha da kızsın. Kâinatın mimarı her şeyi bir hikmetle yaratmış ve zıtlar arasında denge kurmuştur. Müminin değerini kâfirle arttırmış, güzelin güzelliğini çirkinle çoğaltmıştır. O halde hikmete itiraz etme ve hiçbir şeyin abes yere yaratılmadığını bil.”

Ve o gönül insanından diğer incileri:
•    İlmi eğer tenine kullanırsan yılan olur, gönlüne kullanırsan sana yar olur.
•    Dünya tuzaktır, yemi de sınırsız arzulardır. Arzularını dizginleyenler tuzağa düşmekten kendilerini kurtarırlar.
•    İki parmağının ucunu gözüne koy, bir şey görebiliyor musun dünyadan? Sen göremiyorsun diye bu âlem yok değildir.
Mevlana: “Ben hiç sakalları olmadığı için kalenderîleri kıskanıyorum” dedi ve “az sakal erkeğin saadetindendir. Çünkü sakal erkeğin süsüdür, onun çokluğu erkeği böbürlendirir. Bu da insanı manen öldüren şeylerdendir” hadisini söyledikten sonra  “çok sakal sofunun hoşuna gider. Fakat sofu sakalını tarayıncaya kadar, arif Allah´a ulaşır” buyurdu.

Onun altın değerindeki şu sözleri ile yazımızı bitirelim.

“Sevgide güneş gibi ol,
Dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol,
Tevazuda toprak gibi ol,
Öfkede ölü gibi ol,
Her ne olursan ol,
Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol.”