İlk insan ve ilk peygamber olan Hz. Adem´i (as) Cenab-ı Allah (cc) yaratıp dünya sahnesine gönderdiğinden beri insanı yalnız bırakmamış, kendisine elçilik yapmak üzere tarih boyunca onlardan peygamberler seçmiş ve onlara mesajlarını ileterek rehberlik etmesini murad etmiştir. Bu O´nun insanlar üzerindeki büyük bir lütuf ve ihsanıdır.

Bundan dolayı inanç esaslarından biri, peygamberlere (as) iman ve bunun da bir gereği olarak onlara uymak onları örnek almak ve Allah´tan aldıkları emir, yasak ve tavsiyeleri dikkate alarak hayatı programlamayı gerektirir. Zira Yüce Allah (cc) peygamberler iman etmeyi ve onlara uymayı emretmiştir. (Nisâ-64/136)

Birçok ayet-i kerimede kendisiyle birlikte özelde Peygamber Efendimize (sav), genelde bütün elçilere uymayı emretmiş ve onlara uymanın kendisine itaat etmenin bir gereği olduğunu ifade etmiştir. (Âl-i İmrân-31; Nisâ-59/80)
Ayrıca Rabbimiz; “Andolsun ki Resûlullah, sizin için Allah´a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah´ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (Ahzâb-21) buyurarak Hz. Peygamberi (sav) örnek almanın imanî bir gereklilik olduğunu ifade etmiş ve insan-kul olarak hayatımızın her alanında bizlere hitap edecek bir rol model olması gerektiğini bildirmiştir.

İnsanoğlu hangi statüde olursa olsun, onu örnek almalı, hayatının her kesitini yaşayan Kur´an olan Efendimizin (sav) kutlu yaşamı ile programlaması gerekir. Çünkü O, kendisinin örnek alınmasını ve mesajlarının dikkate alınması ile ilgili olarak hem müjde hem de uyarı niteliğinde şöyle buyurmuştur; “Ümmetimden herkes cennete girecek, yüz çeviren hariç. Bana itaat eden cennete girer, isyan eden yüz çevirir!” (Buhârî, İ´tisâm, 2)

Günümüzde gittikçe milli ve manevi değerlerden uzaklaşarak kültür yozlaşmasının olduğu bu zaman diliminde hayatın her alanında olduğu gibi, özellikle ailevi ilişkilerde onun rehberliğine daha çok ihtiyaç var. Zira eş, baba ve evlat olarak İslam´ın ön gördüğü bir aile için bizlere örnek olacak bir yaşantısı vardır.

O, doğmadan iki ay önce anne karnındayken babasını ve altı yaşındayken annesini kaybedip onlarla beraber bir hayat yaşamamasına rağmen, annesinin vefat ettiği Ebva´dan onu alıp Mekke´ye getiren ve ona dadılık yapan Hz. Ümmü Eymen´e (ra), sütannesi Hz. Halime´ye (ra) ve evlatlarından önce kendisine annelik yapan yengesi Fatıma-i Esediye´ye (ra) çok saygılı ve merhametli bir evlat olarak davranmıştır.
İlk vahiy geldiği zaman ona ilk iman eden Hz. Hatice (ra) annemiz onu teselli ederken; “Allah´a yemin ederim ki, Cenab-ı Hak hiç bir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen, akrabanla ilgilenir, işini görmekten aciz olanların yükünü yüklenir, yoksula kazanç kapısı sağlar, misafiri ağırlar ve başa gelen her türlü musibette yardım edersin…” (Buhârî, Bed´ü´l-vahy, 1) bir eş olarak onun gözünden ifade ettiği bu cümleler çok manidardır.

Evlatlarına karşı çok iyi bir baba, torunlarıyla ilgilenen bir dede olmuştur. Kız çocuklarını sevmenin, onları öpmenin ve kucağa almanın ayıp olduğu, diri diri toprağa gömüldüğü gelenekten henüz çıkan toplumda kız torununu kucağına alıp hutbe okuyan bir dede idi. Torunlarını kucağına oturup onları öpüp oynarken içeri girip bu durumu görünce on çocuğu olduğu halde onları hiç öpmediğini ifade eden sahabeye “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz” (Buharî, Edeb, 18) buyurarak bunun, rahmetin bir gereği olduğunu ifade etmiştir.

O, sadece söyledikleriyle değil, davranışları ile hem evlat/torunlarına hem de çevresine örnek olarak, “Hiçbir baba çocuğuna güzel terbiyeden daha iyi bir hediye veremez.” (Tirmizî, Birr, 33) buyurmuştur.

Günümüzde evlatlarımızla ilgilenmek, onlara sadece daha iyi ekonomik olanaklar sunmak diye mücadele ettiğimizden çok, onları milli ve manevi değerlerle yetişmeleri için daha fazla çaba göstermeliyiz.

“Bir kadın, şu dört şey için nikahlanır; ya malı için, ya soyluluğu için veya güzelliği için yahut da dindarlığı için alınır. Sen dindar olanını seç ki, elin bereket görsün.” (Müslim, Radâ´, 53) hadis-i şerifi sadece bir eş seçimi değil, kuracağımız bir yuvaya aynı zamanda evlatlarımıza anne olacağı bilinciyle hareket etmeliyiz. Bundan dolayı çocuk eğitimi eş olarak evlenilen anne/babadan başlar. Bunun yanı sıra beslenmesi anne karnındayken başladığı için kazançlarımızdaki helal-haram dengesine dikkat etmeli, manevi gdo´su bozuk gıdalarla büyüterek maneviyatlarını bozduğunu unutulmamalıyız. Doğduktan sonra milli-manevi kimliğimizi çağrıştıracak bir isim vermek, öğretim hayatına dikkat ettiğimizden daha fazla ahlakî eğitimine hassasiyet göstermeliyiz. Sadece söylemlerimizle değil, aynı zamanda eylemlerimizle onlara örnek olmak ve bütün dünyası ebeveyni olan çocuklarımıza ikisi arasında tezat bir ilişkiyi ifade eden davranışlarımızdan son derece sakınmalıyız. Zira en kötü yalan, çocuklara söylenen ve onun dağarcığına kazınan yalandır.

Eşlerimizi ve evlatlarımızı Cenab-ı Allah´ın birer emaneti ve üzerimize yüklediği bir sorumluğu olduğunu unutmamalıyız. Nitekim Rabbimiz (cc); “Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…” (Tahrîm-6) ve Efendimiz (sav); “Hepiniz çobansınız/sorumlusunuz ve hepiniz elinizin altındakilerden sorumlusunuz. Yönetici bir çobandır. Erkek, aile halkının çobanıdır. Kadın, kocasının evi ve çocukları için çobandır. Hepiniz çobansınız ve hepiniz çobanlık yaptıklarınızdan sorumlusunuz." (Buharî, Nikah, 91) buyurarak sorumluluk bilinciyle hareket etmemizi istemiştir.
Bir insan, kul, devlet başkanı, ordu komutanı, eş, baba, komşu, esnaf olarak Efendimizin (sav) hayatı her açıdan örnek alacağımız tablolarla doludur. Onu rehber edinip, kurtuluşa erenlere ne mutlu!
Hayırlı Cumalar…