Peygamberler, yüksek ahlaki erdemlerin insanlar arasında yayılması ve yaşatılması için görevlendirilmiş elçilerdir. İnsan nefsinin kabullenmekte zorlandığı hatta çoğu zaman reddettiği; başkalarını tercih etme yaklaşımı üzerine kurulu olan fedakârlık, ahlaki erdemlerin edinilmesinde esas noktayı oluşturur. İnsanlığa adanmış hayatların mümessilleri konumundaki peygamberler bu değerin kazandırılması hususunda insanları eğitmişlerdir. Hz. Muhammed (sav) de bu eğitim faaliyetinin bizzat içinde bulunmuş, ahlaki güzellikleri ikmalde eşsiz mücadele örneği sergilemiş, bizzat bu iş için görevlendirildiğini ifade buyurmuştur.
Şefkat ve merhamet peygamberi olan Efendimiz (s.a.v)´in kendisinden söz ederken: “Ben lanet edici olarak gönderilmedim, sadece rahmet olarak gönderildim” (Müslim, Birr,87) buyurması bunu en güzel şekilde ifade etmektedir. Zaten yüce Rabbimiz   de  bir ayeti kerimesinde: “Ey Muhammed!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” (Enbiya,107) buyurmaktadır. Bu nedenle sevgili peygamberimiz düşmanları da dahil olmak üzere hiç kimseye beddua etmemiş, onların hidayet bulmalarını ve kurtuluşlarını  istemiştir. O, insanlığın yaratılış gayesini unuttuğu, insani değerlerden uzaklaştığı, cehalet ve zulüm karanlığının ortalığı kapladığı bir dönemde Mekke ufkundan kâinata bir ışık gibi doğmuştur. Yüce Rabbimiz   onun için başka bir ayeti kerimede; “ Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeci, bir uyarıcı; Allah´ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzâb, 45-46) buyurmaktadır. O, yirmi üç yıllık peygamberlik hayatının on üç yılını Mekke´de, on yılını da Medine´de geçirdi. İnsanlığın mutluluğu için çok çalıştı ve tüm engelleri aşarak başarıya ulaştı. Son peygamber olarak görevini hakkıyla yerine getirdi. Hz. Peygamberimiz (s.a.v) yirmi üç yıllık bir  çalışmadan sonra, şartların ağırlığına rağmen “Şefkatli, adaletli, çalışkan ve hür düşünceli bir toplum” meydana getirdi. Dehşetli bir anarşi ortamından, kan davalarından insanları uzaklaştırıp, kısa zamanda kalplere yerleşerek, gönülleri coşturdu. O vefat ettiği zaman, Arabistan yarımadasının bir ucundan diğer ucuna seyyahlar, ticaret kervanları, kadın-erkek herkes emniyet içerisinde gidip geliyor, yollarda Allah korkusundan başka bir korku hissedilmiyordu. Çünkü Resulü Ekrem (sav) yeni bir nesil oluşturmuştu. “Ashab” denilen bu kişiler, aralarında ideal birliği olan mürşid bir toplum  idi. Onlar, terbiye metoduyla donatılmış, peygamberin eğitiminden geçmişlerdi. Hayatını ümmetine adayan, Mirac´da Rabbinden sadece af ve mağfiretimizi dileyen, kıyamet gününde de bize şefaatçi olacağını müjdeleyen sevgili peygamberimize bol bol salat-ü selâm getirmek, ve onun yolundan ayrılmamak, onun sevgisine kavuşmamıza yol açacaktır. Binlerce salat ve selâm, doğuşu ile kandiller gibi dünyamızı aydınlatan sevgili peygamberimize olsun.  
  Mevlid kandilleri, Hz. Peygambere olan sevgimizin pekiştirileceği, bu anlayış ve inançla birbirimize karşı olan kardeşlik duygularının güç kazanacağı geceler ve zaman dilimleridir. Sevgili Peygamberimiz bir hadisi şerifte şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz, beni ana- babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olamaz..” (Tecrid-i sarih terc.1/31, hadis no:14)  Allah Resulü´nün bu uyarsı üzerinde biraz durmamız gerekir. Bundan, O´nu çok sevmemize ihtiyacı olduğu sonucunu çıkarmak yanlış olur. Hayatını incelediğimiz zaman görürüz ki, O´nun bu uyarısı, bizim mutluluğumuzun, kendisini çok sevmemize bağlı olduğu gerçeğinden kaynaklanmaktadır. O sevilecek ki sevgilerin en yücesi olan Allah sevgisine ulaşılabilsin. O sevilmedikçe örnek kişiliğinden yararlanmak mümkün olmayacak, dolayısıyla en yüce sevgiye ulaşmakta imkansızlaşacaktır. Nitekim yüce Allah Kur´an-ı kerim´de: “Rasülüm de ki; Eğer Allah´ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” ( Al-i İmran,31) buyurmuştur.  Bu ayet ve hadisi şeriften anlaşıldığı gibi Allah sevgisine giden yol, Allah Resulü´nün sevgisinden geçmektedir. Bu sevgi sözde kalmayacak, O´nun güzel ahlakı benimsenecek, bu sevgiye aykırı olan davranışlardan sakınılacaktır. Yalan söylenmeyecek, hile yapılmayacak, kimsenin ırzına, namusuna, malına ve canına göz dikilmeyecektir. İhtikar ve karaborsacılık yapılmayacaktır. Piyasaya hileli mal sürülmeyecektir. Özellikle ihracat yapanlarımız, yabancılara karşı milli itibarımıza gölge düşürecek hilelerden ve hatta dikkatsizliklerden sakınacaklardır. Boğazımızdan geçen her lokmanın helâli ve ve haramı mutlaka ayıklanacaktır. İsraftan sakınılacak, milletin malı kullanılırken ona zarar verilmeyecektir. Birbirimizin kusurları araştırılmayacak, dedikodu yapılmayacak, gıybet edilmeyecektir. İftira yoluna hiçbir zaman başvurulmayacaktır. Düşünce ve kanatlarından dolayı hiçbir kimse kınanmayacak, bütün davranışlarımıza islâm´ın telkin ettiği hoşgörü anlayışı hakim olacaktır. Devletimize, vatanımıza, milletimize, komşularımıza, aile fertlerine ve kendi kişiliğimize karşı olan görevlerimiz kusursuz bir şekilde yerine getirilecektir. Unutulmamalıdır ki; namazımız, orucumuz, haccımız gibi, Yüce Allah´a ve O´nun Resulü´ne olan sevgimiz;  “Müslümanlık güzel ahlaktır” prensibinin gereğidir. Seven, sevgisinin gereklerini yerine getirmek durumundadır. Yüce Allah, onu en güzel bir şekilde terbiye ederek ahlâk ve faziletle donattı. Kırk yaşına geldiğinde ise  onu son peygamber olarak görevlendirdi.