Peygamberimizin sünnetinin dindeki yeri ve sünnete olan ihtiyacımızdan biraz bahsetmek istiyorum. Bilindiği gibi sünnet; Peygamber Efendimizin sözleri, davranışları ve başkalarının davranışları karşısındaki olumlu ya da olumsuz tavırlarıdır.
Yüce Allah, kendisine ibadet etmeleri için yaratmış olduğu insanlara kulluk görevlerini bildirmek ve onlara doğru yolu göstermek üzere elçiler görevlendirmiştir. Bu kutlu elçilerin sonuncusu ise Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)´dir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.), Kur´an-ı Kerim´de; “âlemlere rahmet” (Enbiyâ, 21/107),“Peygamberlerin sonuncusu” (Ahzâb, 33/40), “üsve-i hasene / en güzel örnek”(Ahzâb, 33/21), “yüce ahlâk sahibi” (Kalem, 68/4) bir peygamber olarak tanıtılmaktadır.
Yine Kur´an-ı Kerim O´nun gönderiliş nedenini şöyle açıklamaktadır: “Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah´ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzâb, 33/45-46)

Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Allah´ın elçisi olarak görevlendirildiği günden itibaren ahirete irtihal ettiği ana kadar insanları en doğru yola, Allah´ın yoluna iletmekle meşgul olmuş, Allah´ın dinine davet vazifesini en güzel şekilde yerine getirmiştir. (Mü´minûn, 23/73; Şûra, 42/52)

Ümmetine karşı son derece merhametli ve şefkatli olan Peygamber Efendimiz (s.a.s.), hayatı boyunca onlara kol kanat germiş, onları dünya ve ahiret tehlikelerinden korumak için çırpınıp durmuştur. O´nun bu gayretine karşılık bir kısım insanlar O´nun davetine uymak, yolundan gitmek suretiyle kurtuluş yolunu seçmişler, kimileri de itaat etmekten kaçınarak kendilerini tehlikeye atmışlardır.

Hz. Peygamber (s.a.s.), kendisinin insanlar için kurtuluş vesilesi olduğunu, kendisine itaatin ve sünnetine uymanın önemini zaman zaman bir takım temsillerle açıklamıştır. Bir defasında şöyle buyurmuştur: “Benim ve Allah´ın benimle gönderdiği İslâm´ın durumu, bir topluluğa gelip şöyle diyen kişinin durumuna benzer: “Ey Milletim, gerçekten ben, üzerinize gelmekte olan bir orduyu gözlerimle gördüm. Ben, size bu tehlikeyi bildiren apaçık bir haberciyim. Binaenaleyh canınızı kurtarmaya bakın! Bu sözler üzerine ahalinin bir kısmı ona itaat etti ve akşamdan yola çıkarak tabiî bir yürüyüşle bulundukları yeri terk edip gittiler, kurtuldular. Bir kısmı da onu yalanladı, yerlerinde kaldılar. Ordu onlara sabaha karşı baskın verdi ve hepsinin kökünü kazıdı. İşte bu hal, bana itaat, getirdiklerime uyanlar ile bana isyan ve Hak´tan getirdiklerimi yalanlayan kimselerin durumunun ta kendisidir.” (Buharî, İ´tisâm, 2)
Başka bir hadis-i şerifte bu durum güzel bir benzetmeyle şöyle ifade edilmiştir: “Benim ve sizin durumunuz, ateş yakıp da, ateşine cırcır böcekleri ve pervaneler düşmeye başlayınca, onlara engel olmaya çalışan adamın durumuna benzer. Ben sizi ateşten korumak için kuşaklarınızdan tutuyorum, siz ise benim elimden kurtulmaya, ateşe girmeye çalışıyorsunuz.” (Müslim, Fezâil, 19)

Hz. Peygamber (s.a.s.)´e gerçek manada ümmet olanlar yani O´nun davetine uyan, sünnetine sarılanlar dünyada huzur ve mutluluğa, ahirette de ebedî kurtuluşa erişirler. Hz. Peygamber´in davetine sırt çevirerek O´na ümmet olma bahtiyarlığından mahrum kalanlar ise ahirette ateşe düşmekten kurtulamazlar.
Hz. Peygamber (s.a.s.)´in sünnetine sımsıkı sarılıp onunla amel etmedikçe, bir kimsenin O´nun ümmetinden olabilmesi ve kurtuluşa ermesi mümkün değildir. Zira Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: ‏“...Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.”(Buharî, Nikâh, 1; Müslim, Nikâh, 5)

Ayet ve hadisler, Müslümanların ancak Allah´a itaatle birlikte Hz. Peygamber´e de itaat etmek ve O´nun sünnetine sarılmak suretiyle iyi bir kul olabileceklerini ve kurtuluşa erebileceklerini çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bir konuşmasında, mü´minlere sıkıntılardan kurtulmanın yolu olarak sünnete sarılmayı göstermiş ve şu tavsiyede bulunmuştur: “Benden sonra sağ kalıp uzunca bir hayat sürenler pek çok ihtilaflar görecekler. O zaman sizin üzerinize gerekli olan, benim sünnetime ve doğru yolda olan Hulefâ-i Râşidîn´in sünnetine sarılmanızdır. Bu sünnetlere sımsıkı sarılınız. Sonradan ortaya çıkarılmış bid´atlardan şiddetle kaçınınız. Çünkü her bid´at dalâlettir, sapıklıktır.” (Ebu Dâvud, Sünnet, 5; Tirmizi, İlim, 16)
Sünnetin kendisine sarılanları kurtardığı kesindir. Tâbiîn müfessirlerinden Dahhâk İbni Müzâhim ne güzel ifade etmiştir: “Cennet ile sünnet aynı konumdadır. Zira ahirette cennete giren, dünyada sünnete sarılan kurtulur.” (Kurtubî, Tefsîr, XIII, 365) İmam Mâlik de sünneti Nuh (a.s.)´ın gemisine benzetmiş ve “Kim ona binerse, kurtulur, kim binmezse boğulur” demiştir. (Süyûtî, Miftâhü´l-cenne, s. 53-54) [Riyâzü´s-Sâlihîn Terc. Erkam Yay. C. I, Sh.36]

Ashab-ı kiram, Allah Resûlünün sünnetinin önemini çok iyi kavramışlardı. Öyle ki, Abdullah İbn Mes´ud (r.a.)´ın ifadesine göre sünneti terk etmeyi sapıklıkla eşdeğer kabul ediyorlardı Abdullah İbni Ömer (r.a.)´in şu sözleri Allah Resûlünün sünnetine sarılmayı Müslümanlığın olmazsa olmaz şartı kabul eden sahabenin duygu ve düşüncelerine tercüman olmaktadır: “Biz hiçbir şey bilmezken Allah bize Muhammed (s.a.s.)´i peygamber olarak gönderdi. Biz, Muhammed (s.a.s.)´i neyi, nasıl yaparken görmüşsek, onu öylece yaparız.” (Nesâî, Taksîru´s-salât 1)

Mâlik İbn Enes´in yanına bir adam geldi ve kendisinden bir mesele sordu. Mâlik ona: “Resûlullah şöyle şöyle buyurdu, deyince, adam: Senin görüşün ne? dedi. Bunun üzerine Mâlik, “Peygamberin emrine muhalefet edenler, fitneye ve can yakıcı azaba uğramaktan, korksunlar” (Nûr, 24/63) ayetini okudu. Demek oluyor ki, Allah ve Resûlü bir konuda hüküm vermişse, bir başka seçenek yoktur. Başka sözler ve görüşler, Resûlullah´ın hadis ve sünnetine uymazsa, onları terketmek vacip olur. (Riyâzü´s-Sâlihîn Terc. Erkam Yay. C. I, Sh. 544)

Görüldüğü gibi; dünya ve ahiret mutluluğunun Kur´an ve sünnete uymakla mümkün olduğu açıkça ortadadır. Bu nedenle, Hz. Peygamber (s.a.s.)´in sünnetini ehemmiyetsiz görmek ve bu konuda münakaşa yapmak hiç doğru değildir. Müslümana düşen görev; kendisine emredilen şeyleri yapmak, yasaklanan şeyleri de terketmektir, kısacası her hâlükârda Allah ve Resûlü´ne tereddütsüz uymaktır, başka yollar aramak değildir. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Sizi bir şeyden menettiğim zaman ondan kesinlikle kaçının. Bir şey emrettiğimde ise, onu gücünüz yettiğince yerine getirin” (Buhârî, İ´tisâm 2)

Sözü daha fazla uzatmadan Zührî´nin dediği gibi diyelim: “Peygamberlik Allah vergisidir. Resûl´e tebliğ, bize de teslimiyet düşmektedir.” (bkz. Beğavî, Şerhu´s-sünne, I, 217) Sonuçta Allah ve Resûlüne tam manasıyla uyanlar kazançlı çıkar, uymayanlar ise ebediyen kaybetmeye mahkum olurlar.
O halde; Hz. Peygamber (s.a.s.)´e itaat etmeden Allah´a itaatin mümkün olmadığının idrakinde olmalı; Hz. Peygamber (s.a.s.)´in emrettiklerini yapmalı, nehyettiklerinden sakınmalı; Allah´ın sevgisini ve rızasını elde etmek için Allah Resûlüne itaat etmeli ve O´nun sünnetine uymalı; her türlü problemimizi Kur´an ve sünnetin ışığında çözmeli; aksi takdirde dünyada çeşitli sıkıntılara maruz kalacağımızı, ahirette de azaba uğrayacağımızı unutmamalıyız.