Her sene bu zamanlar Ihlamurlar açıyor. O insanı ayartan kokusunu püfür püfür esen yaz rüzgarı sürüklüyor. Bahar çok hızlı geçti. Ihlamurlar dahil, çiçekler bir kaç hafta mahçup bir edayla bize “cee” deyip geçiyorlar dünya sahnesinden...

Geçen gün hanımla bahçemize bakan balkonda oturmuş sohbet ediyorduk. Bahçemizde bu sene bol miktarda papatyalar açmış. İçimiz bir hoş oluyor. Gözlerimiz bayram ediyor. Dedim ki, “Ne güzel değil mi? İyi güzelde bir kaç hafta içinde bu çiçekler kuruyacak. Neden güzel olan şeyler hep kısa sürüyor? Allah daha iyi bilir elbet ama sanki dedim, Allah Cennet'i  ağzımıza bir parmak bal çalarcasına ucundan tattırıyor bize.” Tabi oranın güzelliği kabil-i kıyas değil ama Kur'an ve Hadislerde Cennet tasvirleri yapılırken elbette bizim anlayışımıza indirgeniyor.

Allah Kur'an'da buyuruyor, “Rasûlüm! İman edip sâlih ameller işleyenleri şöyle müjdele: Altlarından nehirler akan cennetler onlar içindir. Ne zaman kendilerine cennet meyvelerinden bir şey ikram edilse, her defasında: “Bu, daha önce dünyada yediğimiz şey!” derler. Oysa bu rızıklar, renkte ve şekilde birbirinin benzeri, fakat tatta ve keyfiyette çok yüksek kıymette olmak üzere kendilerine ikram edilecektir. Orada onlara tertemiz eşler verilecek ve orada ebedî kalacaklardır.” (Kur'an Meali:  Bakara-25)

Sanırım kıyas yapabilelim diye Cennet nimetlerinin bir benzerleri dünyada yaratılmış. O yüksek derece zevk ve haz bu dünyada olmadığı için, aklımıza ve gönlümüze yatması gerekiyor. Başka nasıl olsun ?

Ihlamurları da ben bu ağzımıza çalınan “bir parmak bal” misali görüyorum. Tıpkı diğer nefis kokular ve tatlar gibi. Hermann Hesse var. İsviçreli yazar. “Ağaçlar” adında bir kitabı yayınlanmış. Geçen gün okurken Ihlamurlara yazdığı bir metin çok hoşuma gitti. Birkaç kez okudum. Mutlaka siz de okumalısınız diye köşeme alıntıladım.

Hesse gönlünü konuşturuyor. Diyor ki, “Ihlamurlar sahiden de çiçek açıyor yine; akşamları, hava kararmaya başlayınca ve çetin işler tamamlanınca, kadınlar ve kızlar gelir, merdivenle dallara tırmanıp küçük birer sepet dolusu ıhlamur toplarlar. Daha sonra, birisi hastalanıp rahatsızlandığında, bununla şifalı çay yaparlar. Haklılar; bu harikulade mevsimin sıcağından, güneşinden, sevinci ve kokusundan neden faydalanılmasın? Çiçeklerde ya da başka şeylerde, uzanıp toplayacağımız, alıp eve götüreceğimiz, daha sonra, soğuk, kötü zamanlarda teselli bulacağımız bir şeyler neden geriye kalmasın?

Tüm güzelliklerden bir torba dolusu olsun saklanabilse ve zor zamanlar için bir kenara koyulabilse keşke! Gerçi o zaman yapay kokulu yapay çiçekler olurlardı elbette. Her gün yanımızdan geçip gidiyor dünyanın bereketi; her gün açıyor çiçekler, parlıyor ışık, gülüyor sevinç. Bazen minnettarlıkla doyasıya içiyoruz bu bereketi, bazen de bıkıp hırçınlaşıyor, adını bile anmak istemiyoruz, oysa etrafımızda her daim bir dolu güzellik var. Zaten sevincin en güzel tarafı, tesadüfi ve bedava olmasıdır; özgürdür sevinç ve Tanrı'nın armağanıdır herkese, ıhlamur çiçeğinin esip gelen kokusu gibi.

Dallara oturup arı gibi çiçek toplayan kadınlar, nefes darlığına ve yüksek ateşe iyi gelen bir çay yapacaklar ondan...”

Ne muhteşem betimlemeler. Nasıl bir ruha sahipsin sen dedirtiyor insana. Fıtrattan sesleniyor sanki.

Yine bir bahar geldi geçti, yaz da gelip geçici. Tıpkı dünya hayatı gibi. Bir parmak balla yetinmeyelim. Bal dolu kavanoza talip olalım. Allah istikametten ayırmasın bizi. Sonsuz daha nice güzellikler umarak yaşamak. O'nun rızasına uygun yaşamak. İşte budur tek gayemiz.

Bediüzzaman Said-i Nursi üstad diyor ki, "Küçüklüğümde, hayalimden sordum: -Sana bir milyon sene ömür ve dünya saltanatı verilmesini, fakat sonra ademe ve hiçliğe düşmesini mi istersin? Yoksa, bâki (sonsuz) fakat âdi ve meşakkatli bir vücudu mu istersin?” dedim. Baktım, ikincisini arzulayıp birincisinden “Ah!” çekti. “Cehennem de olsa beka isterim” dedi.

Fıtratımız avazı çıktığı kadar bağırıyor adeta: Sonsuzluk ve huzur diye... Kulak mı tıkayacağız bu sese...!?