Türk insanının en büyük özelliklerinden biri; her şeyi çabuk unutması ve bir daha yaşanmayacakmış gibi bir tutum içine girmesi. Diğer bir özelliği ise, sonuç odaklı olup, süreç odaklı düşünmemesi. Bu her iki düşünce tarzı da doğru değildir ve insanları uzun vadede büyük kaoslara maruz bırakır.

17 Ağustos 1999 depreminden sonra ülkemizde depreme karşı alınmış somut bir önlem yoktur. Deprem etkilerini en aza indirgemede bir çözüm olarak öngörülen ve 2012 yılında çıkartılan Kentsel Dönüşüm Yasası, o günden günümüze değin ülkemiz genelinde sadece yüzde 3’lük bir oranda gerçekleştirilebilmiştir. Depremin sürekli olarak gündeme gelmesinin nedenlerinden biride; can ve mal kaybı yanında yaratmış olduğu ekonomik etkilerdir. Kamu ekonomisine kaynak sağlayan ve her 100 TL’nin yüzde 49’u sadece İstanbul, Bursa ve Kocaeli illerinden karşılanmaktadır. Diğer bir ifade ile Marmara çevresindeki 8 il (İstanbul, Bursa, Kocaeli, Sakarya, Yalova, Eskişehir, Düzce ve Bolu) Türk Dış Ticaretinin yüzde 68’ini karşılamakta olup, bu illerin bazılarında deprem yaşandı, bazılarında ise beklenmektedir.

Olası bir depreme bu illerden biri veya birkaçı maruz kalırsa, depremin etkisi ülkede ekonomik kaos büyüklüğünde bir etkide yaratacaktır. Ayrıca 23 Ekim 2011 Van depremi ve 30 Ocak 2020 Elazığ depreminin de sonuçları, alınması gereken önlemlerin önemini bir kez daha ortay koymuştur.

Zira AFAD raporuna göre Van’da 17 bin konut yıkılmış ya da ağır hasar görmüş, 644 kişi hayatını kaybetmiş, toplam 2 bin 217 işyerinin 351’i ağır, 456’sı orta, 877’si az hasarlı olarak tespit edilmiştir. Van merkez nüfusu 400 bin iken, deprem sonrası bu sayı 100 bine düşmüştür. Yine aynı rapora göre; Elazığ’da 23 bin 45 binanın yüzde 83 hasarlı çıkmıştır. Diğer önemli bir veride İMO ve TÜİK verileridir. Bu verilere göre; tahmini 18 milyonu aşan Türkiye kamu stokunun yüzde 67’si ruhsatsız ve kaçak, yüzde 60’ı 25 yaş üstü, yüzde 40’ı kullanılabilir olmayıp depreme karşı güçlendirilmesi gerekmektedir. Buradan da anlaşılacağı gibi, her konuda vatandaşı yapılaşma ile ilgili çeşitli yönetmelik ve uygulamalara maruz bırakan kamu, kendisi ile ilgili hiçbir tedbiri almamaktadır.

Ülkemizin coğrafik anlamda yüzde 93’ü deprem kuşağında yer almasına ve yine ülkemizde sıkça depremler yaşanmasına rağmen, ülkemizde ulusal bir deprem etkilerini değerlendirme kurulu yoktur. Bu olmadığı gibi bilimsel araştırma ve metotların deprem felaketinin etkilerini engelleyecek veya aza indirgeyecek araştırma ve geliştirme bilgi düzeyinden de yoksunuz.

Buradan sözü 1855 Bursa depremine getirmek istiyorum. Bu depremin yaşandığı yıllarda gece ve kışın olmasına rağmen ciddi tahribatlar yapmıştır. Bu depremin üzerinden tam olarak 165 yıl geçti. Kuzey Anadolu fayı üzerinde olan depremler enerjisinin bir kısmını bu faya aktardı. Güneş tutulması ve çevresel etkiler kapsamında yer kabuğunda meydana gelen aşırı sınma ve soğumalarda mevcut fay hatlarında stresin artmasına neden olmaktadır. Bursa’da ve İnegöl’de olası bir depremin etkilerinden çok hem Bursa ve hem de İnegöl’den geçen NATO petrol boru hattı, BOTAŞ doğalgaz boru hattı direk olarak bizim yerleşim ve sanayi bölgelerimizden geçmektedir. Olası bir depremin yaratacağı etki sonucu bu hatlarda meydana gelebilecek patlamalar, ayrıca bir felaket olarak kendisini hissettirecektir. Bu boru hatların üzeri ve yakın çevresi ile ilgili önlemlerin alınma zarureti vardır.

Ülkemizde bunca depremlerin olmasına rağmen, bu konuda gerçek sorumlular hakkında hiçbir araştırma ve sorgulama yapılmamıştır. Yasalarca sorumluların kimler olduğu belirlenmiş olmasına rağmen, bu konuda karar merci siyasi iradenin hatalarını göz ardı etmiştir. Bilimsel olarak araştırılmayan ve toplumu ilgilendiren ve etkileyen her konuda ve her oldubittinin karşısında olmak zorundayız. Deprem dahil olmak üzere toplumu ilgilendiren her konuda bilimsel metotlar etkin olmalı ve son kararı da yine bilim vermelidir. Deprem sonrası yakınmaların çoğu bizi bu konuda kimse uyarmadı oluyor. Siyasi irade bölgemizde olası bir deprem öncesi bunun risklerini kamuoyu ile paylaşmalıdır. Öncelikli olarak İnegöl’de bir yapı stoku envanterine ihtiyaç vardır ve bu acilen yapılmalıdır. Bu yapılmadığı takdirde mevcut yapı stokunun riskleri hesap edilemez. 1960 yılından başlamak üzere günümüze değin bir stok envanteri İnegöl’de yapıların depreme dayanıklılık kriterlerini hesaplamaya imkan verecektir. Bu hesaplamalar neticesinde İnegöl risk haritaları hazırlanacak, insanların can ve mal güvenli hakkında detaylı bilgi sahibi olmasına imkan verilecektir. 2012’de yürürlüğe giren Afet Yasasında Türkiye’deki tüm medya kuruluşlarının, her gün en az yarım saat konu ile ilgili yayın yapması ile ilgili madde var. Bu maddeyi hangi medya kuruluşları uyguluyor. Ülkemizde olduğu gibi İnegöl’de de henüz riskler bitmemiştir ve bitmeyecektir ama bizler her zaman tedbirsizliğimizin, vurdumduymazlığımızın, kuralsızlık, bilgisizlik, günü kurtarma anlayışımızla, yönetimsizlik, sistemsizlik ve buna benzer birçok zafiyetimiz ve hatamız karşılığında, yaşananlardan ders almamış olarak, acı bir bedeli ödemeye hazırız. Bir ülke düşünün ki, yıllık 35 milyar dolar sadece doğal afet zararlarının telafisi için harcarken, ülkenin yüzde 93’ünün ve toplamda nüfusun 75 milyonunun risk altında olmasına rağmen pandemiye gösterilen hassasiyet kadar depreme hassasiyet gösterilmiyor. Bizler belki olası bir depremin zamansal seyrini değiştiremeyebiliriz ama alacağımız önlemler ile can ve mal kaybını asgariye indirmeye katkı sağlarız. Yeter ki buna hazırlıklı olalım.