İnsanoğlunun doğum ile başlayan ve ölümle biten dünyadaki yaşam serüveni, daha iyi işler yapmasını sınamak içindir. (Mülk-2) Hayatında önemli bir zaman dilimi olan ergenlik dönemiyle insanî ve İslamî birçok sorumlulukları yerine getirmesi başlar ve hayata gözlerini yumuncaya kadar devam eder. Niyetine girdiği her iyiliği sevap yazılan, yaptığı takdirde en az ona katlanarak hayırlı işler yapmaya teşvik edilmekte, fiilen yaptığı kötülüğe karşı ise, sadece tek bir günah yazılmaktadır. (Buhârî-6491/Müslim-335)

Hayatın bütün alanlarında olduğu gibi, dini yaşamda da insanın sorumlulukları ve sınırları bellidir. Bu sorumlulukları yerine getirip sınırlarına uymak her Müslüman için zorunludur. Zira dünya sahnesine gönderilen insan başıboş yaratılmamış (Mü’minun-115) ve Hakîm Kur’an’ın; “Ben cinleri ve insanları bana kulluk/ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyât-56) ifadesiyle onun ulvî bir amaç için yaratıldığı vurgulanmıştır. Bundan dolayı insan, yaratılış gayesine uygun olarak Allah kul olduğunu unutmamalı ve sorumluluk ile sınırlarına dikkat etmelidir. 

Sosyal bir varlık olan insan, içerisinde bulunduğu ortamlar onun için bir imtihan sebebidir. Rabbinin rızasına uygun davranışlar sergilediği zaman yaratılış gayesine uygun davrandığı gibi, muhalif bir tutum gösterdiği takdirde imtihanında başarısız olabiliyor. Taşıdığı nefis ve insî-cinnî şeytanlar ile kuşatılan çevre kişiyi, yerine getirilmesi gereken emirlerde ihmale neden olduğu gibi, kaçınılması zorunlu olan yasaklara sürüklenmesine sebep olabiliyor.

Bütün bunlara riayet ederek Allah’a karşı gelmekten sakınıp sorumluluk bilincinde hareket etmesinin adı olan “takva”, dinimizin emri ve İslamî standartlara uygun yaşama tarzıdır. Ayet ve hadislerde müm’inin en temel nitelikleri arasında sıklıkla vurgulanan takva, kulluk şuuruyla hareket etmektir. Yüce Kitabın “muttakiler” için hidayet kaynağı olduğu (Bakara-…) zikredilirken öncelikle takvadan bahsedilmesi manidardır. Ayrıca “Ey iman edenler Allah’tan hakkıyla sakının” (Âl-i İmrân-102) buyurularak buna riayet edilmesini ve Peygamberimizin (sav); “Nerde olursan ol Allah’tan kork” (Dârimî-2791) düsturuyla bütün statülerde ve hayatın tüm katmanlarında Allah’a karşı bir takva/sakınma içinde olunmasını emir ve tavsiye ediyor.

Her zaman Allah’ın gözetiminde olan insan, bir an dahi gaflete düşmeden ve hayat şartları ne olursa olsun buna uymanın Allah’ın birer emri olduğunu aklından çıkarmaması elzemdir. Bir taraftan cinnî şeytanların fısıldamaları, diğer taraftan insî şeytanların yoldan çıkarmaya çalışmaları ve her zaman kötülüğe meyletmeye uygun olan nefis/insan benliği üçlüsü arasında bunun başarmak kolay olmasa da bunun mücadelesi verildiği takdirde Allah’ın izniyle başarılı elde edilebilir. (Yusûf-53) 

Hz. Ömer’in (ra) Übey b. Ka‘b’a (ra) “Takva nedir?” diye sorusuna, “Sen hiç dikenli yolda yürüdün mü?” diye cevap verince, “Evet yürüdüm! Ayağıma diken batmasın diye dikkat ederek yürümek gerekir.” (İbn-i Kesir, I, 42) şeklinde ifade ettiği hayat yolculuğunda ayağımıza bir şey batmasın diye dikkat ettiğimiz, dikenli ama Allah Resulü’nün (sav) kutlu yoludur. 

Takva bir boyutuyla dinin emirlerini yerine getirmedeki hassasiyet ve yasaklarından azami olarak kaçınmaktır. Resulullah’ın (sav); “…Agâh olun! Her yöneticinin koruduğu/yasak bir bölgesi vardır. Allah’ın da yasak bölgesi ise haramlarıdır.” (Buhârî-52/Müslim-4094) buyurduğu gibi -imtihanın sırrının bu olduğunu gözden kaçırmadan- konulan bu sınırlara riayet etmektir.

Sorumlukları olan insanın, Allah’a kul olduğunu unutmayıp “beni yaratan benim bu şekilde yaşamamı, davranmamı ve konuşmamı istiyor.” diyerek bu şuurla hareket eder. Aksi takdirde gaflet içinde, bilinçsiz bir halde hayatını nasıl sürdürüp ne şekilde son bulacağını bilmeden rotasız bir yolculuk gibi olur. Halbuki Yüce Allah, insanı belli bir gaye dahilinde ve tayin edilmiş sınır ve ölçülerde yaratmıştır. Buna dikkat etmek ve sorumlukları yerine getirmek, kulluğun bir gereği ve takvanın özüdür.

İnsanoğlu çoğu zaman hürriyet adına başıboş, manasız, sınır ve ölçü tanımayan, herhangi bir hedef olmaksızın bir arzu içinde olabiliyor. Halbuki belli bir fıtrata sahip olan insan, maddi ve manevi olan ikili yapısı ile diğer canlılardan farklılık gösterir. Eğer insan, sadece maddi yönüne dikkat edip manevi cihetini ihmal ederse diğer canlılardan ne farkı kalabilir!? Hatta bu kimi zaman onlardan daha zararlı ve tehlikeli olması da muhtemel olabiliyor.

Onun için bitmek bilmeyen istek ve arzular, ihtiraslar ve sınırsız özgürlük arayışları insanı yaratılış gayesinden saptırıyor ve işgal ettiği statüler onu hataya itebiliyor. Allah Resulü’nün (sav) buyurduğu, “nerde olursan ol, Allah’tan kork” (Tirmizî-1987) ilkesiyle statü, yaş, istek ve dahili-harici etkenlere rağmen Allah’a karşı takva bilinci, mü’mini korur ve hata yapması riskini minimize eder. 

Dolayısıyla takva; müminin hayatını anlamlandırır, kendisini sürekli test etmesini sağlayan, kontrol altında tutma düşüncesini tazeler. Böylece ancak takvaya uygun bir hayat sayesinde Rabbinin rızası doğrultusunda bir yaşam sürdürmesi mümkün olabilir.

Sözlerimizi Hz. Ali’nin (kv) takva tanımıyla bitirelim; “Azamet sahibi olan Allah’a karşı gelmekten sakınmak, indirilen kitapla amel etmek, aza rıza göstermek, yolculuk günü için hazırlık yapmak.”