Adına dünya diyebilirsiniz, kainat diyebilirsiniz, tabiat diyebilirsiniz, evren diyebilirsiniz veya çevre diyebilirsiniz ve kelimelerin tanımı bizi hep aynı kapıya götürür. İnsan olarak tabiat ile barışık olabilmek için öncelikle kendimizle barışık olmamız gerekir. Çevre sorunları günümüz Türkiye’sinin önemli sorunlarını teşkil etmektedir. Birey olarak her ferdin bu anlamda bir çevreci zihniyete sahip olması gerekir. Bunun olabilmesi için birey ve toplumun çevresel değerleri kapsayan bir ahlak siteminin adaptasyonuna ihtiyacı vardır. Her konunun sorun ve çözüm noktasında ki merkezini birey oluşturur. Bireyin insana, hayata, evrene bakışta farklı kılan değerlerin tümünden oluşan algılamanın ve tavrın adı bireyin çevresel kimliğidir. Çevresel değerleri açısından iyi durumda olan her insan ırkı dini ülkesi ne ve neresi olursa olsun rahatlık ve barış içinde yaşayabilir. Yani birey ve toplum olarak, çevre konusunda eğitim ve öğretime tabi tutulmamız gerekir. Ülkemiz ve çevremizde tabiat emanetinin tahrip edilmesi cehaletin, insan hırs ve egosunun doyumuna yönelik negatif bir faaliyetin sonucudur. Bu tür zihniyete sahip insanlar kendilerini bütün ilahi nimetler ve varlıklar üzerinde hudutsuz bir güç ve kudrete sahip olarak görürler. İç dünyalarında hiçbir muhasebeye yer vermeden bütün dengeleri alt üst ederler. Bu eylem onların aslında iç dünyalarındaki tahribatın dış dünyaya yansımasından başka bir şey değildir. Çevre meselesinde ve diğer bütün alanlarda dengelerin kurulması ve korunması öncelikli olarak insanın iç dünyasında dengeleri kurması ile mümkündür. Çevrenin korunması bir ekolojik meseledir. Bu ekoloji meselesinde toplum olarak eğer bir hedefe varmak istiyor isek, insanımızın iç dünyasındaki tahripleri onarmamız ve durdurmamamız gerekir. İnsan ve tabiat var oluşun unsurları olup yaşamlarını bir denge prensibi içerisinde yürütmek mecburiyetindedir. Herhangi birinin bir diğeri lehine ve aleyhine zedelenmesi dengenin bozulması anlamına gelir. Tabiat bütün varlıkların kendi içerisinde bir denge prensibi ile var oluşunun adıdır. İnsanın bu dengeyi bozması tabiata ihanetidir. Evrensel tabiat değerlerinde insanın bu emanetler üzerinde istismar hakkı yoktur. Biz ne yaptık tabiatı ve tabiatta var olan her şeyi bize bir emanet gibi görmedik ve emanete ihanet ettik. Bunun bedeli herkesçe bilinmekle beraber, ben burada yinede kısa başlıklar altında ifade etmek istiyorum. Hava kirliliği, depremler, yanardağlar, tsunami, su baskınları, heyelanlar, aşırı sıcaklar, aşırı soğuklar, kuraklık, çölleşme, kasırgalar, tayfun, hortumlar, toz bulutları, sis, dolu yağışı, aşırı yağışlar, aşırı kar yağışı, buzulların erimesi, asit yağışları, ozon tabakasının delinmesi, küresel iklim değişiklikleri, okyanusların ısınması, içilebilir su rezervlerinin azalması, bitki türlerinin azalması, ormanların tahribi ve yok oluşu, zararlı bitki ve hayvan türlerinin çoğalması, gibi daha bir çok olumsuzluğu yazabilirim. Peki bütün bunlardan ders almamız gerekmez mi? Bütün bu kısa başlıklarla ile ilgili olarak sayfalarca yazılar yazılabilir. Buna mukabil insanoğlu için henüz fırsat kaçmış değildir. Tasavvuf düşüncesine göre insanın kamil insan olarak sonsuzlaşması yeniden bir doğumu yaşaması ile mümkündür. Buna viladet saniye, yani ikinci doğum deniyor. Nedir bu ikinci doğum? İnsanın manevi rüştünü elde etmek için doğmasıdır. Bu doğumun ana rahmi dünyadır, tabiattır. İnsan bu anne ile sevgiye dayalı bir ilişki kurmak zorundadır. Nasıl ki annenizin hukuk yönünden sosyal standartlar yönünden haklarını vererek, ona evlatlık borcunuzu ödeyemezseniz, tabiata karşıda ikiyüzlü bir tavır ile sadece senin hukukunu koruyorum diyerek ödevimizi yapmış olamayız. İnsan ile tabiatın bir anne-evlat ilişkisi içinde sevgiye dayalı bir diyalog kurması, bizlerin ikinci kez doğumu olacaktır. İnsanı bir anne gibi koruyan ve besleyen tabiata evlatlık borcumuzu ona olan sadakatimizle ispatlarsak tabiat bizi tekrar kucaklayacaktır. Çünkü tabiatın bir kısmı, diğerini temizler, arıtır, tamir eder. Yeter ki, bizler yaptığımız hataların farkına varalım. Mevlana bütün bu olanları şöyle ifade ediyor; “Ehliyetsiz eller seni mahvetti, yara bere içinde bıraktı, Annene dön ki yaralarını sarsın.”