İslam tarihinin yozlaşma öncesi devrine bakıldığında, dinden saltanat ve nimet devşiren bir sınıfın  veya zümrenin olmadığını görürüz. Geleneğin, ‘Din Büyüğü’ ve  ‘Allah Adamı’ veya ‘Din Bilgini’ diye  andığı o devir insanları hizmet, bilgi, fedakarlık, feragat ve insan sevgisi ile yücelen şahsiyetlerdi.

Bir sınıf ve zümreye mensup olmakla değil, İslam dini ilimlerinin  öncüleri sayılan İslam büyüklerinin tamamının, geçinmek için  seçtikleri  bir el sanatı  veya  meslekten kaynaklanan lakapla  İslam tarihinde  anıldıklarına tanık olmaktayız. Buna verebileceğimiz en iyi örnek, Hanefi Mezhebinin kurucusu olan İmamı Azam’dır.

İmamı Azam, geçimini din üzerinden elde etme zilletine düşmeyenlerin, aynı zamanda  hem öncüsü hem de önderidir. İmamı Azam, bütün hayatını ilim ve düşüncedeki  öncülüğünün  yanında,  ipek tüccarı olarak geçirmiştir. Bu ve buna benzer insanların bıraktığı ilim ve düşünce mirası, insanı her zaman  hayranbırakacak güzellik ve büyüklüktedir.

Onların seçkinlikleri, oluşturdukları bir din sınıfına değil, ilim ve düşüncedeki üstünlüklerine dayalı idi. Çünkü, İslam’da insanın insana üstünlüğü yoktur. Sadece takva bir üstünlük ölçüsü olarak kul ile Allah arasındadır.  İslamiyet’te  insanlar arası  üstünlük  ölçüsü olarak,  ehliyet ve liyakat esas alınır ama İlim bu üstünlük ölçülerinden önde gelir. 

Bu gün İslam coğrafyasına baktığımızda gördüğü-müz o dur ki, artık İslam’da yaratıcı süreç bitmiş, miras yeme süreci başlamıştır. Bu süreçte dini sömürmek üzere kutsal sınıflar oluşturma illeti ortaya çıkmıştır. Bu yapay sınıflar, yeni fikirler üretmek ve yaratıcı hamleler yaparak ortaya koymak yerine, oluş- turdukları bir takım yapay kurum ve kuruluşlar ile  yozlaşma ve bilgisizliği artırarak, İslam  coğrafyasının  bugünkü duruma düşmesine vesile olmuşlardır.   İn-san ve kitleleri, Allah’ın ilk emri olan ‘Oku’ emrinden saptırarak, okumaya ve düşünmeye düşman hale dö-nüştürmüşlerdir. Akıl ve bilim değerlerinin  öne  geçmesini  engelleyen bu odaklar, günümüzde  İslam’ın yozlaşmasının  tek sorumlularıdır. Bu odaklar  sayesinde başlangıçta tek ve mutlu bir topluluk olan insanlığın, daha iyiye ve kemale gitmesi ve huzur içinde yaşaması için gönderilen bir din, onu temsil etme görevini üslenenlerce insanlığın perişanlığına kaynaklık eden bir zulüm kurumuna dönüştürülmüştür. 

Oysa, Kur’an getirdiği dinin adını İslam  koymakla, insan haklarına verdiği öneme, ismiyle vurgu yapmış-tır. İnsan haklarının  kaçınılmazlığı, bizzat  Kur’an’ın  barış ve esenlik için yaratıcıya teslim olmak anlamında  tanıttığı kelimenin anlamı yani İslam, dinin, canın, aklın, malın ve onurun korunması gibi beş temel ilkeyi içermekte ve bu gün insan hakları çerçevesinde  düşünülen tüm temel hak ve özgürlükleri kapsamaktadır. Bu anlamda insan hakları ve  bu haklara ilişkin  evrensel ilkeler, insana insanın bir bağışı değil, yaratıcının ezelden verdiği  öz imkanlardır. Bu hak ve imkanlar, inanç dünyasında ırksal, renksel, dinsel, böl- gesel ayrımlarla  belirlenemez, sınırlanamaz.  İslam inanç  dünyası, bu haklar konusunda  iki temel yanılgıya düşmüştür. Bunların biri, pozitivist materyalist  yanılgıdır. Yani inkarcı yanılgı, bu yanılgının İslam’a faydası olmadığı gibi zararı da yok.

Ama ikincisi  olan Dinci yanılgı, yani din adı altında insanın Allah’a giden yolunu tıkayan, kutsal sömürücü zihniyetlerdir. Bu yanılgı, İslam’a en büyük darbeyi vuran ve en büyük  kötülüğü yapandır. Zira  coğrafya  İslam, zülüm gören Müslüman, zulmeden de Müslüman, bu nasıl bir çelişkidir? 

Bütün bunlara rağmen, bir İslam dünyasından  bahsetmek mümkün mü? Ancak olsa olsa  kendilerini   Müslüman sanan bir coğrafyanın varlığından söz edilebilir. İnsanlara yaşatılanın, gerçek İslam olmadığını, tam tersine  İslam adı altında  din üzerinden saltanat yürüten despotların  dayatması  ve dünyası olduğunu  ünlü İngiliz şarkısı Yusuf İslam’ın şu beyanından da-ha iyi anlıyoruz. “Ben İslam’ı, Kur’an’ı okuyarak  öğrendim ve kabul ettim. İslam’ı, İslam dünyasına  ve  Müslümanlara  bakarak öğrenmeyi deneseydim, asla Müslüman olamazdım...”  

İşte, İslam sanılan dünyanın gerçeği budur.