Mukaddes geceler zincirinin halkalarından biri olan mübarek Miraç Kandiline bu akşam bir daha kavuşmuş olacağız. Bu gün ve yarın yapacağımız sohbetimizde sizlere İsrâ ve Miraç´tan söz edeceğim.

İsrâ, gece yürüyüşü demektir. Peygamberimizin, biraz sonra açıklayacağımız bu akıllara durgunluk veren mucizesi geceleyin olduğu için bu adı almıştır. Kur´an-ı ‘de bu olay, İsrâ kelimesi ile ifade edilmiştir. Miraç ismi de yükseğe çıkmak manasına gelen “uruc” tan alınmıştır ki merdiven, asansör demektir. Miraç ile ilgili hadislerde bu kelime kullanılarak “Yükseğe çıkarıldım” buyurulduğundan bu olaya “Miraç” da denmiştir. İslâm dünyasında bu olay, genel anlamda bu kelime ile bilinmektedir.

Sözlük anlamları bu olan İsrâ ve Miraç, Peygamberimizin üstün makamlara yükselişi ve Allah´ın yüce katına kabul edilişi olayıdır. Yüce yaratıcıya yakınlığın en üstün derecesi olan Miraç, beşer anlayışı çizgisinin ötesinde bir olaydır. Olay nerede ve nasıl meydana gelmiştir? Miraç olayının ne zaman meydana geldiği kesin olarak bilinmemektedir. Bunun sebebi İslâmiyetten önce cahiliyet zamanında Araplar arasında yıl tarihinin olmayışıdır. Kesin olarak bilinen, Mirac´ın hicretten önce Mekke´de meydana gelmiş olmasıdır.

Hadis alimi Abdülgani el-Makdisi (H.659)´de bu tarihi kabul eder, hatta Mirac´ın Recep ayının 27. nci Cuma gününde vuku bulduğunu söyledikten sonra: “Müslümanlar bu tarihi benimsemiş bulunuyor ve bunu en doğru bir rivayet kabul ediyorlar” der. Miraç hakkındaki ihtilaf, sadece vuku bulduğu tarih konusunda değildir. Olayın nasıl olduğu, ruh ile mi yoksa cesed ile mi vuku bulduğu da ihtilaflıdır. Bu konuda farklı görüşler olmakla beraber alimlerin çoğunluğuna göre Miraç hem ruh ve hem de cesetle birlikte meydana gelmiştir. İşte buna göre İslâm dünyasında Miraç Recep ayının 27´nci gecesinde kutlana gelmiştir. Peki Miraç olayı nasıl oldu?

Buhâri ve Müslim´de yer alan rivayetlere göre olay şöyle olmuştur. Peygamberimiz Mekke´de, evinde iken veya Kâbe´de iken Cebrail (a.s) bazı meleklerle birlikte gelerek Peygambrimizin göğsünü açmışlar, içini zemzem ile yıkadıktan sonra hikmet ve iman ile doldurmuşlardır. Peygamberimizle ilgili göğüs açma (Şerh-i Sadr)  denilen olay budur. Ancak bu olay, ne zaman ve nerede o0lmuştur? Bu durum ihtilâflıdır. Bazıları bunun, sütannesi Halime´nin yanında iken çocukluğunda olduğunu söylerken, diğer bazıları ise bir defa çocukluğunda annesi Halime´nin yanında, bir defa da Miraç´tan önce olmak üzere iki defa olduğunu söylerler. Şah Veliyyullah ed-Dehlevi, bu olayı yani göğüs açma olayını manevi bir operasyon olarak değerlendirir ve: “Peygamberimizin ruhunda meleklik ruhunun üstün gelmesi, tabiat özelliklerinin yok olması, tabiatın, kudsiyet aleminin ilhamlarına tabi olması” ile yorumlamaktadır. Bir gün Peygamberimize soruldu:

-Ey Allah´ın Resûlü, göğüs açılır mı?

-Peygamberimiz: “Evet açılır” buyurdu.

-Nasıl olur diye sorduklarında,

-Peygamberimiz: “Bir nurdur ki Allah onu mü´minin kalbine atar, o da onunla ferahlanır ve açılır, buyurdu.

-Onun alâmetinedir? dediler.

-Peygamberimiz: “Aldanma yurdu (dünyadan) uzaklaşmak, ebediyet yurduna                              (ahirete ) yönelmek ve gelmeden önce ölüm için hazırlanmaktadır.” Buyurdu. (İbn Kesir, Tefsiru´l-Kur´anil-Azîm, c.II, S.174) Peygamberimizin Miraç´tan önce göğsünün açılması, o muazzam olaya bir hazırlık, göreceği olaylar karşısında rahat olmsı ve kendini kaybetmemesi içindir. Daha sonra Cebrâil (a.s) Peygamberimzi “Burak”a bindirerek birlikte kudüs´teki Mescid-i Aksa´ya geldiler. Burak´ı Peygamberimiz şöyle tarif ediyor: “Bu merkepten büyük, katırdan küçük, uzun ve beyaz bir hayvandı. Adımını gözünün görebildiği en son noktaya kadar atardı.” (Buhari, Salât,8)

İsrâ süresinde Mirac´ın bu bölümü ile ilgili şöyle buyurulmaktadır: “Kulu Muhammed´i bir gece Mescid´i Haram´dan kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa´ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. O, gerçekten işitendir, görendir.” (İsrâ, 1) Peygamberimiz burada yani Mescid-i Aksa´da (Peygamberlerin ruhlarına imam olarak) namaz kılmış ve Bütün peygamber de onunla beraber kılmışlar. Sonra Miraç getirildi. Miraç, asansör gibi yükseğe çıkaran manevi bir araçtır. Buna Cebrail Aleyhisselâm ile beraber bindiler ve göklere çıktılar. Birinci semaya vardıklarında; Cebrail Aleyhisselâm;

-Kapıyı açınız dedi. İçerden bir ses;

-Kimsin? diye sordu.

-Ben Cebrailim,

-Yanında kimse var mı?

-Evet, Muhammed (s.a.v) var.

-Hz. Muhammed Peygamber olarak görevlendirildi mi?

Evet gönderildi dedi ve gökyüzünün kapısı açıldı ve böylece Peygamberimiz birinci kat semaya varmış oldu. Orada, sağında ve solunda bir çok gölgeler olan bir adam gördü, bu adam sağına baktıkça gülümsüyor, soluna baktıkça da ağlıyordu. Peygamberimizi görünce:

-Merhaba salih peygamber, hoş geldin, iyi oğul, dedi.

Peygamberimiz Cebrail Aleyhisselâma kim olduğunu sordu. Cebrail Aleyhisselam da Hz. Adem olduğunu söyledi. Etrafındaki gölgelerde onun soyu idi. Sağındakiler cennetlik olanlar, solundakiler de cehenneme girecek olanlardı. Onun için Hz. Adem sağına baktıkça seviniyor, gülüyordu. Soluna baktıkça da üzülüyor ve ağlıyordu.(Sahih-i Buhari Muhtasar, Tecrid-i Sarih tercemesi ve şerhi, c.2, No.227)

Enes (r.a)´den rivayete göre Resûlullah (s.a.v) başka bir hadisi şerifte ise şöyle buyurmuştur: “Miraç gecesinde, bakır tırnakları olan bir kavme uğradım. Bunlarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalıyorlardı.

-Ey Cebrâil! Bunlar da kim?” diye sordum.

-Bunlar, dedi, “İnsanların etlerini yiyenler (gıybetini yapanlar), ırzlarını ve şereflerini payimal edenlerdir.” (Ebu Davud, Edeb, 40)

Peygamberimiz Cebrail Aleyhisselâm´ın kılavuzluğunda yoluna devam etti. İkinci semaya vardılar. Orada birinci semada olduğu gibi aynı sorular soruldu ve cevap verildi. Böylece her semada bir peygamberle karşılaştılar. kinci semada Yahya ve İsa, üçüncü semada Yusuf, dördüncü semada İdris, beşinci semada Harun, altıncı semada Musa (a.s) ile karşılaştılar. Karşılaştığı peygamberlerin her biri kendisini selamlamış; hoş geldin Salih peygamber, iyi kardeş dediler.  Sonra yedinci göğe geçtik. Ben, orada İbrahim (a.s) ile buluştum. Sırtını Beyt-i Ma´mur´a dayamıştı. Beni selamladı ve "Salih Peygamber ve Salih evlad hoş geldin" dedi. Bunun üzerine bana denildi ki: "İşte senin yerin ve ümmetinin yeri."  Sonra Resulullah,"Gerçekten İbrahim´e insanların en yakını, zamanında ona tabi olanlarla şu Peygamber (Hz. Muhammed) ve ona iman edenlerdir. Allah müminlerin yardımcısıdır."  (Al-i İmran, 68) âyetini tilavet etti ve buyurdu ki: "Sonra Beyt-i Ma´mur´a girdim, içinde namaz kıldım. Ona her gün yetmişbin melek girer, Kıyamete kadar geri de dönmezler. Sonra baktım bir ağaç var ki bir yaprağı bu ümmeti bürür. Bunun kökünde bir kaynak akıyor, iki kola ayrılıyordu. 

-"Ey Cibril! Bu nedir?" dedim.

-O: "Şu rahmet nehri, şu da Allah´ın sana verdiği Kevser´dir" dedi. Bunun üzerine rahmet nehrinde yıkandım, geçmiş ve gelecek günahlarım bağışlandı. Sonra Kevser´in akış istikametini tuttum ve nihayet cennete girdim. Bir de ne bakayım orada hiçbir gözün görmediği, kulağın işitmediği, insan kalbine gelmeyen şeyler var.”

Daha sonra, “Sidret´ül-Münteha”ya vardılar. Sidret´ül- Münteha, gökleri, cennetleri kucaklayan ulu varlık ağacıdır. Peygamberlerin ve meleklerin erebildikleri ilmin son noktasıdır. Ondan ilerisine ne bir melek ne bir peygamber geçememiştir. İlerisi Gayb alemidir. Allah´tan başka kimsenin ilmi oraya ulaşamaz. Peygamberimiz Sidret´ül-Münteha´ya varınca Necm süresinde ifade edildiği üzere: “Sidre´yi kaplayan kaplamıştı” (Necm, 16) Yani Sidre´yi bir nur kaplamıştı. Bundan ötesi tarife sığmayan bir âlemdi. Buraya kadar peygamberimize arkadaşlık ve kılavuzluk Cebraik Aleysselâm burada kaldı ve “Bir parmak ucu kadar öteye yaklaşmış olursam yanarım” dedi. Bundan sonra peygamberimiz: “Refref” ile yükselip Allah´ın divanına yaklaştı. (Refref, görmeye engel geniş bir örtü ve perde demektir. Allah´ın divanı hadimlerinden biridir.)

            Mirac´ın bundan sonraki esrar dolu ulvi sahneleri ise Necm süresinde şöyle ifade edilmektedir. “Bunun üzerine Allah, kuluna vahyini bildirdi. (Gözleriyle) gördüğünü kalbi yalanlamamadı. Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacakmısın? Andolsun onu, Sidretü´ül-Münteha´nın yanında önceden bir defa daha görmüştü. Cennetü´l-Me´vâ onun yanındadır. Sire´yi kaplayan kaplamıştı. Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı. Andolsun o, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü.” (Necm, 10-18)

-------------------------------------------- 

Miraç Gecesinde, bu yüksek makamda (Sidret´ül-Münteha)  peygamberimize üç ilahi ihsanda bulunulduğu hadisi şeriflerde ifade edilmektedir. Bunlar:

1-Beş vakit namaz: Miraç hediyesi olarak Peygamberimizin getirdiği beş vakit namaz, aynı zamanda müminin miracı sayılmıştır.  Miraç Gecesinde namazın farz oluş şekli ve elli vakitten beş vakte indirilişi hususunda Peygamber Efendimizle Hz. Mûsa arasında vukû bulan hâdise, hem Buharî´de, hem de Müslim´de rivayet edilmektedir.

Hâdise özetle şöyle cereyan eder: Resul-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) Hz. Cebrail´in refâkatinde Mekke´den ayrılıp semâya yükselir. Önce Hz. Âdem´le, daha sonra Hz. İdris, Hz. Mûsa, Hz. İsa ve Hz. İbrahim´le görüşür. Cenab-ı Hakk´ın yüce katından dönüşünde ise Hz. Mûsa (a.s) ile tekrar karşılaşır. Bu sohbeti Peygamber Efendimiz şöyle anlatırlar: “O zaman Allah ümmetime elli vakit namaz farz kıldı. Bu farziyeti yüklenerek döndüm. Derken Mûsa Aleyhisselâma rast geldim.

-“Mûsâ (a.s.) bana, ‘Rabbin ümmetine neleri farz kıldı?´ diye sordu.

-“Onlara, ‘Elli vakit namaz farz kıldı´ dedim.

-“Mûsa (a.s.) bana, ‘Rabbine dön de şefaat et, zira ümmetin buna tâkat getiremez´ dedi.

-“Bunun üzerine Rabbime Mürâcaat ettim. Allah Taâla şatrını (bir kısmını) indirdi.

-Ben yine Mûsâ´nın (a.s.) yanına dönerek durumu kendisine haber verdim: ‘Bir kısmını indirdi´ dedim. O yine, ‘Rabbine mürâcaat et, zira ümmetin tâkat getiremez´ dedi.

-“Ben yine Rabbime mürâcaat ettim. Alah Taâla kalanından bir kısmını indirdi. Mûsâ Aleyhisselâmın yanına yine döndüm. O tekrar, ‘Rabbine dön, zira ümmetin buna dayanamaz´ dedi. Bir daha müracaat ettim.

-“Allah Teâla, ‘Onlar beştir, yine onlar [sevap itibariyle] ellidir. Benim nezdimde hükm-ü kaza değişmez´ buyurdu.

-“Mûsa´nın yanına döndüm. O yine, ‘Rabbine dön´ dedi.”

-“Ben de, ‘Artık, Rabbimden utanır oldum´ dedim.” ( Müslim, İman: 263; Ahmed Naim, Sahih-i Buharî Muhtarası Tecrîd-i Sarih Tercemesi. (Ankara: Diyanet işleri Başkanlığı Yayınları, 1981), 2:277.) Başka rivâyetlerde Peygamberimizin (a.s.m.) Cenab-ı Hakkın huzuruna çıkışı üç defa değil de, daha fazla olduğu bildirilmekte; namaz vakitlerinin sayısının beşer beşer, yahut onar onar indirildiği haber verilmektedir. Peygamberimizin mürâcaatlarında farz kılınan miktarın her seferinde “bir kısmının” indirilmesi şeklinde tercüme edilişinin sebebi de, “şatr” sadece “yarım” manasına gelmemekte, aynı zaman da “çok miktar” manasını da içine almaktadır.Hadis âlimleri, yine Peygamberimizden rivâyet edilen haberlere dayanarak, bu hadis hakkında açıklamalarda bulunmaktadırlar. Aynî merhum Umdetü´l-Kâri isimli 25 ciltlik Buharî şerhinde “elli vakit” meselesinde şu rivayeti zikretmektedir: Cenab-ı Hakkın ümmet-i Muhammed´e elli vakit namazı farz kılmış olduğu Levh-i Mahfuz´da mevcuttu. Bunu Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bilfiil elli vakit kılınacak şeklinde te´vil etti. Daha sonra Rabbine müracaatı esnasında Cenab-ı Hak kendisine bu elli vaktin amel bakımından değil de, sevap cihetinden olduğunu bildirdi. Beş vakitte elli vaktin sevabı elde etmenin şartı da, namazı tadil-i erkânına uyarak, huşû içinde kılınması hâlindedir.  (Bedrüddin el-Aynî. Umdetü´l-Karî Şerhu Sahihi´l-Buharî. (Beyrut: İhyâü´t-Türhasi´l-Arabî), 4:48.)  Bir rivayette şu ilave vardır: "Namazlar (günde) beştir. Ve onlar ellidir de. İndimde hüküm değişmez artık!" (Buharî, Bed´ü´l-Halk 6, Enbiya 22, 43, Menakıbu´l-Ensar 42; Müslim, İman 264 (164); Tirmizî, Tefsir İnşirah (3343); Nesâî, Salat 1, (1, 217-218)

2-Allah´a ortak koşmayanların bağışlanacağı müjdesidir.

3-Bakara süresinin sonundaki üç ayet ki, İslâm´ın temel inanç esaslarını tamamlamakta ve müslümanların çektiği üzüntü ve sıkıntıların sona erdiğini müjdelemektedir.

             Ayet-i kerimelerin anlamları şöyledir: “Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah´ındır. İçinizdekileri açığa vursanızda gizlesenizde Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir, sonra dilediğini affeder, dilediğine de azap eder. Allah her şeye kadirdir.” (Bakara, 284) “Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman etler). Her biri Allah´a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. ‘Allah´ın peygamberlerinden hiçbiri arsında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır´ dediler.” (Bakara, 285)  “Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar. Herkesin kazandığı (hayır) kendine, yaşadığı (şer) de kendinedir. Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla! Bize acı! Sen bizim mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!” (Bakara,286) Bakara süresi´nin son iki ayetini oluşturan ve´ Âmeneresûlü´ diye anılan bu mübarek ayetler, ilâhi emirler karşısında mutlak itaate yönelen müminlerin inançlarındaki sadakatlerini ifade etmektedir. Ayrıca bir önceki ayette geçen ‘ İçinizdekileri açıklasanızda, gizleseniz de Allah sizi hesaba çekecektir´ haberiyle endişeye kapılan müminlere bu ayetlerle kolaylık bahşedilmiş, mükellefiyetler hafifletilmiştir. Böylece Allah´a tam itaat ve iltica meyvelerini verirken yersiz kuşkular da bertaraf edilmiştir. Miraç gecesinde peygamberimize vasıtasız şekilde vahyolunan bu ayetler, ın hadislerinde övülmüş, her zaman ve özellikle yatmadan önce okunması tavsiye edilmiştir. Bir hadiste de: “Bu ayetlerin geceleyin yatmadan önce okunması kişiye yeter´ denilmiştir.

             Peygamberimiz acaba Miraç´ta Allah´ı görmüş müdür? Bu konuda Kur´an-ı kerim´de ve hadis-i şeriflerde kesin bir ifade bulunmamaktadır. Ancak akaid kitaplarında konu ile ilgili şu ifade yer almaktadır. “Allah´ı görmek aklen caiz ve naklen sabittir.” (Şerhu´l-Mevakıf, c.II, Ss.368) Yani Allah´ı görmenin imkânsız olduğuna dair akli bir delil bulunamaktadır. Kur´an-ı kerim´de de Allah´ın görülebileceğini gösteren ayetler vardır. Nitekim: “ Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûra) gelip de Rabbi onunla konuşunca ‘Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!´ dedi. (Rabbi): ‘Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!´ buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti. Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim, Ben inananların ilkiyim.” (A´raf, 143) (Hz. Musa (a.s), Yüce Allah´ın dünyada görülemeyeceğini bildiği halde kendisindeki iştiyak sebebiyle Allah´a böyle bir niyazda bulundu. Çünkü o, Allah´ın sözlerini duyunca adeta kendisinin dünyada olduğunu unutmuş, ahiret ve cennet hayatına kavuştuğunu düşünmüştü.) Bu ayet-i kerime Allah´ı görmenin mümkün olduğuna iki yönden delâlet etmektedir. Birisi, Hz. Mûsa Allah2ı görmek istemiştir. Eğer Allah´ın görülmesi mümkün olmasaydı, o, böyle bir istekte bulunmayacaktı. Çünkü bir peygamberin Allah hakkında caiz ve mümteni olan şeyleri bilmesi gerekir. Diğeri ise Allah Teâlâ yüce zatının görülmesini dağın yerinde kalması şartına bağlamıştır. Dağın yerinde kalması ise mümkün olan bir şeydir. O halde Allah´ın görülmesi de mümkündür. Ayrıca müminlerin kıyâmet günü Allah´ı göreceklerine dair ayetler ve sahih hadisler vardır. (Kıyame,23; Mutaffifin,15; Yunus, 26; Buhâri, salât, 16; Müslim, mesacid,37)

            Bu açıklamalardan sonra, Peygamberimizin Miraç´ta Allah´ı görüp görmediğine bakarsak; Hz Aişe validemiz ve taraftarları peygamberimizin Allah´ı gözleriyle uyanık halde iken görmediğini söylerken, İbn Abbas (r.a) ve onun görüşünü benimseyenler, bunun aksini savunarak Allah´ı gördüğünü ifade etmişlerdir. Bu konuda Said İbn Cübeyr: “ Peygamberimiz Rabbini gördü diyemem, görmedi de diyemem” dediği rivayet edilmiştir. En doğrusunu Allah bilir. Peygamberimiz (s.a.v) bu mübarek yolculuğu tamamlayarak aynı gece tekrar evine döndü.

MİRAC´IN YANKILARI

Peygamberimiz (s.a.v) evine dönünce  gece olanları  ailesine ve arkadaşlarına anlattı. Her söylediğinin gerçek olduğuna inanmış olan ailesi ve arkadaşları bu olayda  hiç şüphe etmediler. Mekkelilerin bazıları bu olayı duyar duymaz şaşkına dönmüşler: bir gecede bu kadar yer hiç gezilir mi? demişlerdi. Çünkü onlar miraç´taki üstün gerçekleri kavrayacak durumda değillerdi. Bu sebeple miraç olayı kendilerine anlatılınca inanmadılar. Her şeyi maddi açıdan değerlendirdikleri için böyle bir şey olur mu? dediler. Kâinatta olup bitenlerden, Allah´ın sonsuz kudretinden haberleri yoktu. Kervanların bir ayda gidip bir ayda geldikleri mesafeyi Muhammed bir gecede nasıl olabilecek, dediler. Halbuki Hz. Muhammed (s.a.v) onların kullandıkları vasıtaları kullanmış değildi. O, Burak´a binmişti. Burak, şimşek manasına berk kökünden gelir. O halde Miraç´ta şimşek hızı vardır.

Mekkeliler bu olay karşısında adeta şaşkına döndüler. Hemen Hz. Ebu Bekir (r.a)´e koştular ve peygamberimizin İsrâ ve Mirac´a dair verdiği haberi ona naklettiler.

-Hz. Ebu Bekir onlara:  Hz. Muhammed´in doğru sözlü olduğunda hiçbir şüphem yoktur. Bu kanaatimi sizinde bilmenizi isterim, dedi.

-Onlar: Demek Muhammed bir gecede Mescid´i Aksâ´ya gidip sonra da dönüp geldiğini sen de tasdik mi ediyorsun dediler.

-Hz. Ebu Bekir:  Evet, tasdik ediyorum. Değil bu ve bundan daha ziyade uzaklara da gitmiş olsa yine de inanmışımdır, dedi. Bu cihetle Ebu Bekir (r.a)´e “Sıddık” denilmiştir.

            Mekkeliler, Peygamberimizin daha önce Mescidi Aksâ´ya gitmediğini biliyorlardı. Onun için kendisine Mescid-i Aksâ ile ilgili sorular sordular. Peygamberimiz bu sorular karşısında çok buynaldı. Kendisi yaşanan bu anı şöyle anlaıyor: “Kureyş beni yalanlayınca Mescid-i Haram´a gidip Hicr´de durdum. Bundan sonra Allah bana Beyt-i Makdis ile gözümün arasındaki mesafeyi kaldırdı ve ne sordularsa bakarak haber vermeye başladım.”  Onun içindir ki Müminin mirac´ı sayılan namazın farz kılındığı bu mübarek gecede yüce yaratıcıya yönelmeli, ondan af ve bağış dilemeliyiz. Birbirimize sevgiyle yaklaşmalı düşmanca davranışlardan uzak durmalıyız. Sağlıkla kavuştuğumuz bu günleri değerlendirmeli ve Allah´ın lutfettiği sayısız nimetlere şükretmeliyiz. Bu vesileyle  geceyi ihya edelim ve ihya etmek için şu hususları yerine getirelim; Bu mübarek gecede günahlarımızı göz önüne getirerek bol bol tevbe ve istiğfar yapalım. Sevgili Peygamberimizin üzerine bol bol salâtü selâm okuyalım. Kaza namazları kılalım. Kur´an-ı Kerim okuyalım ve sonunda geniş kapsamlı bir dua edelim. Duamızda kendimizin, aile efradımızın, yakınlarımızın, vatanımızın, milletimizin, din kardeşlerinizin ve insanlığın huzuru, sıhhat ve selameti için dualar edelim. Özellikle geçiğimiz günlerde Soma maden faciasında hayatlarını kaybeden 301 kardeşimiz için Allah´tan rahmet dileyelim. Yaralılara acil şifalar ve yakınlarına da sabr-ı cemil vermesini isteyelim. Aynı zamanda dünya hayatında her türlü kaza ve belâlardan muhafaza buyurmasını, vatanımıza ve milletimize hayırlı işler işleme imkânı vemesini isteyelim. Hayır ve hasenat yapalım. Bol bol sadakalar verelim, fakir ve fukarayı sevindirelim. Bol bol zikredelim, tesbih çekelim, tevhid okuyalım. Bu gecenin nurundan, feyiz ve bereketinden istifade etmeye çalışalım.İnşaallah Rabbimiz bu gece affettiği kulları arasına bizleri alır ve günah ve kusurlarımızı bağışlar.

            Bu duygularla, Umre ibadeti vesilesiyle bulunduğum Peygamber şehri Medine-i Münevvere´de bulunan Mescid-i Nebevi´den selam ve dualarımızla hepinizin Miraç Kandilini tebrik eder, bu mübarek gecenin hepimiz için hayra vesile olmasını Yüce Mevlâdan dilerim.