Miladi 6. asır, uzun zamandır insanlık peygamber yüzü görmemiş, bu yüzden insanlığın ufku kararmıştı. İnsanların kalbinden fazilet, ahlak gibi değerli duygular tamamen silinmiş, kız çocukları öldürülüyor, çatışmalar, kavgalar, kan davaları almış başını gidiyordu. İşte böyle bir ortamda, aklı başında kişiler, kararmış ufuklara bakarak, bir kurtarıcı bekliyorlardı. Tam bu sırada, Hira dağından bir güneş doğmaya başladı. Bu güneşin yansıttığı ışık, insanın ufkunu açıyor, ruhunu aydınlatıyor, kafasına yepyeni idealler getiriyordu. Artık insanlık için kurutuluş yolu görünmüş, tek yapılacak iş, o ışığın nuruyla aydınlanmaktı. Nihayet Arabistan yarımadası aydınlanmaya başladı. Daha önce birbirlerini öldüren insanlar kucaklaşıyor, kız çocukları gerçek hürriyetlerine kavuşuyordu..

Bir Ramazan ayının son günleri, her zaman olduğu gibi, derin derin düşünüyor yine Muhammed´ül Emin.. Mübarek başını  ufuklara  doğru kaldırmış, seyrediyor  sonsuzlukları.. Yürürken yine düşünüyor. Mekke´liler neden hep kötülüklerin peşindeler? Kim kurtaracak bu durumdan onları, yok mu onlara bir acıyan?..” Bu düşünceler içersinde yürüyor Cebel-i Nur´a doğru..  Vaktin nasıl geçtiğini bilmiyor.. Her zamanki gibi, geliyor yine Hira mağarasına..  Giriyor görkemli kayaların  serin koynuna.. Açıyor kalbini yaradanına.. Dalıyor ibadetin doyulmaz tadına.. Birden garip bir şeyler oluyor, Melek Cebrail, gerçek hüviyeti ile görünüp İkra´ (oku) diyor. Ve böylece Peygamberlik görevi başlıyor. Çileli, meşakkatli, fakat ulvi bir görev.. Bütün insanlığın, kıyamete kadar sorumlu olacağı bir görev...

         İşte Kur´an´ın inmeye başladığı ve Hz. Peygambere Peygamberlik görevinin verildiği o kutsi gece, İslâmın yeryüzüne yayılışı, insanlığın kurtuluşu ve Kur´an´ın cihanı aydınlatmasıdır. Kur´an´da: “Ramazan ayı insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur´an´ın indirildiği aydır” (Bakara, 185) buyurmakla, bu ayın Kur´an´î bir ayolduğunu haber veriyor.

Hz. Peygamber 40 yaşlarında iken,  bir Ramazan gecesi Melek Cebrail´in gelerek, İkra´ (oku)  emrini getirmesi ile ilk peygamberlik görevi Mekke yakınlarındaki Hira mağarasında başlıyor. Bu olaydan sonra, peygamberimiz ürpererek evine gelmiş ve eşi Hatice´ye başından geçenleri anlatınca, o da hemen müslüman olmuş, peygamberimize ilk desteği vermiştir.    

      Hira dağındaki bu mütevazi mağara, sarp kayalıkların zirvesindedir. Normal yürüyüşle, sağlıklı bir kimsenin ancak bir saatte tırmanabileceği bir yüksekliktedir. İlk ilâhi mesajın (vahyin)  yeryüzüne buradan yayılmış olmasının mü´minler için ayrı bir önemi vardır. 

Hira ve Sevr mağaraları, ilk gününden itibaren hiç değişmeden kalan bir mekân gibi, bütün sadelikleriyle, peygamberi sakladıkları günkü gibi mütevazi halleriyle durmaktadırlar. Hira mağarasında vuku bulan bu olay Şair Cengiz Numanoğlu´nun kaleminden şu şekilde anlatılıyor;      

Bir sabah.. Ansızın, tanla beraber,

Kuşattı ruhumu, bir miski amber..

Gönül penceremden, Yüce Peygamber;

Muhammed´i gördüm, Hira Dağında...

            Açıldı.. Bindörtyüz yıl ötelerde;

            Semavi sahnede, ilahi perde..

            Bir anda belirdi, Cibril göklerde,             

           Taşlar nur kesildi.. Hira Dağında..

İndikçe kubbeden, selam selleri;

Deryalara döndü, Mekke çölleri...

Rabb´imin ikramı, cennet gülleri,

Buram buram tüttü.. Hira Dağında...

        Süzüldü semadan, envai renkler;

      “İkra” sesleriyle, çınladı gökler,

            “Muhammed” diyordu, bütün melekler;

              Bir mucize gördüm.. Hira Dağında...

Başladı son mesaj, ilk hecesinden;

Kur´an´dı bu inen, Cibril sesinden..

Yüce kainatın, Efendisinden,

Ayetler dinledim.. Hira Dağında...

           Artık.. Hak batıldan süzülüyordu,             

           Tüm kara düğümler çözülüyordu,

           Hakk yolu, bir daha çiziliyordu,

           Güneş, son kez doğdu.. Hira dağında...

Ayrıldı.. Hayır, şerr, helal ve haram;

“Kurtuluş” diyordu, İlahi Kelam..

Seslendi, Muhammed Aleyhisselam;

Bütün insanlığa.. Hira dağında...

            Hira dağı,  ilk Kur´an ayetlerinin indiği o mübarek mekan böylesi hatıralarla doludur.          İslâm Tarihinde nice şahsiyetler vardır ki, Kur´an-ı  hıfz etmiş, ruhuna ve yaşantısına sindirmişlerdir.

“Doğrudan doğruya Kur´an´dan alıp ilhamı,

             Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâmı” diyen Mehmet Akif Ersoy, eğer ilim ve ilim adamı olarak yola çıkanlar, Kur´an´ı bir kenara bırakarak yollarına devam edip, başarı sağlayacaklarına inanıyorlarsa, bunda aldanıyorlar, demek istiyor. Ondan alacağımız ışık ile asrımızı mamur etmeliyiz.

            Bugün bir çoğumuz Kur´an-ı Kerim´i çocuk yaşta veya Kur´an Kurslarında iken öğrendiğimiz için, onu kapattığımızdan zamanla unutmuş durumdayız. Çocuk yaşlarda Kur´an´ı yüzünden okuma eğitimi verildiğinden, halen birçok insanımız, Kur´an´ın manasına vakıf değildir. O´nun geniş ve derin manaları üzerinde düşünemediğimizden, Kur´an´i terbiye ve ahlâki değerlerimiz her geçen gün silinmeye yüz tutmaktadır.

            Namaz kılmak mümine nasıl farz ise, namazda Kur´an okunması da öyle farzdır. Öyleyse namaz kılan insanlar, namazda Kur´an´ı da okudukları için, Kur´an´ın koruyuculuğunu da yapmaktadırlar. Dolayısıyla, her namaz kılan, Kur´an muhafızıdır. Namaz kılmayanlar ile Kur´an´la tanışmayanları bu sınıf içinde müteala etmek güç olur.  Ayrıca, yüce Allah Kur´an´ın muhafazası için, namazda, kıyam, kıraat, ruku ve secde gibi farzlar tesis ederek, onu müminlere okutturarak, korunup, saklanmasını temin etmiştir. Bununla da kalmayarak, Kur´an´ı kıyamete kadar koruyup, saklamayı vadetmiş, müminlerin sorumluğundan kendi himayesine almıştır. Kur´an-ı nasıl himayesine aldıysa Cenab-ı Hak, namaz kılanları da, Kur´an´ın koruyuculuğunu yaptıkları için öylece, himayesine almıştır. Bundan dolayıdır ki; “Kur´an´dan kolayınıza gelen ayetleri, namazda  okuyun” ayetiyle bu görev devam eder. Bir başka ayette; “Kur´an okunduğu zaman kulaklarınızı Kur´an´a verin, sukut edin, dinleyin, Ancak, Allah´ın rahmetine böyle nail olursunuz” buyuruyor. Yeryüzünün neresinde Kur´an okunursa, okunsun, onun tilaveti arşa kadar çıkmaktadır.

            Mümin, Kur´an´dan habersiz olamaz, Rabbinin ona sunduğu yüce kitabını tanımadan, ondan habersiz yaşayamaz. Kur´anımız Ramazan ayında nazil olmaya başladığı için, ona Kur´an ayı da denilmektedir. Allah Teala, bu geceye ismini verdiği Kadir suresin ilk ayetlerinde; “Biz onu (Kur´an´ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır.” (Kadir;1-3) İçinde bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesinin bulunduğu bu mübarek geceye azamet ve şeref gecesi denildiği gibi, Takdiri ilâhi de hükmolunmuş işlerin ayırt edildiği mübarek gece de denilmektedir. Kadir gecesinin bütün bir yıl içinde gizli olduğu, Ramazanın son on gününde aranması gerektiği, en ziyade Ramazanın 27. gecesi olduğuna dair hadis kaynaklarında bilgiler mevcuttur.

Bu gece ile ilgili olarak, bir şairimiz;

Ey! Kara düşleri aklayan gece,

Nurunda günahlar paklayan gece,

Ey! İçinde bin ay saklayan gece,

Sende nazil oldu, Hazreti Kur´an,

Kâinat görmedi böylesi gufran..

Ey! Yüzleri Hakk´a döndüren gece,

            Nurundan güneşler söndüren gece,

            Ey! Şerr´i, şeytanı, sindiren gece,

            Yedi kat semâda bütün kapılar;    

Açıktır seninle, tâ fecre kadar..

Sen ki; bir koca yıl, özlenen gece,

Yolları, aç susuz gözlenen gece,

Sen ki; on gecede gizlenen gece,

Sarsılır, seninle gökler dilekten,

İğne atsam, yere düşmez melekten..

Gerçekten, bu gece inen meleklerin çokluğundan yeryüzü dar gelir. Onlar, Rab´lerine iltica eden bütün müminlerle birlikte geceyi ihya ederler. Oruç, teravih, iftar, sahur ve sadaka-ı fıtır gibi bütün ilâhi neşeleri sinesinde barındıran Ramazan´ın en mühim ve bütün zamanların en kıymetli gecesi, bu gecedir.  Bu gecenin özel bir ibadeti yoktur. İhlasla istenilen her ibadet bu gecede yapılır. Namazlı, Kur´an´lı, tevbeli, hayır ve hasenatlı olarak bu geceyi değerlendirmeye çalışmalıyız. Bu gece yüzümüz, her gecemizden daha güzel, dilimiz her sohbetimizden daha tatlı olmalı, sevgi ve tebessümü etrafımıza yaymalıyız. Evlerimizde saadet ve mutluluk, muhabbet ve şefkat doruğa çıkmalı, misafirlerimiz olan melekleri memnun göndermeliyiz.

             Bu gecemiz diğer gecelerimizden biraz farklı olmalı. Hiç olmazsa biraz uykuyu tehir ederek, Mevlâ´mızın ilâhi ikramına nail olmaya çalışalım. Çünkü bu gece de; göklerden, sidretü´l münteha daki bütün melekler, arştan yeryüzüne inerler, uyumayan müslümanların, yalvaran inleyen müslümanların, ağlayan müslümanların evlerine girerek selam verirler.Bu Kur´an´ın ifadesidir. “O gecede, Rablerinin izniyle melekler Cebaril (as) ile birlikte her iş için iner dururlar. O gece, esenlik doludur. Ta fecrin doğuşuna kadar.” (Kadr;4-5)    Sabaha kadar devam edecek, olan rahmet yağmurundan istifade etmeliyiz.

Geceler sultanı, Kadir gecesi,

Yedi kat göklerde, kulların sesi,

Duydum ki yerini bulmuş nicesi,

Bir yer ver demeye..Sana yöneldim.

            O gece hacetler, bol tutulurmuş,

            O gece arayan dostu bulurmuş,

            Gönüller, Muhammed tahtı olurmuş,

            Gönlümü taht edip, Sana yöneldim.

O gece melekler, saf saf inermiş,

O gece acılar, dertler dinermiş,

O gece cehennem bile sönermiş,

Ben aşk ateşiyle, Sana yöneldim.

            Sahip kimdir, dedim, ıssız çöllere,

            Şimşeklere, tayfunlara, sellere,

            Yedi kat semaya bakan ellere,

            Hep seni dediler, Sana yöneldim.

 

Kur´an okunmayan evlere, secde edilmeyen evlere bu meleklerin hiç biri uğramaz, selam vermezler.  İşte bu mübarek gecenin bu mana içinde değerlendirilmesi lazımdır.

         Allah´ım, bizleri Kur´an´a sahip, onu anlayan, onunla yaşantısını süsleyen müminlerden olmamızı nasip eyle