Geçmişten günümüze çok farklı medeniyetlere ev sahipliği yapan ülkemiz, Orta Doğu coğrafyasın da stratejik bir kader noktasında yer almaktadır. Bu nedenledir ki, ülkemize bu coğrafyada büyük sorunlarla karşılaşmakta ve bir o kadarda zorlu sorumluluklar üstlenmek mecburiyetindedir. Bu sorumluluklar sadece bizi değil, aynı zamanda bölgenin ve hatta İslam dünyasının bu günü ve geleceği ile de ilgilidir.

Ülkemizin ve bölge ülkeleri ile tüm Ortadoğu’nun var olma ya da olmama türünden bir kararın verilmesi gelecek kuşakların, hayatlarının, ümit ve beklentilerinin de kararı niteliği taşıyacaktır. Bu günlerde ülkemiz bu anlamda sorumluluk ve onurun tarihsel sınavlarından birini vermektedir. Bölgemizde ve komşularımızda üzün bir süredir devam eden savaş ve iç savaşlar neticesinde ülke halkları kan, gözyaşı ve sefalete maruz bırakılmış, yönetenler hükümranlık haklarını kullanamaz hale getirilmiştir. Bu durumu yaratan emperyalistlerin eylemlerinin uluslar arası camia tarafından meşruluğu onaylanmasa da, bütün dünya bu olaylara kayıtsız kalmaktadır. Ülkemizin de kayıtsız kalması bizleri tarih önünün de büyük vebal atında bırakır. Görünen o ki süper güçlerin hedefi sadece Irak, Suriye ve İran’la sınırlı değil. Bu bölgeler deki çıkarlarını sonuçlandırdıktan sonra sıradaki hedef ülke Türkiye olacaktır.

Peki neden Türkiye? 1- İslam’ın Hıristiyan Batı için bir tehdit olmaktan çıkarılması. 2- İslam’ın en güçlü ve akıllı kalesi olarak görünen Türkiye’nin belinin kırılması ve kendi derdine düşürülmesi. 3- Diğer tüm İslam ülkelerinde sadece Türkiye’nin yeni yüz yılda başarılı olabilecek insan ve bilgi birikimine sahip olması. 4- Gerçek İslam’ın güvenilir bir örneği olabilecek potansiyeli ile İslam ve çağdaş değerlerin mutlu bir kucaklaşması ile insanlığın hizmetine girebileceğinin var olan bir değeri olarak dünyanın önünde durmasıdır. İşte bu nedenler medeniyetler çatışmasının da ana sebepleridir. Herkesin anlayıp da bizim anlayamadığımız gerçekleri görme zamanımız geldi. Amerika da en iyi satan milli kitap olan: Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Oluşturulması adlı kitabında Stratejist Samuel Hungtington şöyle diyor; medeniyetler çatışacak, çatışmalıdır. Bu çatışma Haç, barışı, çağdaşlığı, refah ve huzuru, Hilal ise kavga, bozgunculuk yoksulluk ve karmaşayı sembolize etmelidir. Bunun için, İslam adına öne çıkarılıp, sırtı sıvazlanacak ve desteklenecek unsurlar İslam’ın Kuran kaynaklı barış sevgi, bilim, akıl, atılganlık, evrensellik gibi değerlere dayalı dinini temsil edenler değil, Arap-Acem–Ortadoğu örflerini dinleştiren, akıl ve bilim dışı olmalıdır. Aksi halde Haç yenik düşer.

Tanıdık geliyor mu? Diğer bir ifade ile Haçlı Savaşları şekil değiştirerek devam ediyor. Biz artık millet olarak şunu anlamalıyız; Emperyalistler Irak’ta, Suriye’de, Libya’da veya başka bir yerde bir şey yapacaksa yapacaktır. Bizim ülke olarak onların yanında ya da karşısında olmamız onların acıma veya vefa duygularını harekete geçirmez. Onlar yapacağını bizde yapmamız gerekeni yapmalıyız. Bizlere yapacaklarından vazgeçmeleri bizlere acıdığından veya bizlere vefa borçlarından değil, hesaplarına öyle geldiğindendir. Şu anda Ortadoğu’da yapılanlar bize ters olsa da, inayet ve meddahlık dilenme yerine başımızın çaresine bakmalıyız ki bizde onu yapıyoruz.

Ülkemiz bu gün binlerce savaş mağdurunun oluşturduğu kahır üçgeninin tam ortasın da. Bu insanlara insancıl koşulların oluşturulmasının bir bedeli ödüyor. Ülkemiz bu bedeli göğüslemeden düze çıkamaz, yakamızı bir an önce emperyalistlerden kurtarıp, onun bunun adamı olmaktansa, faturayı ödeyerek onurumuzla başı dik, kendi adamı olan bir ülke olmalıyız. Bunu yapabilmek içinde ülkemizde iktidar ve muhalefet kavgasına son verilmeli. Zira sanki ülkemiz siyasal açıdan ikiye bölünmüş bir ülke olarak algılanıyor. Kendi öz halkını küçümseyen beyni dışarıdan parsellenmiş ve ruhu şuna buna bağlı sözde aydın, giydiği elbisenin parası kadar değeri olmayan, medyada baş gösteren ucubelerden de kurtulmalıyız. Ülkemiz ve İslam coğrafyası halkları sadece yönetenlerin tatlı söylemlerine değil, bazen da muhalefetin acı gerçeklerine kulak vermeli ve sorgulamalıdır.

Siyasiler şunu hiçbir zaman unutmamalı, siyasette başarı siyasilere güç verir ama bu gücün kaynağı ve kontrolü halkın elindedir. Kitlelerin susması iktidar söylemlerinin her zaman doğru olduğunun onayladığı anlamına gelmez.