İçinde yaşadığımız 21. yüzyıl, özellikle de son otuz yıl ülkemizin de içinde bulunduğu “Ortadoğu” bir çok savaşa sahne oldu. Halkı Müslüman olan bölge insanı kimi zaman batının emperyal güçleri tarafından kimi zamanda kendi devlet ve yöneticileri tarafından zulme, toplu katliamlara, acı ve göz yaşlarına muhatap oldu.

Bu gün ki yazımızda İslam/Kur’an açısından bu savaşlara bir göz atalım istedim. İslamın yüce kitabında yüce yaratıcı “Barışın” esas ve temel alınmasını öğütlerken “savaş” durumunda da, Müslü- manların nasıl hareket etmeleri gerektiğini gayet açık bir şekilde bize anlatmaktadır. Bunları şöyle sıralayabiliriz..

A-İslamda “Barış” esastır. Fakat bazen “sa-vaş” da kaçınılmaz olmaktadır. Kur’an’a göre bir Müslüman toplum (Devlet, kabile grup vs.) kendisi-ne yönelen saldırıyı önlemek için savaşır. Yoksa toprak kavgası için veya saldırmayanlara karşı du-rup dururken savaşmak asla caiz değildir. “Sizinle savaşanlarla savaşın, fakat saldırmayın. Allah saldırganları sevmez...” (Bakara 190)

B-İslamda savaştan maksat, zulmü önlemek güvenliği sağlamak ve tüm ilahi dinleri korumak ve her türlü inancı güvence altına almaktır. “Kendileri ile savaşılan Mü’minlere savaşma izni verildi. Çün-kü onlara zulüm edilmiştir. Onlar sırf  ‘Rabbimiz Allah’tır dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Allah onlara yardım etmeye kadirdir…” (Hacc 39, 40, 41) Bu ayetler açıkça Müslümanların hangi hallerde savaşacaklarını bildirmek- tedir.

Bu ayete göre savaşmayı gerektiren  üç sebep vardır;

1- Zulme uğramak, saldırıya maruz kalmak,

2- Mabetlerin saldırıya uğraması durumun da  onları korumak,

3- Dinin buyruklarını özgürlük içinde yerine getirilmesini sağlamak ve her türlü inanç sahip-lerinin inandıkları şekilde yaşamalarını temin et-mek.

İslam tarihine baktığımızda Müslümanların ha-kim olduğu Ortadoğu coğrafyasında her türlü inanç sahibi özgürce inancının gereğini yerine getirdiği görüyoruz. Allah Rasülü (as) askerlerine savaşlarda mabetlere dokunulmamasını, yaşlılara, kadınlara ve çocuklara ilişilmemesini öğütlemiş, emir vermiştir. Onun yolunda giden tüm Müslüman hükümdarlar da aynı şeyi yapmışlar, asla insanlarla, toplum- larla farklı inanç sahibi oldukları için savaşmamışlardır.

Fatih Sultan Mehmed’in İstanbulu fethettikten sonraki emir namesi meşhurdur. O büyük komutan şöyle diyordu, “Herkes inancında hürdür, mabetlerin dokunulmazlığı vardır, din adamlarının ve Hrıstiyan ahalinin can ve mal güvenliği benin teminatım altındadır…” (Tarihi kaynaklar).

C-Savaşta merhametli davranmak; İslam ve Kur’an’da savaşın ve güçlünün de hukukundan bahsedilir. Güçlü sırf güçlü olduğu için istediğini yapamaz. Savaş bittikten sonra varsa savaş esirlerine iyi muamele edilmelidir. Onlara zulüm ve işkence edilemez. Aç bırakılamaz, güçlerinin üstünde vazifeler ve görevler verilemez. Ortam ve vaziyete göre ya fidye ile (belli bir bedel) veya fidyesiz olarak serbest bırakılmaları esastır. “Nihayet onları iyice vu-rup sindirince (yakalayıp) bağı sıkıca bağlayın. Ondan sonara ya lütfen veya fidye (makul bir bedel) ile serbest bırakın..” (Muhammed 4)

Bütün bu açık ilahi emirler ışığında, Ortadoğu İslam coğrafyasında son otuz yılda vukuu bulan savaşlara baktığımızda vahşi batının yaptığı zulümler, işkenceler, mabetlere karşı yapılan saldırı ve yı- kımlar dehşet bir biçim de cereyan etmiştir.

Müslüman toplumlar ile onların idarecileri arasında cereyan eden rejim ve iktidar kavgaları da batılı zalimlerinkinden hiçte aşağı kalmamıştır. Haksız biçimde öldüren insanlar, hunharca öldürülen çocuklar, saygısızca tahrip edilen mabetler.. Bu zulüm ve yıkımları yapan insanlar ve onların yöneticileri yüce Allah’a nasıl hesap verecekler?

Yazımızı bir dua ayeti ile bitirelim;

“Ey rabbimiz! Bizi, inkar edenlerin zulmü ile imtihan etme. Bizi bağışla. Ey rabbimiz! Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin ve senin hükmün her şeye geçer...” (Mümtehine  suresi  5)