2008 yılında patlak veren 'Küresel Ekonomik Kriz' her ne kadar Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) başlasa da kısa sürede tüm dünyada etkisini derinden hissettirmiş, uluslararası bir kriz olarak tarihe adını yazdırmayı başarmıştır. Aradan geçen on yıllık süre içerisinde hükümetler ekonomik paketler, teşvikler, birçok yatırımlarla bu krizin var olan sarsıcı etkilerini en aza indirmeyi hedeflemişlerdir. 

2018 yılına geldiğimizde birkaç yıldan beri hem ülkemizde hem de küresel ölçekte hissedilen bir ekonomik kriz algısı hakim. Gerek fiyatların artışı, gerek gelişmekte olan ülkelerin para birimlerinde yaşanan değer kaybı gerekse alım gücünde yaşanan düşüş bu algıları kuvvetlendirmekte. 

Özellikle erken seçim takvimi dolayısı ile Türkiye'de bu algının ateşi ile daha fazla oynanmakta, halkta bir korku ve panik havası yaratılmak istenmektedir. Ancak görüyoruz ki asıl ateş Avrupa'nın kalbi Fransa'da çoktan yanmış bile. Nisan ayından beri Fransa'da birçok kamu kurumu çalışanı hükümetin ekonomi politikalarını, fiyat artışlarını yani kısaca ülkelerindeki ekonomik krizi protesto etmek için grevdeler. Birkaç gün önce ise grevlerin sokak gösterilerine ve hükümete karşı protestolara doğru evrildiğini görüyoruz. 

Diğer yandan dolar karşısında en çok değer kaybeden gelişmekte olan ülkeler ise; Türkiye, Rusya, Brezilya, İran, Malezya, Hindistan gibi hem bölgesel hem de küresel güç olma yolunda emin adımlarla ilerlerken aynı zamanda Amerikan hegemonyasına da zarar verecek iç ve dış politikalar üreten bu ülkeler olmuştur. 

Türkiye özelinde bakacak olursak, Suriye meselesinde ABD'yi dışarıda bırakan üçlü zirveler hem bölgesel barışı sağlayarak yıllarca ABD'nin yanlış politikalarının önüne geçmiş hem de Suriye ekseninde bölgesel gücünü kırmıştır. Bunun yanı sıra İsrail'deki Amerikan Büyükelçiliği'ni Kudüs'e taşımayı amaçlayan Amerika'ya karşı Türkiye'nin olağanüstü çabaları sayesinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda Amerika'ya 128 ülke karşı çıkmış bu da Amerika'nın küresel hegemonyasını zedelemiş ve bölgede arabuluculuk rolündeki Amerika'yı güvenilmez bir müttefik durumuna sokmuştur. Son olarak ve tabi ki en önemli parametre olarak Türkiye-İran-Rusya üçlüsü başta olmak üzere Hindistan, Malezya ve bazı diğer ülkeler aralarında yaptıkları ekonomik ve ticari anlaşmalar ekseninde dolara karşı kendi milli paraları ile ticaret konusunda anlaşmış, bu da her yıl dolardan yüz milyarlarca dolar gelir elde eden Amerika'yı bir hayli zor duruma sokacak bir adım olmuştur.

Tüm bu gelişmeler neticesinde ülkemiz başta olmak üzere küresel ölçekte ortaya koyulan bu kriz algısının tamamı demesek de büyük çoğunluğunun amacının ve ortaya çıkış noktasının aynı yer olduğunu söylemek mümkün olmaktadır. Doların bu kadar değer kazanması ekonomide 'balon' diye tabir edilen ve bir süre şişip havalandıktan sonra doyum noktasına ulaşan ve sonrasında hızla çakılarak yok olan değer olarak görülebilir. Evet dolar yükseliyor! Ancak dolardaki bu artış aynı zamanda dolara karşı uygulanan politikaları da aynı oranda netleştiriyor ve dolar hegemonyası her geçen gün azalıyor.