Ertesi sabah her şey Tabur Komutanının dediği gibi oldu. Kaledeki savunan kuvvetlerin teslim olmayacağına kanaat getiren Rum ve Yunan kuvvetleri harekete geçer. Barış Gücü Subayını teslim olmaları için Türk karargahına gönderirler. Barış Gücü Subayının adı Yarbay Felix’tir ve çok iyi Türkçe konuşmaktadır. Yarbay Felix, İsveçli bir subaydır ve ülkesinde üniversitede Türkoloji okumuştur, Türk Milletine karşı derin bir saygı ve sevgisi vardır. Türk ve Rum askeri güçlerinin arasında hem asker hem de silah gücü olarak dengesizliği gördüğü için Sadi Oğuz Bey’den ısrarla teslim olmalarını, aksi takdirde sivil halkla birlikte hepsinin Rum ve Yunan askerlerince katledilmelerini engellemeye güçlerinin yetmeyeceğini söyler.
Tabur Komutanı Sadi Oğuz Bey, Barış Gücü İrtibat Subayına şu cevabı verecektir:

“Yarbayım. Akdeniz’in öte tarafında bizi buraya gönderen yüce bir Türk Devleti var. Devletimiz bize düşmanı çok gördüğünüz zaman gidip onlara teslim olun demedi. Bilakis, kanımızın son damlasına kadar savaşmamızı emretti bize. Ben bir askerim. Kanımın son damlasına kadar da çarpışırım, gerekirse bu yolda ölürüm, fakat asla teslim olmam.”
Türklerin teslim olmayacağını anlayan Yunanlı General, bu defa güçlerini Girne’ye aktarmak ister ve bu yönde harekete geçer ki, işte, kıyamet o anda kopar. Sadi Oğuz Bey, ilk atış komutunu sabah saat 08.00’de telefonla, hattın diğer ucundaki -kale dışındaki bölge- Sakarya Bölük Komutanı Kadir Bayraktar’a verir. “Mağusa Mücahit Birlikleri, bölgemizde muharebe başlamıştır, hedef düşman konvoyudur, ateş serbest. Gazanız mübarek olsun!”
Bu Sadi Bey’in Mağusa’da verdiği ilk savaş emriydi. İlk ateşi ise Girne’ye ulaşmak üzere harekete geçen konvoyun yolunu kesmek için Sakarya Bölgesindeki Mücahit Komutanlardan Kadir Bayraktar açıyordu. Sakarya Bölük Komutanı Kadir Bayraktar, yolun kenarına doğru ilerleyip elindeki 2.36 inçlik roketatarı omuzlayarak en öndeki düşman aracına doğrulttuktan sonra aracın benzin deposuna nişan alır, “Ya Allah, Bismillah…”diyerek asılır tetiğe. Aracın benzin deposunun isabet almasıyla meydana gelen patlamanın ardından isabet alan araç yanarak devrilirken arkadan gelen araçların da yolunu tıkar.  Hem sur üstündeki mevzilerden hem de Sakarya, Baykal bölgesindeki Mücahitlerce açılan ateş sonucunda kısa bir süre içinde düşmana bir hayli zayiat verdirilmişti. Yedikleri bu ilk darbe ile birlikte Rum ve Yunan kuvvetleri büyük bir şoka girmiştir. Bu beklenmedik saldırı karşısında düşman kuvvetleri yerlerinden kıpırdayamasalar da bu sefer ateş güçlerini başta Mağusa Kalesi olmak üzere kale dışında Mücahitlerce savunulan Sakarya, Baykal ve Karakol bölgelerine yönelterek bu bölgeleri yoğun bir topçu, havan ve tank ateşi altına alırlar.
Kaleyi savunmak pek o kadar zor değildir fakat sur dışındaki bölgelerde ikamet eden halkın can güvenliğinin sağlanması gerekmektedir. Yoksa Sakarya, Baykal ve Karakol bölgesindeki sınırlı sayıdaki güçlerimizin alacağı hiçbir savunma tertibatı düşmanın bu yoğun topçu ateşi ve taarruzları karşısında halkı koruyabilmek için yeterli gelmeyecekti. 20 Temmuz gecesi yapılan bir operasyonla gece karanlığından da istifade edilerek surların dışındaki Türkler Mağusa kalesine çekilir. Bu çekilme sırasında yaklaşık 2.000 Türk aile, kale hendeği ile surdışında TMT’nin kurucularından Dr. Burhan Nalbantoğlu’nun kız kardeşinin evinin bahçesi arasında 1966 yılında inşa edilmiş olan 65 metre uzunluğundaki tünel vasıtasıyla çekilir ki bu tünelin fikir babası Dr. Burhan Nalbantoğlu, mimarı ise Mimar Osman Saner Beydir. -Bu tünelin inşa hadisesi çok önemlidir ve bir yazımda da bu konuyu ele alacağım-

Düşmana kuvvet kaptırmadan çekil emrini uygulayan Sakarya bölüğü, gecenin karanlığından da istifade ederek düşman mevzilerinin içinden geçirdikleri halkla birlikte surların içine ulaşmayı başarır f akat en zorlu çekilme Karakol bölgesinde yaşanır. Çekilmenin ardından düşman kuvvetlerinin bir süre daha surların dışındaki mahalleleri topçu ve havan ateşi altında altüst edişlerini seyreder kaledekiler, ta ki Barış Gücünün Rumları uyarmalarına kadar; “Türkler sur dışındaki mahallelerden çekildi, hala neden bu bölgelere ateş ediyorsunuz ki!” der Barış Gücü yetkilileri.
Birinci harekat süresince çok zor günler geçirir kaledeki Türk halkı. Sur dışındaki bölgelerden çekilen Türk ailelerle birlikte suriçindeki nüfus bir anda ikiye katlamış ve 10.000 kişiye ulaşmıştır. Kale bedenlerindeki sığınaklara yerleştirilen halk düşmanın top ve havan atışlarıyla suriçinin yangın yerine dönmesinin yanında açlık ve susuzluk tehlikesiyle de karşı karşıyadır. Bunun tek çözümü vardır, o da, limanı ele geçirmek ve limandaki ambarlarda mevcut gıda maddelerinin kaleye aktarılmasıdır. Sadi Oğuz Bey, Mücahitleri arasından oluşturduğu iki timle limana girer ve limanı ele geçirir. Kalede yaşayanlar geçici de olsa açlık ve susuzluk tehlikesinden bu sayede kurtulur. Birleşmiş Milletler Barış Gücü Kurmay Başkanı İngiliz Tuğgeneral Hen, Barış Gücüne ait 12 zırhlı araçla, İngiliz, İsveçli, Finlandiyalı ve Kanadalı personelden oluşan karma birliğin başında limanın önüne gelir ve Mücahitlerden limanı Barış Gücüne teslim etmelerini ister fakat buna olumlu bir yanıt verilmez.

14 Ağustos sabahı saat 10.30’da Bayraktarlıktan mesaj gelir. Mesajda; “Sakın gelen birlikler sizi aldatmasın. Gelenler Yunan ve Rum birlikleridir. Tanklarının üzerine Türk Bayrakları çekip Türkçe konuşmaktadırlar. Bu bir savaş hilesidir, bu yolla savunan bölgelere girmeye muvaffak olmaktadırlar. Murat Ağa, Akpınar ve Atlılar köylerinde gerçekleştirdikleri katliamlar hep bu şekilde uyguladıkları hile ile yapılmıştır. Aynı durumlar Limasol ve Larnaka’daki bazı köylerde de vuku bulmuştur. Sakın ola ki bizden aksi bir emir almadıkça gelen birlikler hiçbir şekilde dost kabul edilmesin. Son merminizde tükenene kadar bölge savunulmaya devam edilecektir” denilmektedir.

Düşman ateşi had safhadadır ve kalenin içi gibi liman da yanmaktadır, binaların ilk isabet alan üst kısımları ve çatılar cayır cayır yanar. Surların çevrelediği bir ateş potasının içinde endişeyle feryat eden halkın durumu çok kritiktir. 

14 Ağustos gecesi ilk Türk birliği olarak Sadi Oğuz Bey’in Harp okulundan sınıf arkadaşı olan Kıdemli Üsteğmen Erdoğan Acar, emri altındaki dokuz kariyerden oluşan keşif birliğiyle Mağusa kalesine ulaşır. Aslında onun görevi Türk ordusunun ilerleyişi öncesi harekat bölgesinde silahlı bir müsademeye girmeden keşif yapmaktan ibarettir fakat Mağusa’ya yaklaştığında ateşler içindeki kaleyi görür ve inisiyatif alarak ağır silahları olmamasına rağmen düşman birliklerine zayiat da verdirerek kaleye ulaştırır birliğini.
Artık Kıbrıs’ta yaşayan Türkler için aydınlık günler başlamıştır.

“Tarihten bir sayfa, tarihe bir sayfa”

     Uzun bir aradan sonra haftalardır silah tutan eli nihayet kalem tutmaya muvaffak olmuştu Oğuz Üsteğmenin. “Tarih muhakkak yazacaktır bizi fakat bizim de tarihin sayfalarına düşmemiz gereken birkaç not var elbet!” demişti eline alırken kalemi.
     Sonra yavaş yavaş yazmaya başladı. 
     Önce dudaklarından kelimeler döküldü, sonra cümleler aktı kâğıdın üzerinde gezdirdiği kaleminden. Top sesleri, tank, tüfek sesleri arasından sıyrılarak koşup gelen Mağusa savunmasının kahramanları şehitler, gaziler, gelip birer birer aktı kâğıdının üstüne..

     16 Ağustos 1974 – Mağusa Kalesi

     Harp tarihi hiçbir ordunun askerinin bu kadar heyecan ve aşkla düşmana saldırdığını ve görevini bir ibadet vecdi ile yaptığını kaydetmemiştir.

     Kahraman Türk ordusu en kritik bir zamanda Mağusa düşmek üzere iken yetişmiş, 10.000 kişilik Mağusa halkını mutlak bir katliamdan kurtarmıştır. Diğer yandan kahraman ve fedakâr Kıbrıs Türk Mücahidi ve Kıbrıs Türk halkı Mehmetçik yetişene kadar hürriyetini ve Mağusa’yı düşmana teslim etmemiştir. Bütün Mağusa halkı tek bir vücut olmuş, el birliği ile Mağusa’yı savunmuştur.
     Sancaktarlık bünyesinde açılan seferi hastanede Dr. Derviş Eroğlu, Dr. Ertuğrul Hasipoğlu, Dr. Ali Atun, Dr. Kelami Atun ve tatile gelen birçok genç doktor adayı gecesini gündüzüne katarak imkânsızlıklar içinde ameliyatlar yaparak 264 yaralımıza şifa dağıtmışlardır. Mağusa’nın bu seçkin doktorları yeri gelince sur üstüne çıkmışlar, düşmanla ateş muharebeleri de yapmışlardır. Ayrıca Rum esirlerini de hiçbir ayırım gözetmeden muayene ve tedavi etmişlerdir.

Mağusa’nın fedakâr kadınları bulabildikleri erzaklardan yaptıkları yemekleri mevzilere taşımışlar, eşlerine ve Mücahit evlatlarına destek olmuşlar “Bizi bu zalim düşmana bırakmayın” diye kendilerine namus görevi vermişlerdir. 80 yaşın üstünde dedeler mevzilerde sabahlara kadar nöbet beklemişlerdir. Lala Mustafa Paşa Camii Din Görevlisi Hüseyin Akil ön cephede kahramanca çarpışırken şehit olmuş, Türkiye’den gelen Din Görevlisi Mehmet Ali Bilgin, sarığı ve cübbesi ile ateş altında mevzilerde dini telkinlerde bulunarak mücahitlere moral vermiştir. Mağusa savunması bütün maddi noksanlıklara rağmen halkın birlik olması ile bütün güçlükleri yenebileceğinin bir ispatı olmuştur. Mağusa zaferi bütün Mağusalıların kahramanca direnmelerinin bir sonucudur.

Üsteğmen Oğuz Kalelioğlu
Mağusa Mücahit Tabur Komutanı

12 Ekim 1983
Genelkurmay Başkanlığı Karargâhı Orbay Salonu

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Nurettin Ersin Paşa. “Oğuz Kalelioğlu’na madalyasını ben takacağım” der ve sözlerine şöyle devam eder. “Çünkü bu genç Subayımız Kıbrıs Barış Harekâtının seyrini değiştirmiştir! Düşman, bizim çıkarmayı Mağusa’dan yapmamızı bekliyordu. Bu sebeple bütün gücüyle buraya yüklendi. Biz, bu Subayımız bize 72 saat kazandırabilirse görevini başarıyla yapmış sayacaktık. Oysa o bize 1 ay kazandırdı. Oraya 8.000 kişilik düşman ordusunun bağlanmış olması bizi rahatlatmış, çıkarmamızı kolaylaştırmıştır. Yaptığı harekâtın faydalarını söyleyeyim sizlere;
1) Düşmanı üzerine bağlayarak, bizim çıkarmamızı kolaylaştırdı.    
2) 10.000 kişilik Mağusa halkını katliamdan kurtardı. 
3) Mağusa limanına taarruz etti ve en önemli derin su limanını ele geçirdi.

Biz bu Subayımız için ne yapsak azdır. Hakkını ödeyemeyiz, madalyasını ben takıyorum”

devam edecek…