Medeniyet ve kültürün ana merkezini birey oluşturur. Birey aynı zamanda toplumun en küçük parçasıdır. Toplum, aynı kültürden ve medeniyetten beslenen insanların birlik ve beraberlik içerisinde belli kural ve kavramlar kapsamında bir arada yaşama ve var olma becerisini gösteren insan topluluğunu ifade eder.

Bunun tam tersinde olabilir. Şöyle ki, farklı medeniyet ve kültürlerden oluşan insanlarda birlik, beraberlik içerisinde bir arada yaşayabilir. Toplum, birlikte yaşama yasalarına hakim olmayıp, yasalar toplum üzerinde otorite sahibidir. Birey ve toplum kamu düzeni denen bu yasalara uymakla mükelleftir. Toplumun hayatına nasıl yön vereceğini ilmi veriler doğrultusunda belirleyen medeniyeti, toplumda çeşitli sorunların çözüm noktasında ortaya koydukları seçeneklerin süreç içerisinde sabit birer değer haline gelmesi ve toplumun tamamından kabul görmesi ise kültürü oluşturmuştur. Medeniyetin var oluşu düşünceye, düşüncenin var oluşu ise felsefeye bağlıdır. Bu anlamda bir zihniyetin ve düşüncenin doğması, gelişmesi ve yükselmesi felsefe okumaya değil, felsefe yapmakla ilgilidir. Bilinen ve uluslararası tanınan bir felsefecimiz olmasa da, bu ülkede bir şekilde felsefe yapılmaktadır. Burada insanın aklına şu soru gelebilir; neden felsefe? Çünkü felsefe birey de ve toplumda, düşüncenin doğması ve gelişmesinin ana kaynağıdır. Birey ve toplum bu sayede düşünce sömürüsün den, ekonomi, siyaset, din, kültür ve şahsiyet sömürüsünden kurtulup, özgür birey ve özgürlükçü bir topluma dönüşür. Düşünce yoksa, özgürlük yoksa, demokraside yok demektir. Zira birinin olmadığı yerde diğeri de olmaz. Bir ülkede yönetim, idare sistem, kanunlar değişebilir. Bunların değişimi sadece ülke yönetimi ile ilgili olup, sonuçları toplumsal düşence düzeyini yükseltmez veya toplumu daha özgür yapmaz. Sağlıklı bir toplumun oluşabilmesi, düşünce hürriyeti ve bunun özgürce ifade edilmesi ile alakalıdır. Ülkemizde ve birçok üçüncü dünya ülkelerinde gerçekleşen kalkışma ve darbeler, kamu idaresinde veya toplumun bir kesiminde oluşan tek düze bir düşüncenin toplum adına meşru sayılması sonu olmuştur. Ben böyle düşünüyorum. Bu doğru ve herkes için geçerlidir anlayışı, her zaman ve her toplumda çok tehlikeli sonuçlara neden olmuştur. Medeniyet ve kültür insan hayatına anlam veren ve insani yücelten değerler topluluğu olup toplumun vazgeçilmez unsurlarını teşkil ederler. Toplumların değerlendirilmesi, bu unsurların toplum içerisindeki işlevi ve işleyişinin göstergelerine göre katagorize edilir. Bu veriler doğrultusunda kültür ve medeniyet açısından toplumlar birbirinden ayırt edilir. Bir toplumda medeniyet ve kültür varsa, o toplum vardır. Medeniyet ve kültürü olmayan toplumlar, zaman içerisinde kimlik değiştirmeye veya yok olmaya mahkumdur. Bu nedenledir ki, medeniyet ve kültür bir toplumun ırk birliğinden hudut birliğinden daha önemli özellik taşır. Bu millet tarihin akışı içerisinde birçok badireler atlattı. Yok olma noktasında küllerinden yeniden filizlenip yeşerdi. Süreç içerinde imparatorluktan cumhuriyete geçmiş olsa da, tarih sahnesinde silinmeden varlığını devam ettirmeyi başardı. Bu azim ve gayret bugüne kadar var olduğu gibi bundan sonrada var olmaya devam edecektir. Yeter ki, biz kendimize münhasır özelliğimiz olan Kültür ve Medeniyetimize sahip çıkalım.