Kadınlara önem verilmeyen bir dönem idi. Doğan kız çocukları diri diri toprağa gömülen bir dönem. Hayvanlar çatlarcasına yüklenilip onlara acınmayan bir zaman. Tokluğunda hamurdan yaptıkları putlara tapınılan, acıktıklarında kendi elleriyle yaptıkları putların yenildiği bir devir. Her mevsime ve her etkinliğe bir put uydurmuş, cahilce tapınılan bir zaman penceresi görülüyor. Hacer-ül Esved diye bilinen Cennetten gelen Taş, parlak durumunu, bu cahillerin günahkâr elleriyle simsiyah haline dönüştüğü karanlık bir asır.

Bütün bu insan dışı olayların tepesine bir güneş doğdu. O güneş ki sadece o beldeyi aydınlatmamış, bugün tüm dünyaya yayılmış bir güneş.

Bu Güneş, İslam dininden başka bir şey değildi.
Tüm cahilliklerin son bulacağı bir çözüm ile Mekke´de bu güneş doğmaya başlamıştır. Bu çözüm; ikra´dır. Yani oku emri ilahisidir.
Oku ki, bebeleri diri diri gömmenin bir vahşet olduğunu öğren. Oku ki, Annelerin değerini kavra. Çünkü Cennet onların ayakları altındadır. Oku ki, bir Hayvana bile değer veren bir dini tanı, Oku ki, seni, beni ve her şeyi yaratanın BİR olduğunu idrak et. Oku ki, Allah´tan başka ilah olmadığını gör.

Böylece Mekke´de iman doğmuştur. Artık Mekke çok değerlenmişti. Daima değerliydi, lakin tüm karanlık olaylar Hacer-ül Evsedi nasıl kararttıysa, tüm bu çirkinlikler Mekke´nin değerini de bir gölge ile kaplamıştı. Allah (c.c.) lütfü ile iman Mekke´de tekrar doğmuştur.
Âlemlerin Rabbi, bu Güneşi herkesin kalbine tebliğ etmek üzere, güzellerin en güzelini, seçilmişlerin en seçilmişini, her şeyi onun yüzü suyu hürmetine yarattığı, Habibini memur etti.

Şimdiden sonra, olaylar olayları, işkenceler işkenceleri takip edecekti. Ondan önce son bir hamleye girişti müşrikler. Tüm Mekke´yi ayakların altına serdiler ki, Peygamberimiz davasından vaz geçsin.
Tebliğ ettiği güneşin nuru kalpleri aydınlatıyordu çünkü. Putlar değersizleşirken, insan ve hakları değer kazanıyordu. Âlemlere rahmet olarak gönderilenin cevabı şöyle oldu: “Bir elime güneşi, diğer elime ayı verseniz, yinede bu davadan vazgeçmem”. Yani dinimizi anlatacağım, tüm dünyayı verseniz anlatmaktan vaz geçmeyeceğim diyerek müşriklere resti çekmiştir.

Mal ve mülk ile Resulullah´ı durduramayacaklarını anlayan müşrikler asıl maharetlerini yapmaya başladılar. Vahşet!
Zayıf olan Müslümanları toplayıp onlara akıl almaz işkenceler ile imanlarından tekrar küfre dönmelerini sağlamak istiyorlardı.

Peygamberden ruhsat gelmesine rağmen

Peygamberimizin, çekilen işkenceler karşısında, yalandan “imandan döndüm” deyip “sonra tekrar imana kavuşursun”, demesine rağmen, bir kişi bile Allah´ı yalanlamadı. İşkenceler içersinde can vermeyi ve sakat kalmayı tercih ettiler.

Ey müslüman evladı! Sen Allah için bir tokat yedin mi ömrü hayatında? Küffar eskiden işkenceler yaparak imandan etmek istiyorlardı ve başaramamışken, bugün, çeşitli yollar ile imanını almak istiyorlar, görmüyor musun?
Bir avuç ümmet, işkencelere kurban gitmesin diye, hicret emri gelmiştir. Allah´ın, iman edenlere seslendiği şehri, Beytullahı, evini yurtlarını, doğdukları şehri, ailesini yuvasını terk ermek zorunda kaldılar. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Mekke´den çıkarılırken yaşlı gözlerle Mekke´ye dönmüş, “Ey şehir, senden çıkarılmasaydım, vallahi seni asla terk etmezdim” demişti.

Yıllar yılları kovaladı, Bedr ve Uhud gibi savaşlar yaşandı. Acı ve tatlı günler yaşandı. Yaşandı ama bir hasret vardı ki yüreklerde dinmek bilmiyordu. O da Mekke idi.

Müşriklerin bozduğu Hudeybiye anlaşması neticesinde artık Mekke´nin şirkten kurtulması, Kâbe´nin putlardan temizlenmesi gerekiyordu. Yürekleri dağlayan o hasretin dinmesinin vakti gelmişti.

Mekke fethediliyor

Resulullah efendimiz 10 bin kişilik muazzam bir ordu ile Mekke´ye doğru yürümeye başladı. Yolda orduya katılan müslümanlar ile bu sayı 12 bine kadar yükselmişti.
Bu zamana kadar Müslüman olduğuna müşriklerden gizlemiş ve Mekke´de Peygamberimizin gözü kulağı olmak için ikamet eden Peygamber amcası Hz. Abbas, artık görevi bitmiş olmasıyla, Mekke´den Medine´ye hicret ederken yolda olan orduya katılmıştır.
Resulullah (s.a.v) o an çok sevinip, “Peygamberlerin sonuncusu ben oldum, muhacirlerin sonuncusu da sen” diye iltifatta bulundu.

Artık Mekke´nin fetih günü gelmiştir. Bu gün bir dönüş günü idi. İman´ın doğduğu beldeye dönüş. Allah´ın (c.c.) insanlara ilk kez seslendiği beldeye dönüş günü. Vuslat´a erme günü idi.
Sekiz yıl önce, yurdundan üç kişilik bir kafile ile nasıl ayrılmıştı, şimdi nasıl bir ihtişamla dönüyordu? Mağrur bir fatih gibi değil, son derece mütevazı bir halde, başı secde eder gibi, devenin boynuna yapışmış, tesbih, tehlil ve duâ ile, Cenabı Hakk´ın sonsuz lütuflarına şükrederek, ilerliyordu.

Fetih ordusunun karşısına Mekke yolunda, yeni doğurduğu yavrularını emziren bir dişi köpek çıkar. Hz. Muhammed (S.A.Ş.) arkadaşlarından Cuayl b. Suraka´yı görevlendirir; ordu geçinceye kadar, o, dişi köpekle yavrularının başında bekler, rahatsız edilmemelerini sağlar. Mekke´nin fethini sağlayan da işte bu ruhtur.

Mekke´ye girişlerinde Resulullah efendimiz (s.a.v) şu 3 kuralı Müslümanlara tembih etmiştir.

1) Her kim Ebû Sufyan´ın evine gelirse, emniyettedir.
2) Her kim silahını bırakır, evine kapanırsa, emniyettedir.
3) Her kim, Harem-i Şerîf´e sığınırsa, emniyettedir.

Kâbe etrafında 360 put vardı. Bunların en büyüğü olan “Hubel” Kâbe´nin üstüne konulmuştu. Diğerleri Kâbe´nin etrafına ve içine yerleştirilmişlerdi. Rasûlullah (s.a.ş.) değnekle bunları itiyor, her birini bizzat deviriyordu. Putlar yıkılırken:
“Hak geldi, batıl yok oldu, esasen batıl yok olmağa mahkûmdur” diyordu. Bu sırada bütün Kureyş Kâbe etrafına toplanmış, sabırsızlıkla, haklarında verilecek hükmü bekliyorlardı. Ve hüküm verilmişti:

“Haydi gidiniz! Hepiniz serbestsiniz” diyerek tarihi kararını açıkladı.

İşte bu kararıyla Peygamberimiz (s.a.v) İslam´da nefs için kin ve intikama yer olmadığını açıkça ortaya koymuş, Müslümanların amacı Allah´ın rızasını kazanmaktan ibaret olduğunu göstermiş oluyordu.