Geçen hafta dünyanın en büyük mobilya organizasyonu olan İSALONİ 07 fuarındaydık. İtalya´nın yaklaşık 1 buçuk milyon nüfuslu Milano şehri adeta festival alanı gibiydi.

Türk mobilya sektörünün yakından takip ettiği fuar organizasyonuna katılım her zamanki gibiydi. Yüzlerce İnegöllü müteşebbis, özel uçak organizasyonları ve bireysel katılımlarla soluğu Milano´da aldılar. Türkiye´nin dünyaya açıldığı en önemli kalemlerinin başında gelen mobilya sektörü için İtalya önemli bir yer. Yaklaşık 12 milyar dolarlık ihracatıyla Çin ve Almanya´nın ardından 3. Sırada. Ancak İtalya´yı İtalya yapan en büyük olgu, tartışmasız eşsiz tasarımları olmuştur. Genelde tüm dünya ülkelerine ilham kaynağı olan İtalyan tasarımcılar, ülkelerini mobilyanın moda başkenti olarak kabul ettirmeyi başarmışlar.

Ülkenin neredeyse tüm şehirlerinde popüler moda tasarım okulları yer almakta. Oldukça renkli bir şehir olan Milano, adeta küçük bir dünya gibi.

Ancak Avrupa gibi yaşlanmış burasıda. Genç nüfusu görmek neredeyse imkansız. Bir kere bebek ya da çocuk göremiyorsunuz sokaklarında. Geleceği olmayan bu şehri ayakta tutan ise Roma imparatorluğunun bıraktığı eşsiz bir tarih. Buram buram tarih kokuyor her yer. Katedrali, kiliseleri, ip gibi dizelenmiş evleri, konakları ve devlet binaları sizi unutulmaz bir yolculuğa sürüklüyor.

Tarihiyle bu kadar övünen ve tarihine bu denli sahip çıkan bir ülke gördüğünüzde kıskanmamak elde değil. O an her şeyi unutup ülkeniz aklınıza geliyor. O tarihi nasıl yok ettiğimiz, bize miras bırakılan eserlerin nedenli ucube binaların arasına sıkıştırıldığı canlanıyor hemen. O dudaklarımdan isyan cümleleri çıkıveriyor.

İlk olarak İtalya´ya 2010 yılında gitmiştim. İtalya ile Türkiye arasında sıcak ilişkiler vardı. Hükümetin başında Berlusconi ile dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan´nın dostluğu parmak ısırtır cinstendi. Bu nedenle hangi İtalyana sorsak Erdoğan´a sempatik bakıyorlardı. Ancak bana göre de çeşitli entrikalarla görevden uzaklaştırılan ve hapse atılan Berlusconi, İtalya´nın çöküşünü hazırlayan yeni isimlere emanet edildi. Zamanla Türk düşmanı ellere geçen hükümetler, medyayı da kullanarak Türk sempatizanlığını tersine çevirmeyi başardılar. Bugün sorduğumuzda ise Erdoğan´a ve Türkiye´ye karşı katı ve soğuk durduklarını gördük. İtalyan gazeteleri fırsat buldukça Erdoğan düşmanlığı yapıyorlardı. Niye diye sormamıza gerek var mı? Elbette yok..

Tabi bu ülkeye gidipte gurbetçileri bulmadan olmazdı her zamanki gibi. Geleceğinden kaygılı olan işletme sahibi Türkler, korkularından Hayırcı olmuşlar. Çalışanlar ise Evetçi.

Yaklaşık 40 dakika uzaklıktaki İsviçre´de de benzer durum var. Sınır kapısında İsviçre polisinin yüzünde ki ifadeden bazı şeyleri anlamak zor olmuyor. Bir süre bizi oyalayan polis, araştırmalardan bişey bulamayınca sorular sormaya başlıyor. Bu uygulamalara önceden hiç şahit olmadığımız için bizlerde homurdanmaların olması da çok normal oluyor tabi. Yani kısacası birilerini rahatsız ettiğimiz gün be gün ortada.

Şimdi gelelim Milano´da ne olduğuna.. Faşist Mussolini´nin ülkesinde mobilya sektöründe tam bir hayal kırıklığıyla karşılaşıyoruz. O eski hava yok. Yeni şeyler görme umuduyla gelen mobilyacı esnafı adeta avucunu yalıyor. Tam bir fiyasko..

Buna rağmen hepsi bir detay peşinde koşuşturdular. Ancak farkında olmadıkları en büyük gerçek İnegöl mobilyasının geldiği yerdi. Çok değil, 7 yıl önce ki fuar gezilerinde işadamlarımız İtalya bizden 20 yıl önde gidiyor diyorlardı. Bizim on´lardan alacağımız çok ders var diyenleri hiç unutmuyorum. Şimdi ise bu fark inanılmaz derecede kapanmış görünüyor. İnce detaylar dışında İnegöl mobilyası neredeyse İtalyan mobilyalarıyla yarışır duruma geldi.

Öncelikle bence gurur duymamız gereken ve önemli derslerin çıkarılması gereken durumlar var. Peki bunlar neler? Önce artılarımızı dile getireyim..

1-    Mobilyada kalite artıyor
2-    Tasarımda iyi yoldayız.
3-    Fiyat açısından rekabet edebilecek güçteyiz
4-    Lojistik anlamda güçlüyüz.
5-    Ödeme kolaylığı konusunda esneğiz
6-    Daha kolay ulaşılabiliyoruz.

Sektörel anlamdaki dezavantajlarımıza gelirsek;
1-    İslamafobinin yaygın olması
2-    Gümrük vergileri
3-    Dış Ticaret elemanlarının rakiplerini karalayıcı propagandası
4-    Yurt dışı mağazalarının yaygın olmaması
5-    Üretici firmalarının kapasitelerinin küçük ölçekli olmaları
6-    Taklitçilik
7-    Garanti ve Satış Sonrası Hizmetteki eksiklikler

Tabi  artı ve eksi yönler yazmakla bitmez. En çok bilinen bazı konuları yazmak istedim sadece. Ama bana göre en çok tartışılması gereken konu markalaşmak. Eğer markalaşamazsak ve ürünlerimizi iyi teşhir demezsek eskiden her yıl %25´ler seviyesinde yaşanan büyümeleri tekrardan yakalamamız zor olur. Bizim 1000 Avro´ya sattığımız bir ürünün aynısını eğer İtalyan mobilyacılar 8500 Avro´ya çatur çutur satıyorlarsa burada biraz düşünmek lazım.

Durum böyle olunca aklıma bir fikir geldi. Bence biz İtalyanların en büyük çözüm ortağı haline gelebiliriz. Bakın otomotiv , teknoji ve tekstil sektörünün devleri yatırımlarını işçiliğin ucuz olduğu ülkelere kaydırdılar. Bu niye mobilya alanında da olmasın? Bugün bu pastadan sadece Çin ve Endenozya faydalanıyor. Bence İtalyan firmalarla kontak kurarak ciddi ve karlı bağlantılar yapılabilir. İnegöl, dünyanın mobilya üslerinden biri haline gelebilir. Eminim ki gün gelecek bir babayiğit çıkacak ve İnegöl´ü uçuracaktır. İşte o babayiğit İnegöl tarihine adını altın harflerle yazdıracaktır.

Saygılarımla..