Tembel insan hayatta hiçbir yere varamamış, ideali sıfır olan insan demek. Her ne kadar uğraş elde etse de miskinliğinden asla vazgeçemeyen, sürekli birilerinin sırtından geçinmeye çalışan biri dirler.

Birçok atasözü böyleleri için söylenmiş olsa da ne yazık ki bu kişiler adeta bir bağımlı gibidirler. Çalışmak onlar için bir angaryadır. Tembellik onları esir almıştır. Bazıları da tembellikte öylesine ileri gitmiştir ki yaşamının büyük bir bölümünü yatarak geçirmektedir. Böyleleri her şeyi önlerine gelmesini ister. Yemeği, suyu v.s hep önlerine gelmesini ister. İş yapmaya gelince ise dünya adeta başlarına yıkılacak gibi olur. Hemen başlarlar şikayet etmeye. Yapılan araştırmalara göre böyle insanların yaşamlarının uzun olmadığı gözlenmekte ve çok çabuk hasta olduğu da belirtilmiştir.

Söz tembellikten açılmışken aklıma güzel bir fıkra geldi. Gelin hep beraber bu fıkra ile azıcık gülelim:

Bir adamın tek bir oğlu varmış. Oğlunun okuyup iyi bir ressam olmasını istermiş. Ne var ki çocuk çok tembelmiş. İte kaka liseyi zar, zor bitirmiş. Babasının büyük gayretleri ile resim yapmasına hayli çaba sarf ederek oğlu sayılı ressamlar arasına girmiş. Ressam gündüzleri uyuyup güneş batımına yakın uyanarak tuvalin başına geçip resim yaparmış. Resimleri çok güzel olmasına rağmen onları bile sergilemeye üşenen tembel ressamın imdadına yine babası yetişip bir salon kiralayarak oğlunun yaptığı resimleri sergilemeye koyulmuş.

Sergiyi gezen sanatseverler den iki arkadaş bir tablonun önüne gelip fikir beyan ederler. Biri:

Şu tablo diğerlerinden çok farklı! Güneşin doğuşunu bu kadar güzel çizmek büyük bir sanat doğrusu! Gerçekten bayıldım.” Der. Diğer arkadaş gülerek:

“Çok yanlış görüyorsun üstat. O tabloda gördüğün manzara; güneşin doğuşu değil. Güneşin batışıdır.” Diğeri şaşırarak sorar:

“Nereden biliyorsun? Baksana tabloda ki gölgeler ve ışığın yansıması hepsi grup manzarasını andırıyor. “ diğeri yine tebessüm ile cevap verir:

“Ben ressamı çok iyi tanıyorum arkadaş onun güneşin doğuşunu çizebilmesi için sabah çok erken kalkması gerekir:” diğeri biraz kızgın:

“Ne yani sen ressamın erken kalkmadığını mı ima ediyorsun?”  arkadaşı gülerek cevap verir:

“Evet, yıllardır bizim apartmanın üçüncü katında yaşar. İkindiye kadar uyur sonra balkona çıkar tuvalinin önüne geçip başlar resim yapmaya. Daha onca senedir onun erken kalktığına şahit olmadım.” Der.

İşte bu güzel fıkrada da belirtildiği gibi ite kaka bir işe başlayan birinin tembelliği yaptığı işe yansımasına güzel bir örnek değil mi?

Hayatı dolu, dolu yaşama yerine uyuyarak ve miskinlik yaparak geçirmek kadar kötü bir şey var mı? Hayat öylesine kısa ki insan uykuda geçirdiği günlere yanması gerekirken bütün gününü tembelliğe harcayanlara insan gerçekten hayıflanıyor doğrusu.

Ne diyelim bu da sigara, içki, kumar gibi bir alışkanlık olsa gerek.

Oysa: “İşleyen demir pas tutmaz!” atasözü de böyleleri için söylenmemiş midir? Çalışmak ve karşılığında elde ettiği değeri harcarken mutlu olmak kadar güzel bir duygu var mıdır? Gece hayatı yaşayanlar gündüz uyuyarak geçirenlerin birçoğu sağlıksız ve huzursuzdur. Tembellik bir zamandan sonra hastalığa dönüşür. İşte bu hastalıkların başında da “Obezite” gelmektedir. Oysa çalışan ve sürekli hareket halinde olan kişiler sağlam yapılı ve sağlıklı kişilerdir.

Sağlıklı ve güzel günler dileği ile…