Hezarfen Ahmet Çelebi, kollarına kanat takıp, Galata Kulesi´nden, Doğancılar Meydanı´na uçtu.

“Bu adam çok özgür ruhlu… Bre ilerde zaptedemeyüz” denilerek, bizzat IV.Murad tarafından Cezayir´e sürüldü.

Gelelim Hezarfen´in torununa…

O da uçma meraklısı.

Gitti, kendi uçağını yaptı.

Adını da, kendi soyadından esinle “Hürkuş” koydu;

Hürkuş 14.

Hür bir şekilde, deneme uçuşlarına başladı.

Fikirtepe´de, kalabalık bir topluluğun önünde güzel güzel gösteriler yaptı.

Baktı ki, randıman alıyor.

İstanbul´dan Ankara´ya uçtu.

Kuyruğuna “Yaşasın Türk Havacılığı” yazılı bir pankart astı.

Sonra derhal İktisat Bakanlığına koştu. Sürüş ve üretim belgesi için.

 “Lakin, bizde o uçağa belge verecek teknik ekip yoktur” denilerek, geri çevrildi.

Öyle mi? Öyle!

Topladı pılını pırtısını, dooooğru Çekoslovakya´ya!

Orda üretti uçağı.

Döndü Türkiye´ye. Anadolu´yu bizzat kendi ürettiği uçağıyla gezdi.

İzinsiz uçuş yaptığı gerekçesiyle önce uçması, sonra uçak yapması yasaklandı.

Bir gün bile yılmadı. İzinsiz, mizinsiz gene yaptı. Gene uçtu.

Sonra kahrından öldü.

Necmettin Erbakan…

Eskişehir cer fabrikasına atölye kurdu. Mühendis kadrosunu topladı.

İlk Türk otomobili Devrim´i yaptı.

Motor aksamlarından lastiğine kadar, her bi´ şeyi yerli malıydı.

İki çeşit prototip üretildi;

Sivillere beyazı, bürokratlara siyahı…

Görücüye çıktığı gün…

Çalışmadı. Çalışmadı çünkü benzin koymayı unutmuşlardı.

Ya da birileri benzini boşalttı, “bitti” süsü verildi.

Orası muamma.

Yetkililerce ön yargıya varılarak;

“Hadi oradan, yerli otomobil mi olurmuş” dediler.

Sonra “Biz de bir şey sanmıştık. Yaptığınız otomobil, yürümüyor bile” dediler.

Sırtlarını dönüp, gittiler.

Otomobilimiz daha yol alamadan, yol aldı.

Kayserili bir genç…

İsmi Süleyman.

Henüz 20 yaşındayken, kendi imkânlarıyla, kendi radyo istasyonunu kurdu.

Oyuncak araba motorundan tut, videonun, eski püskü oto radyosunun parçalarından bir düzenek kurdu.

Mikrofonu da, eski bir parfüm kutusunun altını keserek, içine oturttuğu bir başka amatör sistemle yaptı.

Gecekonduda oturduğu için, çatıya bir verici anten yerleştirdi.

Başladı yayına.

Oturduğu köydeki herkes, yayını problemsiz dinleyebiliyordu.

Haberden tut, müzik yayınına, spora, sohbete, her bir şey mevcuttu.

Tespit edildi yetkililerce.

“Kaçak yayın yapıyorsun” dediler. Tak, yayını kestiler.

Düşürdüler frekansı uydudan.

İsmi açıklanmayan bir başka genç…

Adanalıymış.

İddiaya göre on yıl önce Microsoft´a ait bir siteyi çökertmiş.

Tespit edildi.

“Bilişim suçları kapsamında” tutuklandı.

Ertesi gün, ilk uçakla Amerika´dan gelen yetkililer, şikâyetçi olmadıklarını belirttiler.

Haydaaa! Ceza iptal.

Çocuğu, içeriden çıkar çıkmaz Silikon Vadisi´ne davet ettiler.

Aylık elli bin dolar maaş, sıfır araba ve lüks bir konut karşılığında.

Şartlar iyiymiş, değerlendirebilirim, dedi. Kabul etti. Gitti.

(“Silikon” deyince aklına mankenler falan gelmesin hemen.

Çünkü magazin programları yoluyla çooookça doldurdular beynini bunlarla).

Amerika´nın yapay zekâ üretim merkezidir Silikon Vadisi…

Veee son olarak, Akdeniz Üniversitesi hastanesinde görev yapan Prof. Ömer Özkan.

Biliyoruz ki, üç yıl önce başarılı yüz nakli operasyonları gerçekleştirdi bu ülkede.

3 kişiye yüz nakli yaptı ilk etapta.

Dokular tuttu.

İnsanlara yeni ve güzel bir hayat bahşetti.

Aradan kısa bir süre geçti, geçmedi.

Operasyonlarda “yolsuzluk” yaptığı gerekçesiyle şikâyet yedi iyi mi?

Davalar açıldı.

Soruldu, soruşturuldu.

Galiba bir şey bulunamadı.

Neyse azizim.

Bu ülkede hiçbir başarı cezasız kalmıyor vesselam.

Değil NASA, masa bulursan geç otur.