Yaratılışı gereği, birçok güzel hasletlerle donatılan insanın nefsi aynı zamanda hırs, kin, nefret, haset ve öfke gibi duygulara da açıktır. “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip, ona kötülük duygusunu ve takvayı ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.” (Şems,7-8-9), Ayeti kerimeleri bu gerçeği açık bir şekilde dile getirmektedir.
Bu duyguların nerede, ne zaman ve ne şekilde insanı etki altına alacağı belli olmamaktadır. Yine ilahi hikmetin gereği olarak insan, hayatının her safhasında kendisini aldatabilecek, onu dinen hoş karşılanmayan yollara sevk edebilecek nefis ve şeytan unsuruyla karşı karşıyadır. Nefis ve şeytan insanın iki sinsi düşmanıdır. Cenabı Hak, Kur´an-ı Kerim´de insanın apaçık düşmanı olan şeytan için: “Ey Adem oğulları! Ben size, şeytana tapmayın, çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur, diye emretmedim mi?” buyurmaktadır. (Yasin, 60-61) Şeytan, düşmanlığı böylesine bariz olmakla birlikte çoğu zaman, insana sinsice ve dost suretinde yaklaşmaktadır.

Bunun doğal sonucu olarak da insan, bazen doğruyu yanlış, çirkini güzel, batılı hak olarak görerek yanılabilmektedir. Nitekim Kur´an, açık bir düşman olan şeytanın bu sinsi ve düşmanca tavrını şöyle ifade etmektedir: “Elbette (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükredenlerden bulamayacaksın.” (A´râf,17)

O halde insan, nefsin ve şeytanın aldatmalarına karşı daima dikkatli ve uyanık olmak zorundadır. Her ne şekilde olursa olsun insan, bazen nefsin yada şeytanın aldatmalarından biriyle karşı karşıya kalabilmektedir. Bundan kurtulma yollarından biri de, insanın daima kendi duygu ve düşüncelerini kontrol altında tutmasıdır. Bu itibarla insan duygu ve düşüncelerinde Allah´ın rızasına muhalif bir yön bulunup bulunmadığını sürekli kontrol etmelidir. Kendi kendini bir kısım sorgulama hisleri ve yöntemleriyle muhasebe etmelidir. Zira böyle bir duygu taşımayan insanların, bulundukları iyi hali devam ettirebilmesi mümkün değil gibidir. Şunu herkesin iyi bilmesi gerekir ki, nefis ve şeytan her an, her yerde bir tuzak kurup, kendisini beklemektedir. Bu nedenle kişi daima muhasebe ve murakabe içerisinde olmak zorundadır.
Hz. Ömer´e (r.a) atfedilen; “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz. Amelleriniz mizanda tartılmadan önce siz onları vicdanınızda tartınız. Allah´a arz olacağınız büyük hesap günü için kendinizi salih amellerinizle süsleyiniz.” Ve yine “Bu gün Allah için ne yaptın?” sözleri, bu konuyu gayet özlü bir şekilde ifade etmekte ve özetlemektedir.

Zaten bu şekilde kontrollü hareket etmediği sürece, insanın bir şekilde nefis ve şeytanın ağlarına takılıp kalması ve daha sonra telafisi mümkün olmayacak yanlışlara düşmesi kaçınılmazdır. Mağrur davranıp, hep kendinden emin olan ve dolayısıyla kendini bu yönde kontrol etme ihtiyacı hissetmeyen kişilerin, her an hataya düşebilecekleri kaçınılmaz olur.
“Ben namaz kılıyorum, oruç tutuyorum, zekat veriyorum, hac yaptım, hayır ve hasenat yapıyorum, artık şeytan beni kandıramaz” demek de hata olur. Çünkü şeytanın insana yaklaşım biçimini kestirmek çok zordur. Onun için insanların çok dikkatli ve bu tehlikeden korunmak için takva sahibi olmaya dikkat etmesi gerekmektedir. Takvanın şeytan ve aldatmalarına karşı panzehir olduğunu söyleyebiliriz. Zira kişi takvası ile büyük ölçüde hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan, güzeli çirkinden ayırt etme melekesi kazanır. Şeytanın en çok musallat olduğu insan, herhangi bir meşguliyeti olmayan kimsedir. Boş insan her zaman yanılgıya açık yaşar ve şeytana fırsat vermiş olur.

Bu sebeple insan, boş durmamalı ve daima kendisini zinde tutacak, günahlara meyletmeye fırsat bırakmayacak işlere yönelmelidir. Kur´an-ı Kerim´de, Mü´minlerin özellikleri sıralanırken; “Onlar boş ve faydasız işlerden yüz çevirirler.” Onlar ki, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler.” (Mu´minun,3) ayetiyle bu konunun ne kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır. Hz. Peygamberimiz de zaman zaman değişik vesilelerle sözlerinde ve dualarında, fayda sağlamayan ilimden, iş ve uğraşlardan uzak durmayı, İslâm´ın güzelliği olarak nitelendirmesinin anlamı daha iyi anlaşılmaktadır.

Kur´an-ı Kerim´de, şeytanın insan için açık bir düşman olduğu beyan edilerek şöyle buyurulmaktadır: “Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah´a sığın. Çünkü O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Fussilet,36) Bu ayeti kerimede şeytandan Allah´a sığınma öğütlenmektedir. Peygamber Efendimiz (s.a.v)´de nefis ve şeytanın, çeşitli kandırmalarından korunmak için, “Allah´ım, taşlanmış (kovulmuş) olan şeytandan sana sığınırım.” (İbn Huzeyme, 472) şeklindeki duasında olduğu gibi, bizlere birçok dua örnekleri sunmuştur. Dualar moral değerler açısından irademize kuvvet verip, bizim hayra yönelmemizi sağlayacağı gibi, aynı zamanda nefis ve şeytandan gelebilecek tehlikelere karşı, dua vesilesiyle kazandığımız manevi güç bizi muhafaza edecektir. Dua etmek, Allah´a güvenmek demektir. Allah´a güven ise ancak O´na tam anlamıyla inanmakla olur. Dua, kulu Allah´a bağlayan bir köprüdür. Allah´a yalvarma ve duanın coşkun hisleri içinde insanın vicdanı yıkanır. Temiz bir gönül, temiz bir vicdan gölgesinde kul Allah´ına yaklaşır. Duadan mahrum kalan kişiler ruhen kör bir halde yaşarlar.

Peygamber Efendimizin şu dualarını hatırlamakta fayda buluyorum: “Allah´ım seni hamdinle tenzih ederim, senden başka ilah yoktur, günahım için affını dilerim, rahmetini talep ederim. Allah´ım ilmimi artır, bana hidayet verdikten sonra kalbimi saptırma, katından rahmet lütfet. Sen lütfedenlerin en cömerdisin.” (Ebu Davud, Edep, 108, (5061) “Allah´ım kabul edilmeyen duadan sana sığınırım, doymak bilmeyen nefisten, faydası olmayan ilimden sana sığınırım.” (Tirmizi, Deavat,69 (3478) Müslümanlar üzerine vacip olan bir dua şekli de salât-ü selâmdır. Salât, lügat olarak dua, tebrik, ta´zim manalarına gelmektedir. İslâm dini Rasûlullah´a salat okuyup selâm göndermeyi, kulluğun izharında mühim ve müesser bir vasıta yapmıştır. En makbul bir dua olan salât, bütün dualarımızın makbul olması için başlangıç şartı olarak kabul edilmiştir.

Dualarımızın başında, ortasında ve sonunda salavat okunmalıdır. Rasûlullah´a salât-ü selâm okumak bizzat yüce Allah´ın emridir: “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber´e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Sizde O´na salât, selam edin” (Ahzab,56).
Peygamberimiz (s.a.v)´de: “Kim bana bir kere salât okursa, Allah´ta ona on salât okur ve on günahını affeder, (mertebesini de) on derece yükseltir.” (Nesai, Sehv,55) buyuruyor.
Delillerini Kur´an ve sünnetten alan İslam büyükleri salaât-ü selam okumayı tavsiye etmişler ve adet haline getirmişlerdir.

Ebu Hureyre (r.a)´de Nebi (s.a.v)´in: “Vallahi ben, günde yetmiş defadan çok muhakkak istiğfar ve tevbe ederim.” Buyurduğunu işittim dediği rivayet olunmuştur. (Sahih-i Buhari Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Terc. 12/335)
Her türlü sıkıntı zamanında kusurlarımızdan istiğfar ederek arınmak her maksadımızın husulü için Rabbimize müracaat etmek gerekir. Dua ve tevbe, kişinin Allah´a olan güveninin manevi bir tomurcuğudur. Dua, ruhun Allah katına yükselişi ve kabul edilmesidir. Dua, manevi hamlelerin parlayan ışığıdır. Gerçek dua, Allah´a yönelişin coşkun bir ruh halidir. Tabii ki yapılan dua´nın âdab ve erkâna uygun olması esastır. Bu cümleden olarak; Evvela abdestli olmak, bir namazdan (farz yada nafile) sonra yapılmak, tevbe ve istiğfarda bulunmak, kıbleye yönelmek, dua´dan önce Allah´a hamd-ü sena etmek, Rasûlü Ekrem efendimize salat ve selam göndermek, duanın sonunu amin ile bitirmek, duada sadece kendisini düşünmeyip, bütün mü´minleri duaya müşterek etmek, bir dileğini isterken ellerini semaya normal bir şekilde kaldırıp avuçlarını açarak dua etmek, kıtlık, umumi sıkıntı ve felaketlerin fef´i için ise ellerin dışını, tersini semaya çevirerek dua etmek ve Allah´a sığınmak. Celb-i menfaat için yapılan duaların nihayetinde ellerin avuçlarını yüzüne sürmek, def-i mazarrat için yapılan dualarda ellerin avuçları yüze sürülmez. Duanın asıl anahtarı ise helâl lokma yemektir. Dua´nın kabulü için, sünnetullah´a uygun olması gerekir.

O kimse hakkında duanın kabul olması için istenilen şeyin hayırlı şeylerden olması, günah cinsinden, Sünnetullah´a muhal şeylerden olmaması gerekir.