Freud narsizmi dış dünyadan soyutlanan libidonun egoya yönlendirilmesi şeklinde açıklar. Narsisizm namı diğer özseverlik kaba bir tabirle kişinin kendisine aşık olması olarak da tanımlanabilir.

Narsisizme en güzel örneklerden biri Yunan mitolojisindeki Narkissos ile Ekho’nun hikâyesidir. Hikaye şu şekilde gelişir; güzel bir peri kızı olan Ekho, kendisine aşık olan kimseye aldırmaz ve sevgilerini karşılıksız bırakır. Sahip oldukları güç ya da zenginlik Ekho’nun umurunda bile değildir. Günlerden bir gün Ekho, bir nehir kenarında Narkissos’u görür. Narkissos, yakışıklı bir avcıdır. Av sırasında çok yorulduğu için biraz soluklanmak ve su içmek için nehir kenarında mola verir. Ekho, Narkissos’u gördüğü an ona aşık olur. Kendi güzelliğini unutur ve daima ona ait olma arzusuyla yanıp tutuşur. Ancak ne yazık ki yakışıklı avcı Narkissos, bu güzeller güzeli peri kızının aşkına karşılık vermeyerek, hızla yanından uzaklaşır. Ekho için o dakikadan sonra yaşamın hiçbir anlamı kalmaz. Daima Narkissos’u düşünerek günlerini geçirir. Düştüğü bu kara sevdanın içinde günden güne eriyip biterek, ölür. Ekho’nun vücudundan arta kalan tüm kemikler kayalara, sesi ise bugünlerde “eko” olarak bildiğimiz yankılara dönüşür.

Ekho’nun içine düştüğü bu kara sevdaya ve ölümüne hem üzülen hem de çok kızan tanrılar, Olimpos Dağı’ndaki evlerinde otururken Narkissos’u cezalandırmaya karar verirler. Günlerden bir gün her zamanki gibi avda olan Narkissos bitkin düşer ve dinlenmek üzere bir nehir kıyısına gelir. Nehirden su içmek üzere eğildiğinde suyun yüzeyinde kendi yansımasını görür ve o an dona kalır. Daha önce hiç fark etmediği ve başka bir yerde görmediği bu güzellik karşısında adeta büyülenir, yerinden dahi kalkamaz ve kendi siluetine aşık olur. O ana dek kimseyi sevmediği kadar kendi bedenini sever. Tıpkı Ekho gibi kara sevdaya düşer. Kendi kendini izleyerek son günlerini geçirir, o nehir kıyısında o şekilde kalır, ne yemek yiyebilir ne de su içebilir. Ömrünü, sudaki aksini izleyerek eritir, tüketir ve çöker. Öldükten sonra bedeni nergis çiçeklerine dönüşür.

Hikayeden yola çıkarak narsizmin aslında bir kişilik bozukluğu olduğunu söyleyebiliriz. İnsanların benmerkezci olması, duyarlılıklarının azalması ve empatinin önemini her geçen gün biraz daha kaybetmesi aslında narsist sayısında artış olduğunu gösterir. Narsistik kişilik bozukluğunun mottosu “Hedefe giden yer yol mubahtır” anlayışıdır.Aslında baktığımızda narsistik kişilik bozukluğunun temelini kişinin almış olduğu eğitim olduğunu görüyoruz. Ebeveynin çocuğu yetiştirme tarzı bireyin beğenilmeye karşı açlığına ve narsizmin dozunu kaçırmasına neden olmuştur. O zaman çocuk yetiştirirken ebeveynlerin göz ardı etmemesi gereken en önemli şey, çocuğun duygusal gelişimi için  öz saygısını destelemektir. Fakat bazı ebeveynlerin özdeğer, öz saygı ve özgüven  konusunu narsizmle karıştırdıklarını  görüyoruz. Çocuklarının öz saygısına o kadar takıntılı hale geliyorlar ki, onları durum narsistliğe itiyor.

Özgüven ve narsizmi birbirinden ayırt etmek gerekir. Narsistler kendilerini üstün olarak görürken, özgüvenli insanlar kendilerini değerli olarak görürler. Özgüven ve narsizmin belirtileri yaklaşık 7 yaşında ortaya çıkar. Bu dönem çocukların benlik duygusu ile birlikte başkalarıyla kendilerini kıyaslama ve başkalarının onları nasıl gördüğü konusunda sosyal algı becerisi geliştirdikleri dönemdir. Ailede ve okulda sürekli  rekabet ortamı oluşturulan ve birileriyle yarıştırılan çocuklar kişilik değerlerinin performanslarıyla ilgili olduğuna inandıkları zaman doğru davranış geliştirmek yerine sürekli ben merkezci düşünüp kendisini ön plana çıkarabilmek için yanlış tutum sergilemeye başlayacaktır ve narsizmin temelini atacaktır.

Rekabet tabi ki iyi bir şey. Ancak barışçıl olanı, birileriyle yarışmak değil, hedefleriyle yarışması çok daha makul olanıdır.