Fatih Sultan Mehmet Han, İstanbul´un fethinden hemen önce nabız yoklamak amacıyla, halk pazarını gezmeye karar veriyor.

Tabi, üzerinde tebdili kıyafet var; padişah olduğu anlaşılmıyor.

Hem alışveriş yapıyor,  hem de inceden esnafı dinliyor.

Tezgâhın birine durup, iki okka elma, üç okka da armut istiyor.

Esnaf, iki okka elmayı Fatih´e uzattıktan sonra kulağına usulca eğilerek;

“Ağam, bugün ben hasılatımı çıkardım. Allah bereket versin.

Armudu da, şu yandaki arkadaşın tezgâhından al. Daha siftah yapmadı” der.

Fatih Sultan Mehmet, o an duygulanıp, yandaki yaverine sessizce der ki;

“Ben bu milletle değil İstanbul´u, dünyayı fethederim, dünyayı!”

Gelelim Fatih´in torunlarına…

Yani günümüze…

Bugün, hangimiz o pazarcının yaptığı delikanlılığı yapabiliriz arkadaşımıza?

Geçtim arkadaşımızı, öz kardeşimize…

N´olur, dürüstçe cevap verin kendinize…

Belki yüzde birimiz bile, “evet” cevabı veremeyecektir.

Dikkat! “Yüzde birimiz”…

Peki, n´oldu bize?

Ne oldu da, ben bu kanıya vardım sizce?

Neden, fedakârlığı değil bu topluma yakıştırmak, yanından bile geçemiyorum artık?

Neden?

Nedenini izah edeyim kendimce;

Çünkü atalarımızdan gelen o özgün ruhu kaybettik de ondan hemşerim!

Çıkarcı olduk. Saldırganlaştık. İnsaniyeti geriye attık.

Bil keza müspettik, menfi olduk.

Geçmiş olsun. Bundan sonrası selamet midir, bilemiyorum.

Çünkü maneviyattan çok, maddiyata sarılıyoruz.

Üç kuruşa ağız-burun eğmek zorunda kalıyoruz ona buna.

Yalan mı?

Biz, böyle bir toplum muyduk yahu?

Hayattaki bütün mefkûrelerimiz paraya endeksli miydi?

Yaşamın ana temeli para, para, para… Mıydı?

Para uğruna kavga etmiyor muyuz?

Para uğruna gerekirse ölüyor, öldürmüyor muyuz?

Var mı itirazın buna?

Yuh be!

Yuh bize ki, o aptal kâğıt parçaları, bizi birbirimize düşürebiliyor.

Neticede paranın bir araç olmaktan çok, amaca dönüştüğü günleri yaşıyoruz.

Ne mutlu bize…

Şu bir gerçek ki;

Para da tıpkı sigara, içki misali yüksek derecede bağımlılık yapan bir madde halini aldı.

Ben öyle görüyorum.

Feci kafaya yapıyor adamda.

Önce alışma dönemi, sonra bağımlılık ve en son düşkünlük olarak karşımıza çıkıyor.

Bu düşkünlüğe gelin, “parakeş” diyelim biz.

Mübalağa yapmıyorum, ciddiyim.

Parakeşlik, her geçen gün artıyor benliğimizde.

Ha, bir yandan anlayış göstermiyor değilim bu aşırılığa…

Çünkü son elli yıllık dönemi azıcık irdelediğimizde yaşadığımız o tüp gaz, ekmek, yağ kuyrukları ve karneyle benzin gibi imkânsızlıklar, insanımızı paraya düşkün hale getirdi.

Ve insani yanlarımızı törpüledi.

Yaşanılan her ekonomik kriz, fedakârlık ve insaniyet gibi kutsi duygularımızı öldürdü.

Fakir kalma korkusu, öyle bir infial yarattı ki içimizde, paraya dayalı sahte ilişkiler çıban gibi pörtlemeye başladı adeta.

 

Samimiyetimiz, gülümsemelerimiz ve hatta gündelik yaklaşımlarımız bile üfürükten bir hal almaya başladı.

Neyse…

Çooook şey söyleriz bu konuya dair de...

Uzar.

O yüzden, kestirmeden diyorum ki, aman ha!

Para uğruna sakın ha sakın, adabımızı satmayalım.

Para, sade ve sadece bir araçtır.

Amaç değildir.

Yaşamın felsefi materyali değildir.

Allah, hepimize bol bol kazanç versin.