Hayat, hiç ara vermeden devam ediyor ve zaman, belirlenmiş ecele doğru hızlı bir şekilde akıyor. Allah´a olan kulluğumuzun da ebediyete uzanan bu çizgide sürekli devam etmesi gerekiyor. Kur´an-ı Kerim´de Allah (cc): “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyat 51/56) buyurarak yaratılışımızın ve hayatımızın gayesini belirtiyor. Kulluk, devamlılık ister, onda kesinti olmamalıdır. Dünyalık işlerimizde kullandığımız tatil, izin, istirahat gibi unsurlar Allah´a kullukta geçerli değildir. Kullukta, şartlara göre özel kurallar ve ruhsatlar olabilir sadece. İnsan, ergenlik çağından ruhunu teslim edinceye kadar Allah´a kulluk yapmakla mükelleftir. İbadet ve iyiliklerde devamlılık, Rabbin rızasına kavuşmanın en önemli anahtarıdır. Bu sebeple salih amelleri ısrarla devam ettirmeli ve hayırlarda yarışmaya gayret göstermeliyiz.
Ramazan-ı Şerif´te dinî şuur kazanmış insan, Müslümanlığını elbette Ramazan ayı ile sınırlamaz. Ramazan ayından sonra gömlek çıkarır gibi dinî hayatı çıkarıp da eski gaflet gömleğini giymeye yönelmez. En büyük kayıp, Allah Teâlâ´nın bütün kullarının mağfirete kavuşmaları için şeytanları bağladığı bu ayda, hiçbir şeye kavuşamamaktır. En büyük zarar da Ramazan ayında kazanılan sevap ve güzelliklerin, sonrasında kaybedilmesidir. Ramazan´da nasıl ki cennet özlemiyle ibadetlerimizi artırıyorsak diğer on bir ayda da aynı özlem içinde olmamız gerekir. Nasıl ki Ramazan´da cehennemden kurtulabilmenin yollarını arıyorsak diğer on bir ayda da aynı çabanın içerisinde olmamız gerekir. Allah Teâlâ kulluktaki sürekliliği ve bunun mükâfatını bizlere şu şekilde bildirir: “Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü´min erkekler ve mü´min kadınlar, taata devam eden erkekler ve taata devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazı erkekler ve mütevazı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah´ı çok zikreden erkekler ve Allah´ı çok zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzab 33/35)
Nasıl ki Rabbimizin bizlere ihsan ettiği el, ayak, göz, kulak gibi nimetlerden sadece Ramazan ayında istifade etmiyor, onları ömür boyu kullanıyorsak Allah Teâlâ´nın emirlerine olan itaatimiz ve yasaklarından kaçınmamız da sadece Ramazan ayına mahsus kalmamalı, son nefese kadar sürmelidir. Allah Teâlâ´nın Ramazan ayı, Kadir gecesi, Cuma günü, seher vakti gibi rahmetinin ve bağışlamasının bol olduğu zamanları tahsis etmesinin sebebi, mü´minlere olan engin rahmetinin sonucudur.
Ramazan´a veda ederken mü´min, asla ibadete ve itaate veda edemez. Bilakis hayırlarını devam ettirebilmek için Rabbi ile ahdini daha da sağlamlaştırmaya ve yaratıcısıyla bağını kuvvetlendirmeye çalışır. Günümüzde Ramazan´ı sadece oruç, iftar ve teravih olarak algılayan birçok insan bulunmaktadır. Camiler ilk ve son teravihler ile Kadir gecesinde ağzına kadar dolu olurken bayram akşamı birkaç saftan öteye geçmemektedir. Şunu iyi bilelim ki, İslâm sadece Ramazan´a mahsus bir din değildir. Zira Rabbimizin emrettiği Müslümanlık günlük ve aylık değil, bir ömür boyu devam eden Müslümanlıktır. Mağfireti bol Mevlamız “Sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” (Hicr 15/99) emriyle kulluğun, ömürlük olduğunu bildirir. Peygamber Efendimiz (sas) de ibadetlerde devamlılığa şu hadis-i şerifiyle işaret etmiştir: “Allah´ın en çok sevdiği ibadet, az da olsa devamlı olanıdır.” (Buhâri, İman 32; Müslim, Müsafirîn 221)
Onun için Müslüman, “Ramazan gitti, dini hayat ve ibadet bitti” demez. Ramazan gider, ama kazandırdığı dini hayat kalır, kazandırdığı ibadet alışkanlığı son nefesine kadar devam eder. Hiçbir kimse sadece Ramazan müslümanı durumuna düşmek istemez. Diyelim ki, bir insan Ramazan ayı boyunca beş vakit namaza ilave olarak sabahlara kadar nafile namaz kılmış, akşama kadar oruç tutmuş, elinden tesbihini, başından takkesini düşürmeye takva bir insan haline gelmiş, tebrik ve takdire şayan bir hale almış. Ama bu titizlik ve dikkat sadece Ramazan ayına mahsus kalmış, Ramazan´dan sonra tesbihler, takkeler rafa kaldırılmış, dini görevler ve ibadetler de gelecek Ramazan ayına bırakılmış. İşte bu durum, Allah katında makbul bir davranış değildir. Nasıl havasız, susuz yaşayamazsak, ibadetsiz de yaşayamaz hale gelmeliyiz. Ramazan ayı bize bu aşkı kazandırmış olmalıdır. Hatta bu konuyu bayram´da kendi vicdanımızda değerlendirmeli, Ramazan´da kazandığımız ibadet alışkanlığımızı Ramazan´da sonra da eksiksiz devam ettirme karalılığını vicdanımızda almalıyız. Bayram´da aldığımız bu karar bize, Ramazan´ı tam değerlendirenlerden olduğumuzu da ifade etmiş olur. Çünkü hayatımızda, dini hayatımızı firesiz devam ettirme kararından daha mühim hiçbir karar olamaz.
Dini hayatı sadece Ramazan ayına, Cuma gününe ve kandil gecelerine tahsis etmek Alaah´ın ve Resülü´nün bizlerden istedikleri bir Müslümanlık değildir. Bu eksik anlayış şu hadisi şerifte şöyle tashih edilmektedir: “Allah´ın en çok sevdiği ibadet, az da olsa devamlı olanıdır.” (Buhâri, İman 32; Müslim, Müsafirîn 221) Bu nedenle hiçbir kimse kendisini sadece Ramazan, Bayram, Cuma, Kandil ve Mevlid Müslümanı olmak gibi yanlış bir duruma düşmemelidir. Çünkü dini hayat; iman ve ibadetler devamlılık ister.
Allah Teâlâ, hiçbirimizin ibadetine muhtaç değildir. İbadet, imanın olgunlaşmasını ve güçlenmesini sağlar. Kalbimizde Allah sevgisi ve saygısının yerleşmesini temin eder. Dolayısıyla ruhumuzu yüceltir, kalbimizi kötü düşüncelerden, organlarımızı günah kirlerinden arındırır. Hiçbir Müslüman Rabbinin kendi üzerine vakitli olarak farz kıldığı ve yapmasını emrettiği namaz ibadetini terk edebilme özgürlüğüne sahip değildir. Sadece Ramazan ayında, kandil gecelerinde, Kadir gecesinde namaz kılmak insanın kurtuluşu için yeterli değildir. Çünkü din zaman dilimlerine bölünürse Allah´ın emrettiği süreklilikten uzaklaşılır. Abdullah b. Amr´dan (ra) rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz (sas) bir gün namazdan bahsederek şöyle buyurdu: “Kim namaza devam ederek onu muhafaza ederse namazı kendisi için kıyamet gününde nur, burhan ve kurtuluş olur. Kim de namazı muhafaza etmezse kendisi için nur, burhan ve kurtuluş olmaz. Kıyamet gününde o, Kârun, Firavun, Hâmân ve Übeyy b. Halef ile beraber olur!” (Buhâri, Enbiyâ 54; Müslim, Libas 49)
Ramazan´ı Şerif´ten sonraki şevval ayında oruç tutmak öteden beri önemli bir sünnet ibadet olarak gelmiştir. Sevgili Peygamberimiz (sav); şevval ayı orucunun bir sene oruç tutmuş gibi sevaba nail olacağını duyurmuş, bu yüzdende bir ay Ramazan orucunu tutanlar, şevvalde altı gün oruç tutmakla bütün seneyi oruçlu geçirmiş olma sevabını kaçırmak istememişlerdir. Bu konudaki şerif´i ve yorumunu şöyle ifade edebiliriz.”Kim oruçla geçirdiği Ramazan ayından sonraki şevval ayında altı gün oruç tutarsa, bütün seneyi oruçlu geçirmiş gibi olur.” (Riyazü´s-Salihin, c.2,s.510,2) Ramazan boyunca oruç tutan bir kişi her orucuna on sevap almışsa toplam üç yüz sevap eder. Şevval ayında tutmuş olduğu orucunada onardan altmış sevap alınca, eder üç yüz altmış. Yani bir senelik sevap. Dolayısıyla kişi hadis-i şerif´in işaret ettiği sırra nail olur. Böylece insan bütün seneyi oruçlu geçirmiş gibi manevi kazanç elde edebilir. Bu orucun peş peşe tutulması şart değildir.
Ramazan´da nefsini ıslah edip güzel bir hayat tarzı kazanan mü´minler olarak, bu durumumuzu muhafaza etmeli, bütün ömrümüz boyunca güzel ameller işleme gayreti içinde olmalıyız. Gerçek şu ki; ebedi kurtuluş ve saadet, Allah´a, Kur´an´a ve Rasûlü´ne iman edip hayatını bu yolda geçiren kimselerindir.
Bu itibarla, gönlümüzün istediği, Ramazan´da kazandığımız ibadet aşk ve şevkimizi Ramazan´dan sonra da sürdürüp ömür boyu devam ettirmek ve Rabbimizin “Son nefesine kadar ibadetine devam et!” (Hicr 15/99) emrine büyük bir dikkat ve titizlikle uymaktır.