"Bana ne?" ve "sana ne?" kalıpları öyle sıradan, içi boş, salt bir ifadeyi biçimlendiren cümleler değildir aslında. Bu iki umarsız kalıp hayatımızda öyle düzen oluşturuyor ki… Yaşamımızı bu iki cümlenin derinliği üzerine hakkıyla kurduğumuzda; ne bizi ilgilendirmeyen mevzulara ruhumuzu iliştireceğiz, ne bir başkasının hayatımıza tüm saygısızlığı ile dahline izin vereceğiz.

Bu iki umur ne zaman bize karşı dile getirilse ya da biz başkasına karşı dile getirdiğimizde sinir sistemindeki etkisi; haddini bilmez, saygısız, bomboş, alelade sarf edilen cümleler olarak kendimizi değersiz hissetmemize ve karşımızdakini değersizleştirmemize etki ediyor olduğunu sanırız. Merakımızı kabartan, içimizi kemiren, nazarlarımızı hiç ilgilendirmemesi gereken manzaralar karşısında kendimize "bana ne?" soru kalıbını kullanmadığımızda, işte tam orada kendimizi ıskalayıp, bambaşka dünyaların, bize yabancı iklimlerin, ruhumuza iyi gelmeyecek şemaların içerisinde oyalanıp dururuz. Tüm bunlar gün içinde kendi kendimizi maruz bıraktığımız hâller iken, kendimiz kendimize bu boş vermişlik yüzünden bir türlü değemiyoruz. Hep başkalarının işi, gücü, parası, giyimi, konforu, yaşam tarzı içimizi didik didik ediyor ve biz "bana ne?" sorusunu derinlemesine düşünmeyip yüzeysel biçimde ele aldığımız için, bu soru; "Acaba komşu aç mı? Çocuğunun kışlık giyecek ayakkabısı var mı? Bana ihtiyacı olan birileri, bir hastanın ilaç parası, bir kap yemek gözleyen, haybeye savurduğumuz paraya muhtaç insanlar mevcut mu?" soruları, "Bana ne?" cevabıyla hayatımızın ortasına oturmuş vaziyette. Bu soruyu cevap olarak telâffuz ediyoruz içimizde ve kıyametimiz işte o vakit kopuyor. Kendimize yabanlığımız, hayatımızın yavanlığı, içimizi sıkan fakat cevabını bir türlü bulamadığımız sorular karşısında koca bir "bana ne?" cevabı yatıyor. Cümlenin derinliğinin farkında mısınız? Soruyu nereye oturtmamız gerektiğinin, hayatımıza olan etkisinin, bireysel düzenin ve dahası toplumsal dengenin şu cümleyle nasıl da dengesini bulacağını ya da ısrarla insanların sıkıntılarını görmezden gelerek vicdanımızın; "Ne yapabilirsin?’ sorusuna "Bana ne?" cevabı ile tüm endişeleri kendimizden uzaklaştırdığımızı sandığımızda dengeyi nasıl da kaybedeceğimizi, cümlenin iç kanatan felsefesini sanırım fark edebiliyoruz.

"SANA NE?" Mİ? EVET, SANA NE?

İnsanların kendilerini hayatın içerisinde konumlandırışı bazen komik, anlamsız, savruk gelebiliyor, birbirimizi hep görünen kısmından ele almaya bayılıyoruz fakat şunu bilmeliyiz ki; her kim olursa olsun, hayatın sizi getirdiği noktayı çok gürültülü bir ünlemle ele alıp size dengesini bulmamış cümleler savuran, geçtiğiniz yollarda kaç ejderhayı devirdiğinizi, kaçının derisinden insanlara yol yaptığınızı, kaç hayata değip kaçıyla hayat bulduğunuzu, ruhunuzun olgunluğunu tartacak derinlikleri yokken patates terazileri ile size değer biçmeye kalkışanlara verebileceğiniz en net cevaptır; "Sana ne?"... İletişimleri kendileriyle bile çarpık hâlde iken, sizin hayat ile kurduğunuz  iletişime kendilerini hiç ilgilendirmemesi gereken yerden saldırdıklarında ya da kibar falsolarının arasına çirkin anlamlar yerleştirerek nezaket süsü verilmiş ithamlarının sizi acıtmasına müsaade etmeden sözlerinizin içeriğine kocaman bir "sana ne?" iliştirin efendim. Bu cevap hakkıyla verildiğinde karşınızdakinin uyanışına da vesile olacaktır. Düşünebilen insan için en kibar, en dolu, en derin anlama sahip bir cevaptır "sana ne?". Bizdeki etkisi her ne kadar sinir harbi oluştursa da; hududumuzu çizmenin, haddimizi bilmenin, saygının ifadesidir "Sana ne?..." Nefsini bilen kendini bilir, kendini bilen haddini bilir, haddini bilen Rabbini bilir” düsturuyla ele alırsak meseleyi; "Sana ne?" cümlesinin bize hangi kapıları açtığını, nerelere varacağımızı nasıl da güzel, nasıl da derin, sinir bozucu salt bir cümleden çok, muazzam bir felsefesi olduğunu nasıl çarpıcı şekilde anlatır değil mi?

Bir "Bana ne?" ile vicdanlarımızı köreltebilir, bir "Sana ne?" ile de ruhumuza cilâ çekebiliriz. Huzur rotasını belirleyebileceğimiz, birbiriyle iç içe olan bu iki soru, hayatımızın tam ortasına oturmuş ve bize devasa cevaplar veriyor. Her iki soruyu da sadece kendimize yönelttiğimizde cevap bulacaktır tüm "Bana ne?"ler ve "Sana ne?"ler. Hep yanlış yerlerde kullandığımız bu iki derin anlam, çarpık ruh inşasına sebep oluyor. Bir başkasının kusuruna gözümüzün sorduğu "bana ne?" sorusu, aynı zamanda yine içimize verdiğimiz bir "sana ne?" cevabı olmalıdır. Kusuru bulan  gözümüzün "bana ne?" sorusuna sık muhataplığı, o kusurdan bize geri yansıyan ve yine bizim ruhumuza vereceğimiz "sana ne?" cevabı bizi iyi insan edecek efendim. "Bana ne?" ve "sana ne?"leriniz anlamlı, hakkını veren ve aynı zamanda hayatınızı hayat eden cevaplarınız olsun. Saygılar…