Şöyle durup düşünüyorum da, ne yazık ki şükürsüz ve amelsiz bir toplum olma yolundayız diyorum. Diyorum çünkü etrafımıza dönüp baktığımızda gördüğümüz manzaranın hiçte hoş olmadığını fark etmemek mümkün mü? Büyüklerimiz bize hep nasihat ederdi: “Oğlum azı karar, çoğu zarar” derdi.
     Şimdilerde ayaküstü kırk yalan uydurup 10 kuruşluk malı 100 kuruşa satan amelsizlerle dolu olduğunu görmemiz mümkün. Birçoğumuz bu durumdan şikâyetçi olsa da biz insanların şükürden uzak olduğu muhakkak. Ancak içimizdeki daha çok kazanma hırsına dur demeden bu işlerin düzelmesi de hayal gibi görünüyor. Allah’hû Teâlâ şükreden ve kanaat getiren kullarını sever ve ona yardım eder. Siz hiç açlıktan ölen birini duydunuz mu? Veya gördünüz mü? Rızkı veren Allah olduğuna iman eden kanaat getirmesini de bilmesi gerekir. 
     Bakın vakti zamanın birinde fakir salih bir zat ile saliha bir hanımı varmış. Kadıncağız yün eğirip onu ip haline getirir, kocası da onu pazarda satarmış. Akşam doğru sattığı ipin parası ile evine ekmeği ile dönermiş. Sürekli böyle geçinip giderlermiş. Bir gün adam yine iplikleri satmış. Akşama evine dönerken biri, bir adamı yere yıkıp ayaklarının altına almış fena halde dövüyor. Bunu gören adam hemen yanlarına varıp adama sorar:
     “Neden bu adamı dövüyorsun?”
     Adam kızgın bir şekilde cevap vermiş:
     “Bunun bana borcu vardı. Aradan onca zaman geçti ama hala borcunu ödemiyor! Bende onun için dövüyorum” demiş.
     Adam içini çekip:
     “Bu zavallının borcu ne kadar? Söyle de ben ödeyeyim.” Diyip cebinde ki ip parasının tamamını adama verir. Adam parayı alıp:
     “Bu para yetmez ama zaten bununda ödeyeceği yok. Artık idare ederiz.” Dedikten sonra dayak atan oradan uzaklaşır. Dayak yiyen ise ayağı kalkıp adama dualar ederek o da kendi yoluna gider. 
     Adam parasız evine döner ve başından geçen olayı hanımına anlatır. Hanımı gözleri dolu, dolu olur ve kocasına der ki:
     “Sen hayırlı bir iş yapmışsın bey üzülme! Bu günde bir şey yemeyiz ne olur?”
     O gece aç yatmışlar. Ertesi gün adam yine ipleri alıp pazara gider. Gezip dolaşır ama ipine alıcı bulamaz. Akşam olur çaresiz evine döner. Yolda bakar bir adam elinde irice bir balıkla kendine doğru gelmekte. Balığın sahibi adama yaklaşıp selam verdikten sonra:
     “Arkadaş bu gün akşama kadar gezip dolaştım şu balığı bir türlü satamadım. Oysa hanım benden söküklerimizi dikmek için benden iplik istemişti. Sende var galiba? İstersen seninle değiş, tokuş yapalım ne dersin?”
     Adam var olur deyince, bunlar balık ile ipi takas etmişler. Adamcağız evine gelip hanımına olup biteni anlatmış:
     “İşte böyle hanım, bu gün para kazanamadım. Ama en azından karnımızı doyuracak bir balığımız var. Şunu pişir de yiyelim.”
     Kadıncağız balığı alıp temizlemeye başlar ve karnını yarıp içini temizlemeye kalktığında önüne bir sürü altın çıkmaz mı? Kadın zengin olduk diye çığlık atar. Bir müddet sevinç içinde pişirilen balığı da afiyetle yiyip divana otururlar. Ancak bu sevinçleri uzun sürmez. Kapı çalınır adam kapıyı açtığında karşısında az evvel balığı aldığı adam gelmez mi! Adam:
     “Ben alışverişten vaz geçtim arkadaş. Al ipliklerini ver benim balığımı!” der.
     Adam ezilip büzülerek:
     “Ama biz balığı pişirip yedik. Dolayısıyla onu midemizden çıkarıp sana veremeyiz ki. Ancak içinden çıkan şu altınları verebilirim.” Der.
     Balıkçı bu defa gerçek kimliğini açıklayarak diyor ki:
     “Ben Allahü Teâlâ tarafından gönderilen bir meleğim. Senin borcu olan adama yaptığın iyilik Cenâb-ı Hakkın çok hoşuna gitti. Seni imtihana tabi tuttu. Sen hem fakirlik, hem de zenginlik imtihanını kazandın. Bu altınların hepsi senindir güle, güle harca!” der.
     Bu kıssa bize sabretmeyi ve şükretmeyi ne kadar güzel anlatıyor değil mi?
     Allah hepimizi şükür eden kullarından etsin!