“Tarihini bilmeyen milletlerin coğrafyasını yabancılar çizer.”

Hepimiz biliyoruz ki, tarih, artık mazi olmuş ve geçmişte kalmış bir devrin hikâyesinden ibaret değildir. Tarih, yıldönümlerinde kutlanacak, hatırlandıkça gurur duyulacak zafer tablolarından da ibaret değildir. Tarih, hatırladıkça acılarımızın tazeleneceği, içinde yüzbinlerce şehidimiz yanında mağlubiyetlerin en kötü sonuçları olan esaret acılarının olduğu kötü sonuçlardan da ibaret değildir. 

Peki, nedir tarih? 

Şüphesiz, içinde kahramanlıklar yanında yenilgileri de barındıran tarih, geleceğimizi tesis ederken dersler alacağımız, sebep-sonuç ilişkisi çerçevesinde tahlilini yapıp geçmişte ulaşılan başarılarda izlenen yolun ne olduğunu bulmak, buhran dönemlerinin sebeplerini keşfetmek ve tekrar aynı hatalara düşmeden geçmişin tecrübeleri ışığında geleceğimizi tanzim etmek ve devletçe, milletçe yükselmek için kullanacağımız bir bilgi hazinesidir. Üstelik sadece Osmanlı devletinden ibaret değildir bu tarih. Sizlerle bugünden itibaren Orta Asya’dan Avrupa’ya, Yemen’den Kuzey Afrika’ya kadar geniş bir coğrafyada, zamanın derinliklerine doğru inip Boşnakların Peçenek, Kuman ve Avar Türkleriyle olan bağından, Japonya’ya gönderilen Ertuğrul gemisinin içinde yapacağımız yolculuklara kadar çok farklı dönemlerde farklı milletler ve devletlerle gerçekleşen dirsek temaslarımızdan bahsedeceğiz bu köşedeki yazılarımızda. 

Bugünden itibaren, Bursa’da Kültür Merkezi bünyesinde gerçekleştirdiğimiz etkinliklerle aynı ismi taşıyacak olan “Tarihte Yolculuk” adını verdiğimiz ve uzun sürmesini dilediğimiz bir yolculuğa çıkacağız sizlerle. Ara sıra birlikte çağlar aşıp başlangıcımıza, köklerimize doğru yolculuk yapacağız, bazen de, hemen burnumuzun dibinde cereyan ede gelen olaylara dalacağız. Bu yolculukta yüreğimizi ne kadar ferahlatsa ya da kanatsa da cesaretle ve korkusuzca sahipleneceğimiz gerçekleri birer birer alıp heybemize atacağız. Onlar bizim günümüzdeki yolculuğumuzda kullanacağımız en değerli azığımız olacaktır değerli okuyucularım.

Çağlar değişse de, dönemin şartları her ne kadar farklılık arz etse bile, bazen geçmişten alacağımız bir dönemi bir şablon gibi bugünkü olayların üzerine yerleştirdiğimizde günümüzde çoğunluklu bir irkilme hissi ile birlikte “Biz bu olayları geçmişte de yaşamıştık” dedirtecek bir görüntüyle karşı karşıya kaldığımızda, geçmişimizin, günümüzü anlamada, kavramada ve en önemlisi tekâmülümüz ve devletimizin varlığının ve dirliğinin daim olması için takip edeceğimiz doğru olan yolu çizmede ne kadar da önemli olacağının farkına varacağız. İşte, milletçe tarih bilincine ulaşabildiğimiz oranda artık tekerrür etmeyen hatalar zincirine mukabil artarak çoğalan başarılarla dolu bir geleceğe doğru yelken açmış olacağız. 

Bugün, Irak cephesinde şehit düşen İnegöl’lü Mehmetçiklerimizin aziz hatırasına, Kut’ül Amare zaferi üzerine gerçekleştirdiğimiz programımız çerçevesinde bu bölgede yaptığımız savaşlar ve gelişmeler ile ilgili bilgileri paylaşmak istiyorum sizlerle. Daha sonraki yazılarımızda yeri geldikçe detaylarına inerek gözlerimiz önüne serilecek olan bir coğrafyayı ve dönemi şimdilik şöyle kısaca bir gözden geçirelim.

Irak cephesini anlatabilmek ve anlayabilmek için öncelikle I. Dünya Savaşı öncesine doğru bir yolculuk yapmak yerinde olacaktır. 

Osmanlı İmparatorluğunun artık inkıraza (yıkılışa) yüz tuttuğu bir dönemde, XIX. Yüzyılın sonlarından itibaren çevresini kuşatmaya başlayan ateş çemberine, kurtlar sofrasındaki kavganın temellerine, bu kavgada başrolü oynayan İngilizlerin özellikle geniş coğrafyada Ortadoğu’da, daha dar çerçevede ise “Basra ve Irak bölgesinde ne işleri vardı?” diye soralım kendimize.

Ne yazık ki, Osmanlı devletince çoktan kaçırılmış bir tren olan ve son dönemini özkaynaklarını kullandırıp ancak bir tüketici olarak yerini alabileceği bir sanayileşme devrinde Avrupa ülkelerinin gözünde bir enerji kaynağı olarak petrolün değeri gün geçtikçe artmaya başlar. Özellikle İngiltere için bunun en açık ve acımasız ifadesi olarak, bir dönem sömürgeler müsteşarlığı görevini de yürüten İngiliz Başbakanlarından Winston Churchill’in dile getireceği “Bir damla petrol bir damla kandan daha değerlidir” sözü ile petrolün anavatanı olan Ortadoğu’nun artık kana bulanması ve boğulmasının kaçınılmaz olduğu görülmektedir.
                                                                                                                                        devam edecek…